Zamanın Ruhu

/

Foto-grafik eylem

Foto-grafik eylemin hem belgesel (sosyal belgesel ve doğa belgeseli), hem de sanat ayaklarında (iddialı söylemler bitmek bilmez) kayda değer bir şey ortaya koyamadığımızı (kuşkusuz foto-grafın her iki ayağında da, çok önemli şeyler yapmış insanlar var; sözümüz tabii ki onlara değil, önce bizatihi kendimize, sonra da açık kalpli davranma cesareti gösterebilenleredir) birey olarak kendimize açık yüreklilikle söylemekten korkmadığımızda ancak, bazı şeyler daha kolaylaşır ve önemli bir eşik geçilmiş olur büyük olasılıkla.

Başlangıçta post-modern olan, modern olanın kalıplarına, değerlerine itiraz olarak yürüyen bir süreci ifade etmişti kimi insana. Büyük ve güçlü dinamikler eliyle, bütün kurum ve kurallarıyla modern olanı tasfiye edip yerine yeni ve başka kurum ve kurallar koymak, başka bir sistem inşa etmek üzere yol alındığında elbette ki modern olanın değerlerine itirazmış gibi görünür. Çünkü itiraz olarak algılanması sağlanır. Mamafih, egemen olana itiraz gibi algılanması yolunda eldeki bütün argümanlar seferber edildiği için, egemenlik çarkının dönmesi ve yeni egemenlik safhasına geçilebilmesi amacıyla işletilen bir süreç olduğu kimine görünmezken, kimi için olup bitenler çok açıktı.

Post-postmodern süreç

Denebilir ki post-postmodern bir süreçten geçiyoruz artık. Modernin kalıpları ve/ya değerleri ciddi anlamda aşındı, yıprandı ve artık o eşik bütünüyle aşılmaya yüz tuttu. Başta üretim ilişkilerinde ortaya çıkan yeni süreç ve bunun yarattığı yeni toplumsal katmanlar veya üst sınıflar ve onların çevresinde gelişen bütün kültürel değerleri gözden geçirdiğimizde; örneğin mimariye, bireyler ve farklı toplumsal kesimler arasındaki iletişime-ilişkilere, yeme-içme alışkanlıklarına ve sofra âdâbına, aile içi ilişkilere-iletişime, konut içi dekorasyona ve kullanılan eşyaya, eğitim-öğretim koşullarına, giyim-kuşama ve hatta günlük yaşamda kullanılan sözcüklere, … velhasıl hayata dair ne varsa topyekûn baktığımızda, modern dünyanın örselendiğini ve tarih sahnesinden çekilmeye çok da uzak olmadığını görüyoruz.

Mamafih, bu yeni aşamada az da olsa elle tutulur bir takım yeni değerler ortaya konmuş olsa bile, hemen hiçbir alanda yerli yerine oturan ve yaşadığımız yüzyılı sürükleyip götürecek yeni değerler üretilebildiği söylenemez.

O yüzden dünya insanlık ailesi sancılı bir dönemden geçiyor.

Bilim, sanat, kültür alanı, çeşitli sosyal alanlar, politik alan, …vs; hemen hepsi aynı sancıları yaşıyor.

Dijital dönemin (“Bilişim Çağı” ya da adına ne deniyorsa) ürettiği sancılar bunlar.

Bütün mesele, yeryüzünün her parçasının bu denli birbirine yakın (erişilebilir) ve hemen her türlü bilgi ve/ya veriye ulaşılabilir olduğu günümüzde, post-postmodern süreçte dünya insanlık ailesine fikren ve/ya zirken katkıda bulunabilme yahut bulunamamadır. Bireye söz söyleme hakkı veren en önemli kriter, yaşadığı coğrafyaya ve/ya dünya insanlık ailesine ne kadar katkı verdiğidir. Yüksek seviyede katkısı olmayan bireyi dikkate almaz, dinlemezler. Dolayısıyla, izleyici ve/ya takipçi konumunda kalır. Her zaman öyle olmuştur, bundan sonra da kuşkusuz öyle olacaktır.

