denizler.
O uçsuz bucaksız milyarlarca yıldır salınan,
İçlerinde türlü çeşit can,
Büyük büyük atalarımızı doğuran o umman.
Kıyamet bu kez denizlerden gelecekmiş,
ufuktaki o gemiden, öyle dediler,
ama, nasıl, ne zaman, bilinmeyen.
Bu belirsizlik yaktı içimizi dışımızı,
Hangi karanlık güçlerin elinden, nasıl, ne zaman geleceği bilinmeyen
İçinde yaşadığımız sarsıntılar,
dağları, taşları aşan zorluklar yetmezmiş gibi,
bir de uzaklardan gelecekmiş yeni kıyametler.
öyle mi.
kimimiz attı iki sandalye kıyıya, bakıp duruyor o gizemli gemiye.
Daha neler gelecek başımıza diye diye.
Kimimiz sahillerde dolaşıyor, avunmak için hiç olmazsa bir günlüğüne,
ama, bir gözleri hep o gemide.
Şu çamurun, şu balçığın içinden çıkma ümidi de mi var
acaba
o kıyamet gemisini izleyen gözlerde.
At izi, it izi, insan izi… heyhat… hepsi birbirine karışmış,
Kiminin kendi düşecek, kiminin sureti kıyılara
ne zaman, nasıl geleceği bilinmeyen kıyametin ayak izlerini araya araya
biz de, o gün, konu komşu yerleştik deniz kıyısına,
hem merakla hem korkuyla.
Öylesine oturuyoruz, dalmışız ufuklara.
oysa, bizim bildiğimiz kıyamet göklerden gelecekti.
Öyle diyordu efsaneler.
Hani göklerdeydi, hepimizin akıbeti,
Kah cennet kah cehennem hani.
Israfil sur’un üfleyecek, kopacak kıyamet,
Bir daha üfleyecek sonra, dirilecekti ya tüm insanlar,
Önlerinde yepyeni sonsuz günler.
Ya bu hayattaki kıyametler.
Ya insanların şimdi ve burada yaşadığı eziyetler.
yine de takla atıyor çocuklar sahillerde, o bilinmeze inat,
bir daha bir daha.
Umut etme arzusuyla, bir daha bir daha takla atıyorlar,
evet, o ilk günahtan miras arzuyla,
elma aşkına.
*) bu metin, ilgili fotoğraflar ile birlikte, “Yol Kenarı” (Tayfun Pirselimoğlu, 2017) filmi üzerine, Serkan Turaç danışmanlığında düzenlenen “referans çağrışım” fotoğraf atölyesi kapsamında hazırlanmıştır.
Bize Ulaşın