“Yol Kenarı” üzerine *

//

denizler.

O uçsuz bucaksız milyarlarca yıldır salınan,

İçlerinde türlü çeşit can,

Büyük büyük atalarımızı doğuran o umman.

Kıyamet bu kez denizlerden gelecekmiş,

ufuktaki o gemiden, öyle dediler,

ama, nasıl, ne zaman, bilinmeyen.

Bu belirsizlik yaktı içimizi dışımızı,

Hangi karanlık güçlerin elinden, nasıl, ne zaman geleceği bilinmeyen

İçinde yaşadığımız sarsıntılar,

dağları, taşları aşan zorluklar yetmezmiş gibi,

bir de uzaklardan gelecekmiş yeni kıyametler.

öyle mi.

kimimiz attı iki sandalye kıyıya, bakıp duruyor o gizemli gemiye.

Daha neler gelecek başımıza diye diye.

Kimimiz sahillerde dolaşıyor, avunmak için hiç olmazsa bir günlüğüne,

ama, bir gözleri hep o gemide.

Şu çamurun, şu balçığın içinden çıkma ümidi de mi var

acaba

o kıyamet gemisini izleyen gözlerde.

At izi, it izi, insan izi… heyhat… hepsi birbirine karışmış,

Kiminin kendi düşecek, kiminin sureti kıyılara

ne zaman, nasıl geleceği bilinmeyen kıyametin ayak izlerini araya araya

biz de, o gün, konu komşu yerleştik deniz kıyısına,

hem merakla hem korkuyla.

Öylesine oturuyoruz, dalmışız ufuklara.

oysa, bizim bildiğimiz kıyamet göklerden gelecekti.

Öyle diyordu efsaneler.

Hani göklerdeydi, hepimizin akıbeti,

Kah cennet kah cehennem hani.

Israfil sur’un üfleyecek, kopacak kıyamet,

Bir daha üfleyecek sonra, dirilecekti ya tüm insanlar,

Önlerinde yepyeni sonsuz günler.

Ya bu hayattaki kıyametler.

Ya insanların şimdi ve burada yaşadığı eziyetler.

yine de takla atıyor çocuklar sahillerde, o bilinmeze inat,

bir daha bir daha.

Umut etme arzusuyla, bir daha bir daha takla atıyorlar,

evet, o ilk günahtan miras arzuyla,

                                                                                                  elma aşkına.

 

*) bu metin, ilgili fotoğraflar ile birlikte, “Yol Kenarı” (Tayfun Pirselimoğlu, 2017) filmi üzerine, Serkan Turaç danışmanlığında düzenlenen “referans çağrışım” fotoğraf atölyesi kapsamında hazırlanmıştır.

 

Fotoğrafa merakı geçen yüzyılda, 70’li yılların ikinci yarısında, üniversite yıllarında başladı; sanata, edebiyata, resme, şiire, saza söze, arkeolojiye, tarihe meraklıydı oldum olası; giderek dünyayı değiştirmeye, tıbba ve psikiyatriye merakı da aynı yıllara rastlar. Tank gibi bir Zenith TTL makinayla dolanırdı ortalıkta. Güneşli havada 125’e 16, merdiven altında karanlık oda, ah bir 400 ASA’lık film alabilsek de, çekebilsek yarı karanlıkta. Her biri 36 kare, aman hemen bitmesin, yanında yedek film var mı, nasıl çıktı acaba, gel de bekle bir hafta, derken, fotoğraf öğreneceğim diye sabırlı olmayı öğrendi bir de. Beklemeyi, zamana inanmayı öğrendi.

“Yeni Fotoğraf” dergisinin çıkışını heyecanla her ay alışını, üç arkadaş evin alaturka tuvaletini karanlık odaya çevirişlerini, bol fotoğraf çekmeden bu işin öğrenilemeyeceğini anladıklarında, film masrafını kısmak için, Sirkeci’den 300 metrelik film alıp onu kasetlere bölüp bol bol siyah beyaz fotoğraf çekişlerini, o günlerden kalan görüntüleri; Alsancak’ta ayı oynatan adam ve ayısının görüntülerini, Kayseri’de çeşme başında oynayan çıplak çocukların, İzmir’de Cumhuriyet Meydanı’nda büyük mitinglerin görüntülerini, ille de kordon görüntülerini hayal meyal hatırlıyor.