Foto-graf ortamı

O halde, içinde yer aldığımız sanat ortamı ve doğrudan bizi ilgilendirdiği için tabii ki foto-graf ortamı sığ suları terketmek, hapsolduğu kısır döngüden kurtulmak zorunda. İşte bu noktada, modern dönemin estetik anlayışı dışına çıkmaya cesaret edilebilmesi ve onun dışına çıkılmasına izin vermeyen tutumdan vazgeçilmesi oldukça önemlidir. İzleyici/takipçi konumundan çıkılabilmesi için her türlü arayışa, yenilik çabalarına destek olunamıyorsa bile engel olmamak icap eder. Çünkü hayatın akışını (nereye doğru gittiğini tam anlamıyla bilmiyor olsak bile) durdurmak mümkün değildir.     

Fakat modern olanın samimi ısrarlı takipçileri gibi, postmodern (hatta post-postmodern) olanın ısrarlı samimi takipçilerinin bulunduğunu da unutmamak gerekir. Öte yandan vaziyetin böyle olması, onların yeni fikirler inşa etme potansiyeline sahip olmadıkları anlamına gelmez. O potansiyelin açığa çıkması için daha fazla çabaya ve emeğe gereksinim olduğu unutulmamalıdır. Asıl soru şu: Öyle bir potansiyel var mıdır? Kuşkusuz vardır. Fakat hangi kuşaktan birileri böyle bir hüner gösterir, bilmek hakikaten zor. Malûm, 78 kuşağı bile neredeyse eskidi. Ardından gelen X, Y, Z Kuşakları ve hepsinden genç olan Alfa Kuşağı var. Feleğin tekerine çomak sokacak, bir bakıma alışılagelen vaziyetin ötesine geçip takipçi olma halinden kurtulup öncü olmayı başarabilecek birileri muhakkak çıkacaktır. Ya da onlar temelleri atacaklar, sonraki kuşaklar ise (“Beta Kuşağı”, “Gama Kuşağı”… ya da hangi isimle anılacaklarsa) süreci tamamlayacaklardır.    

Düşünmek ve üretmek için insan olmak yeterlidir.

Fotograf: Eren Alpay

Siber Dönem

Asıl önemli olan post-modern sürecin bitimindeki evredir. Ona dair bir tahayyülümüz var mı? “Siber Dönem” yahut başka bir isimle tanımlanacak olan o yeni evreye ilişkin sanat, felsefe, sosyoloji ve diğer alanların teorik temellerini inşa etmek üzere kayda değer bir şey yapıyor muyuz? Yeni egemen paradigmanın ve alternatif paradigmanın çok zaman önce inşa edildiği varsayılıyor olsa bile, başka bir paradigmaya ihtiyaç olup olmadığı konusunda fikrimiz var mı? Şayet yeni paradigmaya ihtiyaç varsa, onun inşası konusunda herhangi bir çabamız var mı?

Antik dönemdeki “Kent Devleti”, “Site Devleti” yapılanmasına benzer bir model mi inşa edilecek, tam tersine yeryüzünün tamamını kapsayan bir “Dünya Devleti”mi inşa edilecek, yoksa birinden diğerine geçilmek üzere bu iki model belli zaman aralıklarıyla ard arda mı inşa edilecek? Yahut başka bir şey mi olacak? Herbirimiz veya bazılarımız, kültür-sanat dünyasında iddiası olanlar, fikir düzleminde kendisini var edenler ve tabii ki foto-graf ortamında yer alan entelejansiya, böyle konularda ne düşünüyor veya ne öneriyoruz? Konunun hak ettiği ölçüde, kuramsal alanda çaba gösteriyor muyuz?

Dünya insanlık ailesi

Gözle görülür yoğunlukta bir çabanın varlığından söz edemiyor olsak bile, bu yönde bir çabanın hiç olmadığını/olmayacağını söylemek de negatif önyargı ve haksızlık olur. Umarız ve dileriz bu yöndeki çabalar daha da yoğunlaşsın, gelişsin, büyüsün.

