Bir Sergi : ENIGMA muamma
29 Nisan -18 Mayıs 2023 İFSAK Galeri
Fotoğrafçı Reyhan Mente ve serginin küratörü Altan Bal’la sergi üzerine bir söyleşi
-Sevgili Reyhan üniversitede resim öğretmenliği okuduğunu biliyorum ama öte yandan oldukça yaratıcı, etkileyici bir fotoğraf sergisiyle karşımıza çıktın. Muamma – Enigma. Sergideki fotoğraflar, onların yaratım süreci, fotoğrafa nasıl başladığından önce seni biraz tanıyabilir miyiz ?
-2000 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğumdan beri görsel ve işitsel sanatlara hep ilgim ve merakım oldu. Kendi kendime resimler, boyamalar yapıyor, kitaplarda veya internette gördüğüm görselleri kopyalıyordum. Lisede grafik tasarımı ve fotoğrafçılık okudum. 2019 yılında, hep hayalini kurduğum Marmara Üniversitesi’nde resim öğretmenliği bölümüne başladım. Çok yakında mezun olacağım. Kendisiyle nasıl tanıştığımı daha sonra anlatacağım kıymetli hocam Ufuk Duygun’dan, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde, üniversiteye başladığım yıl fotoğraf dersleri almaya başladım. Böylece sanatsal üretim sürecimi de fotoğrafa çevirmiş oldum. Çalışmalarım Amsterdam, Londra ve Belçika’da sergilendi. Üç yıl sanatçı Seydi Murat Koç’un asistanlığını yaptım. Şu anda özel bir kurumda resim öğretmeni olarak çalışıyorum ve özel ders verdiğim öğrencilerim de var.
-Şimdi de seninle ve fotoğraflarınla İFSAK’ta buluştuk, ne de güzel oldu. Daha önce sohbet ederken bu söyleşinin Türkiye’de ilk kez olduğunu söylemiştin. Kendimi şanslı hissediyorum.
-Evet, Türkiye’de ilk seninle konuşuyorum ama daha önce Brezilya ve Oxford merkezli çevrim içi fotoğraf dergilerinde röportajlarım yayınlandı.
-Fotoğraf çekmeye başladığın ilk yıllarda hangi fotoğraflar daha çok ilgini çekiyordu ?
-Fotoğraf çekmeye on dört yaşındayken sokak fotoğrafçılığı ile başladım. Sokaklarda bir yerden bir yere koşturan insanlar, bazen portreler, bazen çalışan insanlar ve bazen cıvıl cıvıl çocuklar…Hepsi benim için fotoğraf konusuydu. O zamanlar fotoğrafa sadece keyifli bir hobi olarak bakıyordum. Sonraları bir tutku haline geleceğini hatta işim olacağını düşünemiyordum. 2017 yılında, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Ve Tasarım Fakültesi’ndeki bir karşılaşma benim için çok önemli bir yolun başlangıcı oldu. Engravist uluslararası baskı resim atölyesinde asistanlık yaparken arkadaşlarımla merak edip, okulun karanlık odasına girdik. Sevgili hocam Ufuk Duygun’la ilk tanışmam o gün oldu. Arkamızdan gelip, bize çok kısa bir şeyler öğreteceğini söyledi. İlgi ve merakla kendisini izledik. Agrandisör ile kâğıda bir baskı gerçekleştirip sonra da banyo etti. Bu yıllarca unutamadığım inanılmaz bir deneyimdi. O günlerde benim için en önemlisi Marmara Üniversitesi resim bölümünü kazanabilmekti. Bu yüzden hem üniversite sınavı hem de yetenek sınavlarına çalışıyordum. Sonunda 2019’da istediğim okulu kazandım ve resim öğretmenliği bölümüne girdim. Girdim ama bir yandan da analog fotoğraf konusunda kendimi biraz daha geliştirmek istiyordum. Bunun için ikinci el satış platformlarından birinden analog bir makine satın aldım. Makineyi almaya gittiğim gün, verilen konumda, o gün Yıldız Teknik Üniversitesi’nde bana mail adresini veren hoca ile karşılaştım.
-Yani sevgili Ufuk Duygun’la ! Ufuk Duygun’la ben de yıllar önce İFSAK’ta tanışmıştım.
-Evet, onu hemen tanıdım ama o beni hatırlayamadı. Neyse ki o gün, ilk karanlık oda deneyimini yaşadığımız gün, fotoğraf da çekmiştik.