Ardından, uzun bir ara girdi fotoğrafla arasına. Psikiyatri eğitimi ve uzmanlığıyla artık makinasız fotoğraflar çekmeye dönüştü adeta bu merak. Yardım için başvuran kişileri dinlerken kendi zihninde onların fotoğraflarını çekmeye, onların iç dünyalarını, duygu hallerini zorluklarını, hayat mücadelelerini zihninde imgelerle canlandırmaya dönüştü bu merak. 80’li yılların başlarından itibaren artık mesleğine gömülmüştü. Araştırma yapmak, ders vermek, klinik pratik, meslek örgütlenmelerinde aktif görevler üstlenmek ve bu görevleri bağlamında yüzün üzerinde ülkeye seyahat etmek, konferans vermek. Buralarda mutlaka sanat müzelerini, az da olsa fotoğraf müze ve sergilerini ihmal etmedi; tabii, elindeki genellikle kompakt makinaların deklanşörüne gelişine basmayı da.

Altmışından sonra, taa gençlik yıllarından beri uzaktan beğeniyle izlediği İFSAK’ta kurs görme zamanı bulabildi; ardından, fotoğrafın günlük hayatında kapsadığı zaman, alan genişledi. İFSAK’ta Temel Eğitim Semineri, ardından, Pitoresk projesi, Çekim Teknikleri, Portre, Makro, Uzun Pozlama dersleri, çalışmaları, Semt projesi çalışmalarında, katılabildiği fotoğraf gezilerinde rastgele, gelişine fotoğraf çekmemeyi öğrendi. Ortaya çıkmasını istediği fotoğrafı, önce zihninde kurgulamayı, onu mümkün olduğunca önce zihninde tasarlayıp görmeyi, imgeleştirmeyi, ardından dış dünyayı bu zihnindeki tasarıya göre gözden geçirmeyi, dış dünyanın kontrolü dışı olan gerçekliklerini dikkate alan bir bakış açısı benimsemeyi, mümkünse dış dünyaya az da olsa istediği biçimi vermeyi ve elindeki teknik olanaklar çerçevesinde zihnindekinin mümkün olup olmadığına karar vermeyi ve teknik ayarları / düzenlemeleri buna göre yapmayı öğrendi. Dış dünyadan edindiği izlenimleri iç dünyasında kurgulayıp / tasarlayıp, sonra bu tasarımı dış dünya ve teknik olanakların sınırlılıklar çerçevesinde, dış dünyanın içinden çekip çıkarması ve fotoğrafa dökmesi gerektiğini öğrendi. Fotoğrafın “çekilen” değil, “yapılan” bir şey olduğunu; fotoğrafı “çekmek” değil, “yapmak” gerektiğini öğrendi.

Fotoğrafın, dış dünya ile iç dünyasını birleştiren bir araç olduğunu; dış dünyayı
kendisine göre yeniden inşa ederken iç dünyasını zenginleştiren bir araç olduğunu kavradı.

Bu yüzyıla devrilmişti zaman; sayısallaşan bol renkli dünyada, “tekniğin önceliği, estetiğin üstünlüğü, yaratıcılığın hazzı” der durur oldu; bu dediğinin peşine düştü. Fotoğrafın “makinenin çektiği birşey değil, fotoğrafçının yaptığı bir şey” olduğunu kavradı. Kısaca, hayatına “fotoğrafça bir anlam katma” peşinde bir fotoğraf meraklısı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Edebiyat

Sevmek Zamanı

orada sen ve yalnızlığın erosun oku değdi tenime ve ben burada yalnızlığımla naso magister erat **…

Zigotlarımız

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Özlem Dikeçligil tarafından hazırlanmıştır. . . . . .…

Dün Yağmur Yağacak

Saatin altında yazardı; “Bir bakıyorsunuz üç, bir bakacaksınız hiç…”  Özdemir Asaf  Özdemir Asaf’la tanıştınız mı? Konuştunuz…

Orman: Evimizin Arka Bahçesi

Çocuktuk: Kıra giderdik Bir albümün kapağını açıyoruz. Anılar; soluk, sepya fotoğraflarla yer değiştirmiş. Zor geçen günlerin…

Emel’in Kaçamağı

Kadın vestiyere astığı şalını aldı, katlayıp çantaya yerleştirdi. İtalyan ayakkabısını çekmeceden çıkardı, spor ayakkabısını onun yerine…

Olduğu Kadar…

Bu ayki yazıma başlamadan önce kulaklığımı taktım ve Spotify’dan Romen şarkıcı Maria Tanase’yi açtım. Parmaklarım klavyeye…

Balkondaki Kadın

Fotoğraflar Nasıl Kaybolur? Doğan zil sesi ile uyandı. Başındaki saate baktı. Saat 09.00’u gösteriyordu. Çalan telefonu…