Tam bu noktada önemli bir hususun altını kalın çizgilerle çizelim. Dünya insanlık ailesine katkı vermek bağlamında takipçi olmaktan çıkma, öncü olma potansiyeli gibi meseleleri irdelememizden, başka ülkenin (doğu ya da batı) insanına “var mısın bilek güreşine?” türünden caka satmak gerekiyor gibi bir sonuç çıkartılmamalı. Çünkü hiç kimseyle bilek güreştirmek derdinde olunmamalı. Kimseyi altetmek kabilinde sığ bir tutum geliştirilmemeli. Fikir ve sanat insanlarının böyle hezeyanlarla söz söylemesi, yapıt inşa etmesi bizatihi o düzlemin tabiatına aykırıdır. Herbirimiz birer bireyiz, kendimizden olduğu kadar çevreden ve içinde yaşadığımız toplumdan da sorumluyuz. Dahası, her birey aynı zamanda dünya insanlık ailesinin bir parçasıdır ve sorumluluklar da karşılıklıdır.

Kısır döngüden çıkmak gerek

Bunu sağlayabilmek için okumaya, düşünmeye, tartışmaya ihtiyacımız var. Vitrin oluşturma kaygısına bir süre için ara vermek iyi olabilir. Esasında çok mütevazı olan, abartacak fazlaca bir şeyi bulunmayan küçük foto-graf dünyamızda imrenilecek, özenilecek konumda bir insan imajı üretmek için sarfedilen çabanın bir bölümünü ciddi anlamda bir okuma ve düşünme eylemine ve tartışma düzlemine ayırmak hiç zor değil. Bir başka şey de (ki çok önemlidir), gönüllü amatör çabaların bu güne kadar olandan daha fazlasının ortaya çıkması için biraz daha gayret etmektir. Profesyonel çabalar, yani para elde etmek kaygısıyla yapılan işler tabiatı gereği sipariş üzeredir, parayı ödeyenin beklentilerini karşılamak içindir. O yüzden daha ziyade amatör-gönüllü kulvarın çabasını işaret ediyoruz. Daha fazla dayanışma, daha fazla gönüllülük, daha fazla özveri. Yaşadığımız özgün koşullarda başka seçenek de yok zaten.

Profesyonel ve gönüllü kulvar

Profesyonel kulvar da kuşku yok ki çok katkı sunabilir. Çok kez de sunmuştur zaten. Çünkü amatörler esasında pek çok şeyi profesyonellerden öğrenmişlerdir. Haklarını teslim etmek mecburiyetindeyiz. Öte yandan, daha fazla katkı sunmaları için amatör-profesyonel kulvarların iletişiminin, doğal olarak amatörler marifetiyle daha da güçlü hale getirilmesi icap eder. Bu hususta büyük yük gönüllülerin omuzlarındadır. Yaşadığımız dönem özellikle de akademiyle (akademideki çeşitli disiplinlerle) bağların güçlendirilmesi oldukça önemlidir.

Ancak ne yazık ki gönüllü kulvarın (amatörlerin) baskın çoğunluğu kısır döngü içinde kalmak suretiyle, sahip oldukları en değerli şeyi (o değerli şey tabii ki ‘zaman’dır) kaybediyor ve potansiyel üretim etkinliklerinin epeyce uzağına düşüyor. Bunu önlemek, değiştirmek gibi düşüncelerin düşten ibaret kalacağını biliyoruz. O yüzden de baskın çoğunluğu değil, eli kalem tutan, okuyan, düşünen, fikir üreten sınırlı sayıda insanın daha fazla gayretine gereksinim olduğunun, daha da önemlisi bu insanlara yenilerinin katılmasının büyük değer ifade ettiğinin altını çizmek istiyoruz.

Kanaatimizce “güzel” olanı bir süreliğine rafa kaldırıp, “iyi” olana bakmalı.

Hangi iyi, kimin iyisi?