Ancak onu gösterince hatırladı. Sohbet ederken oraya bir fotoğraf makinesi almak için gittiğimi söylediğimde “Yoksa makineyi sen mi aldın?” diye sordu. O da şaşırmıştı.
-Bu nasıl bir tesadüf !
-Ben asla bir tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Sanırım evren benim bu alana kendimi biraz daha verebilmem için bana yardımcı oldu. Sonrasında Ufuk Hoca makineyi bana hediye etti ve beni Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki fotoğraf derslerine davet etti. Bu dönem pandemide gerçekleşti ve ben hocanın neredeyse bütün derslerine katılıp başarı ile tamamladım. Üzerinde çalışıyor olduğum konuya da o dönemde başladım.
– İyi ki başlamışsın. Bugün bizi üzerinde çok düşüneceğimiz fotoğraflarınla buluşturdun.
-Ufuk Duygun’un hayatıma çok önemli dokunuşları oldu. Sadece bir hoca değil her zaman yol gösterici olup, yoluma ışık tuttu. Örnek aldığım nadide insanlardan biridir kendisi. Hâla ondan yeni şeyler öğrenmeye devam ediyorum.
-Sergideki fotoğraflarını da konuşacağız ama seni tanırken İFSAK’la nasıl buluştuğunu da sormak istiyorum. Ben seni ilk kez 2021 yılı sonunda oluşmaya başlayan Genç İFSAK etkinliklerinde görmüştüm ama sen dernekle daha önce tanışmıştın galiba.
-İFSAK’la 2020 yılında ustam Ufuk Duygun sayesinde tanıştım. Pandemiden dolayı okulların kapalı olduğu dönemde, düzenli çalışabilmek için bir karanlık oda arayışına girdim. Evde karanlık oda kurmak oldukça maliyetli bir durum ve benim de buna maddi imkanım yoktu. Böyle bir arayışta olduğumu hocam ile paylaştığımda bana İFSAK’tan ve burada bulunan karanlık odadan bahsetti ve hemen ardından bendeki heyecanı görünce İFSAK yönetim kurulu başkanı Sayın Dayk Danzig’i arayıp bu durumdan bahsetti. Dayk Hoca da olumlu bir dönüş yapınca İFSAK’ın karanlık odasında çalışmaya başladım. Genç İFSAK ekibine 2022’de katıldım.. Her çarşamba günü fotoğraf ve sinemaya dair çeşitli etkinlikler yapıyorduk.
-Evet, Genç İFSAK özellikle öğrencilerin fotoğraf ve sinemaya dair diledikleri konularda etkinlikler düzenleyip, birbirleriyle etkileşimde bulundukları çok önemli bir girişim. Ne iyi ki sen de bu çatı altında bizimle oldun. Sevgili Reyhan, dilersen şimdi sergine geçelim. Resim, üniversitede okuduğun ana dalın ama sen kendini fotoğraflarınla ifade eden bir sergiyle çıktın karşımıza, neden fotoğraf?
-Burada Lewis Hine’ın bir sözünü hatırlatmak istiyorum. “Eğer hikâyeyi sözcükler ile anlatıyor olabilseydim, yanımda sürekli bir fotoğraf makinesi taşımaya ihtiyaç duymazdım.” Güzel sanatların bütün disiplinlerinde evrensel bir dil mevcut ve bu durum beni çok etkiliyor. Ben de bu dillerden fotoğrafı seçtim çünkü kendimi en özgür ve en doğru ifade edebildiğim disiplinin kesinlikle fotoğraf olduğuna inanıyorum. Başlarda fotoğraflar benim yerime anlatıcı görevini üstleniyordu. Fakat zamanla fotoğraflardaki görsel dil sayesinde anlatmak istediklerimi daha da güçlendirdim.
-Fotoğraflarını çekerken her birinin öncesinde bir düşünce sürecinden geçtiğin çok belli oluyor. Fotoğraflarının belki birden fazla hikâyesi olabilir. Bir de bundan başka fotoğraflarını sunduğun karanlık oda ve dijital manipülasyon tekniğinin de anlatımı desteklediğini düşünüyorum.