Bunu söylerken iyi olan ile güzel olanın her zaman ayrı düştüğünü değil, her zaman buluşmadığını ifade etmek istiyoruz. Güzel olan her zaman iyi olan değildir. Bu, ‘iyi’nin her zaman ‘güzel’ olmayacağı anlamına da gelmez. Özetle, iyi olan bazen güzel olmayandır (hatta güzel olanın irrite edici ölçüde haz nesnesi haline getirildiği bir zamanda, çoğu kez güzel olmayandır). Bir yandan da şunu düşünmeden edemiyoruz: “İyi” olan; hangi iyi, kimin iyisi? Dün iyi imiş gibi görünenin bu gün esasında kötü olduğu kanaati hasıl olmuşsa, nasıl bir iyi? Zamana, kültürlere, aynı kültür içindeki farklı toplumsal kesimlere, farklı dünya görüşlerine, çeşitli bireysel yaklaşımlara vs göre ‘iyi’ aynı olmayabilir. Ancak, herkesin üzerinde mutabakata varabileceği bazı evrensel değerler var elbette ki.

‘Güzel’ ile ‘iyi’yi bir kez daha, belki birkaç kez daha düşünmeli.

Görünür estetik bağlamında bir ‘güzel’ anlayışıyla hemhal olan, böylesi bir ezber ve/ya hazır reçete üzere foto-grafik yolculuğunu sürdüren özellikle de genç kuşakların dikkatine naçizane birkaç cümle: Şayet bir ustanın birikimiyle şekillenmişse, mevcut estetik bilgi-görgü rehberliğinde güzel olmadıkları yargısıyla değerlendirilen foto-grafların bir şey söyleyip söylemediklerine, bir şey anlatma derdinde olup olmadıklarına öncelikle bakmakta yarar var. Kimbilir belki bilinçli bir güzel olmama hali içinde, son derece önemli bir şey söylemektedir. Böyle bir tercihin nedeni de, güzele boğulan (aşırı estetize edilen) foto-grafların, dile pelesenk olmuş bir ezber üzere, hazır bir reçete ile sadece güzel üzerinden ele alınacağı ve içeriğindeki derin anlamın (varsa tabii ki) yahut değerli sözün ıskalanacağı kaygısı olabilir.

Mamafih, hazır reçete öylesine içselleştirilmiştir ki, ne yaparsanız yapın izleme eylemi gene güzel üzerindendir ve foto-grafların ne söylediği konusu her hal ve kârda ıskalanır. Hatırlanması gereken şey, foto-grafları paylaşan ustanın (birikimli bir insandan söz ettiğimizi varsayın) ‘güzel’ olanı da muhakkak çok iyi bileceği ve çalışmalarının ilk evresinde zamanının önemli bir kısmını bu nevi beyhude yaklaşımla  (muhtemelen) heba etmişliğidir. Deneyimlidir, birikimlidir, ustadır, bu itibarla aşırı makyajın veya parıltılı giysinin, içeriğin (özün) niteliğini değiştiremediğini bilir. Eşeğe altın semer vurmakla o garibin doğasının ya da makûs talihinin değiştirilemeyeceğini çok zaman önce öğrenmiştir.       

Dam üstünde saksağan

Muhteşem bir kaligrafik yazıyla “Dam üstünde saksağan, …” yazıp çerçevesini de alabildiğine süsleyip püslesek, sonuç ne olur? Çok güzel bir görüntü oluşur ve baktırır sadece. Peki, ne ifade eder? Hiçbir şey. Önemli bir şairin muhteşem bir dizesini kargacık burgacık yazıyla yazsak, sonuç ne olur? Güzel bir yazı olmaz sadece. Peki, yazının güzel olmayışı, anlam kaybına yol açar mı? Tabii ki hayır. Bu harika dizeyi ortalama bir yazıyla, yani rahat okunabilir düzgün bir yazıyla yazsak, ne olur? Düzgün bir yazı o dizeyi daha rahat okumamızı sağlar, iyi de olur. Peki, bu dizeyi inanılmaz derecede süslü kaligrafik bir yazıyla yazsak ve çerçevesini alabildiğine süslesek, ne olur? Deneyin isterseniz. Göreceksiniz ki, kalıplara alışmış ve hazır reçetelerle izlemeyi kanıksamış olan insanlar ağırlıklı olarak süslemeye, yani güzelliğe bakacak ve orada takılıp kalacaklardır. Dizedeki anlam ikinci plana düşecektir, hatta kimi zaman içerdiği anlamın farkında bile olunmayacaktır.