-Aslında teknik, var olan konunun anlatım içeriğine sonradan dâhil oldu. Eserler üzerinde çalışmaya devam ettikçe anlam ve teknik arasında bir bütünlük sağladım. Sergide bulunan fotoğrafların neredeyse hepsi analog fotoğraf makineleri ve 35mm siyah-beyaz filmlerle çekildi ama dijital çekimler de mevcut. Dijital olan fotoğraflarda daha geleneksel bir yaklaşım sergileyip Photoshop yardımı ile manipülasyona uğrattım. Bu teknikler aslında zaten yıllar önce bulunmuş teknikler ama günümüzde bunlarla üreten sanatçı sayısı çok fazla değil. Sergideki bazı fotoğrafları “film yakma” tekniği ile oluşturdum. Bu teknikte 35mm filmimi çakmak ile yakıp sonrasında bazen iğne yardımı ile üzerine çizikler ekledim. Bu müdahaleleri kontrol etmek oldukça zor, o yüzden süreç ne kadar kontrollü ilerliyor gibi görünse de aslında doğaçlama ilerliyor. Bazen filmi yaktıktan sonra yere bırakıyorum ve bir süre ayakkabım ile filme baskı uyguluyorum. Bu söylediğim şey fimlerini altın gibi saklayıp, koruyan insanları rahatsız edebilir. Fakat adı üstünde deneysel fotoğraf; her şey denenebilir. Dijital fotoğraflarda ise bazen Photoshop bazen de direkt fotoğrafların asetata alınmış negatifleri üzerinde denemeler yapıp, gerçekliklerinden uzaklaştırmayacak şekilde manipülasyonlar yapıyorum. Deformasyon ve manipülasyonlar sonucu oluşan parçalanmalar ve bozulmalar, aslında genetik miras yoluyla nesilden nesle aktarılan yükler gibi geçmişin izlerini gösteriyor.
-Sergideki fotoğrafların bazılarında insanlar bir şeylerle boğuşuyor. Bağırmak isteyen ama sesi çıkmayan bir adam, hüzünlü bakan bir kadın, sanki bir şeylerin arkasında kendilerini gizlemiş gibi insanlar… Sanki naylonlar, poşetler onların boğuştukları durumların, kişilerin, şeylerin metaforları gibi. İnsanlar belki bir muammanın peşinde, belki toplumsal, politik kabullenişlere karşı. Sence neyle boğuşuyorlar?
-Ben sergide yer alan fotoğraflarımla insanın zaman zaman ve olur olmadık yerlerde yaşadığı içsel sıkıntı, depresyon ve belirsizlikler temasını doğrudan ve dolaylı yoldan fotoğraflar aracılığı ile anlatmak istedim. Çok uzun zamandır insanın iç sıkıntısı üzerine çalışmalar gerçekleştiriyor, okumalarımı da bu yönde yapıyorum. Bu konuya tamamen çevremde ve özellikle kendimde gözlemlediğim davranışlardan yola çıkıp, başladım. Zaman zaman arkadaşlarımla keyifli bir sohbet içerisindeyken veya çok sevdiğim bir hobiyi gerçekleştirirken içime, sebebini anlayamadığım bazı belirsiz sıkıntılar çöktüğünü hissetmeye başladım. Yani bu sıkıntıların sebebi tamamen bir “muamma”. Zamanla bu sıkıntılar beni rahatsız etmeye başlayınca onlarla sanatsal üretim anlamında mücadeleye giriştim. Üretirken onlarla boğuşuyor ve onlardan kaçmaya çalışıyordum. İşin sadece üretme kısmında kalma olayının bir süre sonra yetersiz kalmaya başladığını fark ettim ve bunun üzerine okumalar yapmaya başladım. Okuduğum bir kitap beni çok etkiledi. Mark Wolynn’in “Seninle Başlamadı” isimli kitabı. Kitapta kalıtsal aile tramvalarının kim olduğumuza etkilerinden söz ediliyor fakat belirli bölümlerde yazar “Yaşadığınız ve sebebini bilmediğiniz, anlayamadığınız sıkıntılar aslında size ait sıkıntılar değiller. Bu sıkıntılar, gen aktarımı ile atalarınızdan size aktarılan sıkıntılar.” diyor özetle. Bu durum beni, ister istemez “Acaba yaşadığım bu içsel sıkıntı ve depresif halin sebebi bir gen aktarımından mı kaynaklı?” diye bir düşünceye itti ve kitapta da kanıtlanmış örnek vakaları okuyunca aslında bir aydınlanma yaşadım. Sergideki fotoğrafların hepsinde bir gerilim, sıkıntı ve depresyon havası mevcut. Bu sıkıntıları özellikle insanın kendisi ile ifade etmem gerektiğini düşündüğüm için fotoğraflarda modellere yer verdim. Fakat bu boğuşma hissini sadece figürler ile yansıtmak istemedim. Bu hislere gönderme amacı ile fotoğrafların çoğunda insan vücuduna sarılı poşet ve tüller kullandım. Aynı zamanda bu gerilimi ve sıkıntıyı sembolizm ve kavramsal yaklaşımlar ile araştırıp, yol haritamı aydınlatmak için insan uzuvlarının görsel kadim ifade gücünden de yararlandım. Sergide olan bütün fotoğraflar zihnimin belirsizlikleri.
-Bu hissi vermek için modelllerin ile nasıl bir çalışma yöntemi seçtin, yaratım sürecin nasıldı?
-Yaratım süreci aşamalara ayrılıyor. Düşünce ve fikir aşaması, çekim aşaması, en son karanlık odada veya dijital ortamda gerçekleştirilen müdahale aşaması. Her aşamada aynı heyecanla çalışıyorum fakat fotoğrafları çekerken çok başka bir keyif alıyorum. Bunun sebebi tamamen çalıştığım modeller. Şimdiye kadar fotoğraflarımda hep arkadaşlarıma yer verdim. Bu benim için gerçekten çok önemli çünkü onlarla aramda duygusal bir bağ taşıyorum. Fotoğraflarda da duygulara ve hislere yoğun olarak yer veriyorum. Fotoğraflarım, öncesinde fikir aşamalarından geçmiş kurgular. Bazen çalışmaların eskizlerini alıyorum. Bu çekim sırasında bana ve modellere kolaylık sağlıyor. Aslında ne kadar kurgu gibi görünse de fotoğrafları çekeceğiniz mekâna girince ve modeliniz ile bir araya gelince süreç biraz daha doğaçlama ilerlemeye başlıyor ve neredeyse kurguladığınız her şey zihninizden siliniyor.
-Ben burada fotoğrafların özgür anlatım gücünün, kurguya doğaçlamanın müdahalesinden geliyor diye düşünüyorum.
Bazen duyguyu alabilmek için yönlendirmeler yapıyorum. Belki komik gelebilir ama örneğin, üzüntü içeren bir fotoğraf çekeceksem o an modele arkası dönük bile olsa kendisini en mutsuz hissettiği zamanı hatırlamasını söylüyorum çünkü bunu sadece portresi ile değil genel anlamda bütün vücudu ile yansıtmak istiyorum. Bazen porteleri, bazen elleri, bazen de ayakları… İşin bu doğaçlama kısmı çekim aşamasında olduğu kadar karanlık odada fotoğrafları işleme kısmında da karşımıza çıkıyor ve aslında sihir burada başlıyor. Bir örnekle açıklamak istiyorum bu durumu. İki kere üst üste analog makine ile çektiğim bir fotoğraf var. Niyetim birisini arşivimde orijinal halinde tutmak, diğerini deforme etmekti. Önce çakmakla filmi yaktım ve kontrolüm dışında biraz fazla yandı. Bunun sonucunda bükülmeler oldu. Sonrasında bükülmelerden dolayı filmi düzleştiremeyince, bükülen yeri makas ile kesip bant yardımı ile birbirine yapıştırdım. Ayrı olmamaları gerekiyor çünkü agrandisör şasesine yerleştirip kâğıda baskısını alacağım. Eskiz bir baskı aldım, bir sorun olduğunu anladım ama sorunun ne olduğunu tam olarak anlayamadım. Hemen ardından büyük kâğıtta nasıl duracağını merak ettim ve asıl kâğıda baskısını yapınca beni şaşırtan bir görüntü ile karşılaştım. Tamamen bilincim ve isteğim dışı olan bir çalışma oldu.
-Senin belirsizlikler olarak nitelediğin aslında çok belli. Bak ben neler çıkarttım. Kendiyle yüzleşme. Hangi fotoğraf dersen, çıplak bedeninde kırık ayna parçalarında yüzünü gören adam. Sanki farklı kişilikleri içinde barındırıyor ve artık bunları atmak istiyor. Belki de yaşadığı karmaşık duygulardan kurtulmak istiyor ve bir uykuya yatıyor. Uyandığında belki de başka birisi olacak. Aslında ben bu fotoğrafa iki farklı öykü yazabilirim. Bir de lavabodaki saçlar var.