El değmemiş alanlara (tabii bulabilirseniz), yani doğal alanlara baktığımızda ne görürüz? Belleğimizde yer etmiş, zihnimize işlemiş estetik anlayışından fazla bir şey bulamayız. Bize kalsa her şeyi düzenli sıralar halinde dizeriz, fazlalıkları atarız. Hangi fazlalıkları? Fazla olan nedir? Fazla olan bir şey var mıdır? Doğada mevcut olan herhangi bir şey neden fazla olsun? Şurada bir çam ağacı, burada bir çalı grubu, biraz ötede birkaç ardıç, yakınımızda kaya kütlesi, ufukta dağ silsilesi. Bize bırakılsa orayı hizaya sokarız hemen. Halbuki karmaşa gibi görünen o ortamda binbir çeşit böcek, kuş, sürüngen vs yaşar. Oradaki çeşitlilik çok büyük bir hayatın idamesi içindir. Çöl, buzul, okyanus, nehir, deniz, göl, orman, dağ, ova, …herbiri kendi içinde harikuladedir. Hepsi bizim güzellik anlayışımızın çok ötesinde güzeldir ve barındırdığı cevhere erişemeyeceğimiz kadar da kıymetlidir.

Doğayı değiştirmeye çalışmak

Yeryüzünde yaşayan her canlı da harikuladedir. Başka türlü düşünmek yahut varsaymak akla ziyandır. Kemerli burnumuzun, ince dudağımızın, yüzümüzdeki kırışıkların güzel olmadığını nereden, hangi yargıyla biliyoruz? Buna dair bir bilgimiz olmalı ki, hepsini değiştirmeye çalışıyoruz. Böyle bir güzellik anlayışıyla yola çıkıp doğayı da değiştirmeye, dönüştürmeye çalışıyor olmayalım sakın?! İnsanın kendi yaşamını düzenleme çabası elbette ki anlaşılabilir bir şeydir, fakat doğa söz konusu olduğunda, onu kendi devinimine bırakmak ve tahrip etmemeye özen göstermek en iyisidir (“İyi”den söz ediyorduk; bu noktadaki iyi konusunda öyle sanıyoruz ki mutabakat sağlamak olasıdır). Sadece insan türünün değil, yeryüzündeki bütün canlı türlerinin yaşamlarını düzenlemeye çalıştığımızı ve bunun çok da isabetli, iyi ve/ya doğru bir şey olmadığını zaman zaman aklımızdan geçirmemizde sayısız yarar var.

Fotograf: Vildan Gaye Bala Çağlarca

Sanat İnsanı

İşte bu noktada akla gelmesi muhtemel soruları yanıtlayabileceği varsayımıyla iki hususa ilişkin birkaç şey söylemekte yarar görüyoruz. İlki; bir insan eylemi olan sanatın, doğada mevcut olanın üzerine yeni ve/ya başka bir şey koymak olduğuna ilişkin görüştür. Doğanın estetiğinin harikulade olduğunu söylerken, sanat insanı bağlamında onun üzerine bir şey koyma ihtiyacı bulunmadığına hükmetmedik.

Sanat insanının kendine has bir dünyası vardır, özel bir dünya inşa etmiştir, eserini orada şekillendirir. Bu bağlamda doğaya, doğanın estetiğine itiraz söz konusu değildir. Aksine doğanın estetiği daha da değerli ve anlamlıdır. Tamamen uca savrulup ona itiraz eden olabilir mi? Elbette olabilir. Böylesi bir tavır bu metnin içeriğiyle ilişkili değilse de, ciddi anlamda kayda değer ayrı bir tartışma konusudur. Sanat insanı kendi özgün duygu ve düşünce dünyasından süzerek yeni bir şey söyler. Kendine has tekniği, özel bir estetik tavrı varsa, ona yaslanır. Bu da onu özel kılar. Bir başka şey ise, foto-grafın bir şey söylemek zorunda olmadığı yolundaki söylemdir. Oysa bizatihi bu söylemin kendisi de bir şey söylediğini dillendirir.

Foto-graf çok şeyler söyler

Bir şey söylemek ya da anlatmak zorunda olmamak yolundaki fikir de, nihayetinde bir fikirdir, bir şey söylemektir zaten. Bu da bir yana, foto-graf dışında diğer bütün sanat kulvarlarının (şiir, öykü, roman, sinema, tiyatro, opera, bale, resim, heykel, müzik, …vs.) hiç birinden bu yönde bir söylem işitilmez. Bir şairin, şiirin bir şey söylemek zorunda olmadığını iddia ettiğine henüz tanık olmadık. Romanda, öyküde, sinemada, tiyatroda, heykelde, resimde, …vs istense de, istenmese de bir şey söylenir. İnsan psikolojisini, sosyolojik ve/ya kültürel durumla ilgili bir şeyi, politik şeyleri anlatır. Velhasıl muhakkak anlatır. İnsan hallerini veya toplumsal halleri anlattığına dair bilgideki kasıt da budur.

Foto-grafın bir şey söylemek zorunda olmadığını iddia edenlerin ortaya koyduğu foto-grafı ele alalım. İddia sahibi için olmasa da, öncelikle izleyen için bir şey ifade ediyor, bir şey anlatıyor olabileceğini unutmamak gerekir. Bununla birlikte, foto-grafçının bizatihi kendisinin ne yapıp ettiği veya onları yaparken ne düşündüğü, ne hissettiği hakkında bilgi iletir ve birikimi hakkında pek çok şey söyler ilgili foto-graf. Daha da önemlisi, foto-grafın bir şey anlatmak zorunda olmadığı iddiasının somutlandığı foto-graftır, dolayısıyla o iddiayı söyleyen, dile getiren foto-graftır. Bu itibarla, hiçbir şey söylemiyorsa dahi, bunu söylüyordur.         

Kalıplaşmış bütün yargılar üzerine düşünmekte yarar var.     

Foto-graf kulvarının bireye (sanat insanına) sağladığı olanaklar hafife alınacak türden değildir. Bireyin kendi sözünüzü söyleyebileceği, kendini ifade edebileceği, var olabileceği çok önemli bir alandır foto-graf. Süsleme mi yapacak, yoksa kendini mi ifade edecek? Buna karar vermeli. Kaldı ki her ikisini de yapabilir, buna engel yok. Yaptığı süsleme de zaten O’na dair şeyler söyler. En azından kendisini onunla sınırladığı yahut onu aşamadığı veya daha fazlasını yapamadığı yönünde bir yargıya yol açar ki bu da ilgili foto-grafın foto-grafçıya dair iletisidir.

Kanaatimizce insanın özü sıradan bir süsleme kadar vasat değildir. Çok daha yüksek bir potansiyel vardır. Bütün mesele bu potansiyelin açığa çıkmasındadır. O nedenledir ki birey hazır reçetelerden bir nebze uzaklaşıp yeniden düşünürse, hayatı anlatmaya, kendini ifade etmeye bir adım yaklaşır.

Foto-grafik bir eylem

Hayata dair ne varsa, sunulduğu-gösterildiği ve/ya telkin edildiği gibi değil, sanat insanı, onları bizatihi kendisinin algıladığı, anlamlandırdığı veya yorumladığı gibi foto-grafik eyleminde ortaya koyduğu zaman kendine has bir söz söylemiş olur. Aksi halde başkalarının hazırladığı kalıplar içinde ve onların arzu ettiği şekilde foto-grafik bir eylem ortaya çıkar.

Paylaşılan foto-graf(lar)da foto-grafçının varlığından söz edebilmek için, duygu ve düşünce dünyasıyla bizatihi foto-grafçıyı görmek ister bilinçli izleyici. “Acaba ne söylemek istiyor, hangi soruna parmak basıyor?” gibi bir yaklaşımla bakar üstelik. Böyle bir izleyici profili var mı? Elbette ki var. Sayı çok kabarık olmasa da böyle bir izleyici kitlesinin varlığından rahatlıkla söz edebiliriz.

Soru şu: Başkalarının önerdiği şeyler mi var, kendi duygu ve düşünce dünyanıza dair şeyler mi var foto-grafınızda?