O fotoğraf da beni çok etkiledi. Değişim, bendeki fazlalıklardan kurtularak daha minimal bir yaşama yol alma diyebilirim.
-Bu fotoğrafın böyle bir izlenim vermesi beni gerçekten mutlu etti. Demek ki kelimelere ihtiyaç duymadan görsel bir anlatım dili olan fotoğrafla da anlatmak istediklerim yerine ulaşıyor. Var olan sıkıntıyla bir mücadele şekli olarak insanın kendisinde fiziksel veya zihinsel değişimler yapması, buna başvurması beni çok etkiliyor. Bu fotoğraf aslında bir otoportre. Görüntüde sadece saçlarım yok, aynı zamanda sıkıntılarım ve fazlalıklarım mevcut.
-Neden makas, musluk, ayna ya da ayakkabı gibi objeleri kullandın?
-Özellikle bu nesneleri seçmemin bir sebebi yok. Onlara sadece bir nesne veya aksesuar olarak bakmıyorum. Çünkü bunlar çağrışım gücü olan nesneler. Esasen her nesne geçmişteki yaşamlardan duygular taşıyor. İnsan deneyiminin özüyle dolu bu nesneler, temsil ettikleri canlılardan ayrılmaz hale gelerek bizlere bütünsel bir okuma sunuyor. Ve bu okumada her izleyici kendi öyküsünü yazabilir ya da etkilenip, fotoğraf çekebilir.
-Bu noktada serginin kuratörü sevgili Altan Bal, sen Reyhan’ın çalışmalarıyla ilgili neler söylemek istersin ?
-Fotoğrafın, (artık bir fotoğraf makinesine bile gerek duymadan) neredeyse kusursuz hale gelen gerçek olanı taklit etme becerisi, eskiden olduğu gibi şimdi de insanları şaşırtmaya devam ediyor. Öylesine bir “gerçeklik taklidi” becerisi ki, bugünün insanı âdeta madde bağımlılarını andıracak kadar her gün, her saat, her dakika onlarca, yüzlerce fotoğrafı dikizlemek için kafasını ekran başından kaldırmıyor. Kimseye “gerçek ve manası” lazım değil. Abartılmış taklit hepimizi oyalıyor, eğlendiriyor ve önemli olanı unutturuyor. Kısaca bu şekilde özetleyebileceğim bir fotoğraf ikliminde, Reyhan Mente, sadece bir fotoğrafçı olarak değil, daha çok güçlü bir anlatıcı olacak ortaya çıkardığı fotoğraflarla, bizleri “fotoğrafın gösteriyor” kısmıyla gereğinden fazla oyalamadan “ ne anlatıyor” kısmına odaklanmamızı sağlıyor. Muamma Sergisi fotoğrafları çok tanıdık nesneler, mekânlar, insanları gösterse de, çok da üzerine konuşmadığımız, konuşmayı tercih etmediğimiz, “Muamma” olan durumları anlatıyor. Göstermenin, taklit etmenin bağımlılık yaratan kolaycılığına kendini kaptırmayan Reyhan, siyah-beyaz karanlık oda ve dijital manipülasyon bileşiminden oluşan kendine has tekniğiyle, seyirciyi gerçekliğin sadece görüntüsü üzerine değil, “manası” üzerine de düşünmeye davet ediyor.
–Reyhan, Altan Bal’la çalışmak sana neler kazandırdı ?
-Serginin küratörü Altan Bal sayesinde çalışmalarıma ve fotoğrafik anlam arayışıma hiç bakmadığım bir çerçeveden bakma imkânım oldu. Sergi hazırlığı yaklaşık altı ay sürdü ve bu süreç oldukça verimli, aynı zamanda da keyifli geçti. Birlikte çalıştığımız için çok mutluyum.
-Sergi fikrinin sende ilk oluştuğu andan bugüne kişisel olarak nasıl bir değişim yaşadın ?
-Bu sergiden önce kendimi şanssız bir insan olarak görürdüm ama sergi sürecinde, benim için çabalayan, emek veren bir çok insan oldu. Bu süreçte inanılmaz bir dayanışmaya şahit oldum. Herkese ayrı ayrı teşekkür borçluyum. Fotoğraflarımdan dolayı insanlar genellikle beni depresif ve karamsar olarak nitelendiriyor. Zaman zaman bu duyguları içimde çok yoğun hissediyorum ve bu dönemlerde daha üretken oluyorum. Aslında tam tersi, günlük hayatımda çok enerjik ve heyecanlı bir insanım. Sergi fikri var olan heyecanıma çok daha farklı bir boyutta heyecan kazandırdı ve hayata farklı bir açıdan bakmam konusunda bana yardımcı oldu. Kendimde olumlu anlamda değişiklikler fark ettiğimi söyleyebilirim .
-Kendi yolunu oluştururken etkilendiğin fotoğrafçılar kimler?
-2019’da aldığım bir fotoğraf dersinde Francesca Woodman ile tanıştım ve sanırım daha önce hiçbir sanatçı beni bu denli etkilememişti. Gerek çalışmaları, gerek hayat hikâyesi ile fotoğraf sanatı tarihine yön veren önemli sanatçılardan biri. Joel-Peter Witkin’in çalışmalarında farklı bir estetik anlayışı olduğunu düşünüyorum. Kullandığı teknik ve temalar oldukça etkileyici. Diane Arbus, Cindy Sherman, Sally Mann ve sayamadığım birçok isim var. Ayrıca geçmiş ve günümüz sanatçılarının hayat hikâyeleri üzerine okumalar yapmaktan çok zevk alıyorum.
-Reyhan’cığım sergini defalarca gezebilirim, fotoğraflarına tekrar tekrar bakıp, yeni hikâyeler üretebilirim, üzerine uzun uzun konuşabileceğimiz fotoğrafların var. Sana yaşıtlarına, dönem arkadaşlarına, üretmek isteyenlere neler önerirsin diye sormak istiyorum.
-Öneriden ziyade fikirlerimi paylaşmak isterim. Çok fazla düşünmeden üretim aşamasına geçmek gerekiyor bence. Kendimde gözlemlediğim bir durumdan söz edeceğim. Üretime başladığım dönem, başlarda ne yapacağım ve nasıl yapacağım üzerine o kadar çok düşünüyordum ki bütün enerjimi oraya veriyordum ve bu beni zihinsel anlamda çok yorup, üretimimi yavaşlatıyordu. Çalışmaya başlamadan önce hâlâ çalışmalar üzerinde düşünüyorum ama zihindeki yaratım sürecini eş zamanlı fotoğraf çekerek veya karanlık odada çalışarak devam ettiriyorum. Bunun dışında özellikle son zamanlarda kullandığım makinelere dair çok soru alıyorum. “Hangi makineyi kullanıyorsun? Hangi makineyi almalıyım?“ tarzında sorular. Eğer fotoğrafa bir anlatıcı olarak yaklaşıyorsak, bence böyle teknik konulara çok takılmamak gerekiyor. Dijital bir çağdayız ve artık telefon kameralarımız da fotoğraf makineleri kadar iyi çekiyor. Makineler, anlatmak istediklerimizi göstermemiz konusunda yardımcı bir eleman olarak var oluyor.
-Sevgili Reyhan bu ilk serginle çıktığın fotoğraf yolculuğunun seni çok mutlu etmesini dilerim. İzleyeni de düşünmeye iten yeni fotoğraflarını heyecanla beklediğimi belirtmek istiyorum. Bundan sonraki planlarından da biraz bahseder misin ? Resim mi, fotoğraf mı yoksa iki sanat dalını birleştirdiğin projelerini mi göreceğiz ?
-Fotoğraf benim yaşamımın vazgeçilmez bir parçası ve tabii ki bu disiplinde üretmeye, çalışmaya çok daha heyecanlı bir şekilde devam edeceğim. Resim eğitimi alıyor olmamın fotoğrafik gözüme çok katkısı oldu. Fotoğraflarda da gerçeklikten uzaklaşmayacak şekilde, resimsel bir etki yaratmaya çalışıyorum ve sahip olduğum resim bilgisi ile bunu gerçekleştirebiliyorum. Sanatsal üretim anlamında resim yapmaya devam edip etmeyeceğimi zaman gösterecek, kesin bir şey söyleyemiyorum. Aklımda yeni projeler var ama bunlar henüz tam olarak netleşmemiş projeler. Biraz dinlendikten hemen sonra yeni çalışmalarıma devam edeceğim.
Bu Güzel söyleşi için tesekkürler…
Ben de teşekkür ederim.