Sanatın tarihine, özelde foto-grafın tarihine göz atmakta yarar var. Çirkinin estetiğinden tutun, daha pek çok şey aslında bu gün çoğumuzun düsturu haline gelen ‘güzel’ bilgisiyle örtüşmez. En önemli çıkışlardan biri olduğu için tarihe adını yazdıran Marcel Duchamp’ın eylemlerinin ne anlama geldiğini, neyi ifade etmeye veya göstermeye çalıştığını düşünmekte yarar var. Eleştirilerin haklı ya da haksız olduğu konusu bir yana bırakılarak (eleştirilerde doğruluk payı bulunup bulunmadığı ayrıca tartışılır), Salgado’ya yöneltilen eleştirilerin özüne, yani o eleştirilerin neye parmak bastığına bakmakta yarar var.                                                               

“Güzel” olanla ilgilenmenin yanlış olduğunu söylemiyoruz.

“İyi” olanın (güzel olmasa bile) ihmal edilmemesi gerektiğini söylüyoruz.

İlk gençlik yıllarında amatör olarak uzun süre resim ve karikatür yaptı, edebiyat dünyasına yakın durdu. Üniversite sonrası amatör olarak Halk Müziği ve Kültürü konusuna eğildi. 90’lı yılların başlarında amatör olarak fotografa başladı.
Resmi ve Özel Kurum ve Kuruluşlarda Temel Fotoğraf Eğitimi Seminerleri ve İleri Düzey Fotograf Seminerleri verdi, Atölyeler gerçekleştirdi. Basılı ve sanal ortamda Felsefe, Yazın ve Fotograf dergilerinde fotografa ve sinemaya dair yazıları yayınlandı.
Sinemaya, edebiyata, müziğe, fotografa ilişkin okumalarını sürdürmekte, çeşitli metinler kaleme almakta, denemeler ve/ya eleştirel denemelerle yazı serüveni devam etmektedir.
Ulusal ve uluslararası fotograf yarışmalarında jüri üyesi oldu, çeşitli platformlarda gösteriler ve söyleşiler gerçekleştirdi, panelist oldu, çalıştaylarda bildiri sundu.
Fotografın farklı kulvarlarındaki usta fotografçılarla bir dizi söyleşi/röportaj gerçekleştirmek suretiyle onların yaşam öykülerini, fotograf serüvenlerini, duygu ve düşünce dünyalarını kitaplaştırıp sonraki kuşaklara aktarmaya çalıştı.
Kitapları:
“Fotograf Sanatı Üzerine” 4 cilt.
“Fotoğraf Ustaları” 10 cilt
“Işıkla Resmedenler” 16 cilt
“Handan Tunç ile Sanat (Özelde Fotograf) Üzerine Söyleşi
“Kan Çiçekleri” (Ressam Hikmet Çetinkaya’nın otobiyografisi)
“Sicim” (Ressam Ahmet Yeşil’in biyografisi)
“Bir Lisan-ı Münasip Foto-Graf”
“Dikensiz Kirpi” (Eleştirel Deneme)
“Köhne Bahar” (Roman)
“Demir Çıra” (Öykü)
“Kırık Köşe Taşları” (Öykü)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Bosphor-Bosphor

İstanbul’da fotoğraf çekmenin kendine mahsus bir zorluğu var. İlgi çekici imajların yoğunluğu öyle bir raddeye ulaşıyor…

Gerçekliğin Olağanüstü Cazibesi

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Ahu İncekaralar  https://instagram.com/ahuincekaralar  tarafından yayına hazırlanmıştır. . . .…

Foto Patinaj

Daha ziyade motorlu araçların çamurda, buzda, kumda veya benzer zorlu zeminlerde lastiklerinin (tekerleklerinin) hareketine rağmen ilerleyememesi,…

Doğal Seçim…

Uzun zamandır özünde “fotoğraf” olan yazı klavyeden akmıyor. Ancak fotoğraf kullanarak fotoğrafın etrafında döndüğümüz yazılar sunmakla…

Yapay Zeka

Görsellerde yapay zekan kullanımının tartışmaya açılması büyük ölçüde 2023 yılı Sony World Photo Organisation – ki…

Beatrice’den Gelen Mektup

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Özlem Dikeçligil  https://www.instagram.com/ozlem_dikecligil/  tarafından yazının sonunda künyesi verilen kitapların esiniyle…