Modern Amerikan romanın yüz akı ve en önemli temsilcilerinden biridir, Faulkner. Sıra dışıdır. Romanları sembollerle ve derin ruh çözümlemeleri ile örülüdür. Yer yer destana varan anlatımları ve aniden trajediye dönüşmeye meyilli tuhaf konuları vardır imgeleminde. Roman denen uzun yolda, heybesinden dikkatle çıkarır ve idareli kullanır tüm bu malzemeyi. Faulkner, romanlarında kendine hayali bir yer yarattı: YOKNAPATAWPHA. Haritalarda onu aramak boşunaydı. Ama yazdığı her şeyin olabilme olasılığı vardı. O yazdıkça olacaktı da. Edebiyatın kaderi buydu.
Yaşamı, birçok “sıkı” yazar gibi esintili geçti. 1.Dünya Savaşı sırasında pilotluk eğitimi için Hava Kuvvetleri’ne katıldı ama savaş bittiği için uçma arzusu gerçekleşemedi. 1921’de New York’ta bir kitapçıda tezgâhtar olarak çalıştı; tezgâhların arkasında yazdı. Daha sonra üç yıl postane müdürlüğü yaptı; masasında, mektup trafiğinin ortasında yazdı. Öyküler ve romanlardan önce ilk yazdıkları şiirdi. 1930 yılında ise bir yandan geceleri itfaiyeci olarak çalışırken, diğer yandan da “Döşeğimde Ölürken”i biçimlendiriyordu.
Roman, güneyli, yoksul beyaz bir ailenin bireylerinin, ölen annelerini gömmek için yaptıkları zorlu yolculuğu anlatıyordu. Roman, farklı yazılış biçemiyle ileride adından çok söz ettirecekti. (Onun bu yapıtını, hayli düşündükten sonra ters çevrilmiş bir el arabasının üzerinde bir solukta yazdığından söz ederler.) Hemen ardından gelen “Kutsal Sığınak” la birlikte bu roman Faulkner’ın olgunluk döneminin başındaki önemli yapıtları olarak dünya edebiyat tarihine nakşedildi.
İçkiyle arası iyiydi. Yalnızlık kokan nemli ve sıcak güney gecelerinde, kitaplar okur, kitaplar yazardı. Gerçek ününü 1945’ten sonra sağladı. Kendine özgü biçemiyle, Çağdaş Amerikan romanının en önemli yazarlarından biri olarak tarihe geçti. Faulkner’ın yapıtlarında siyahlar ve beyazların yaşamı, bir satranç maçı gibidir. Herkes kendine ayrılan sürede ağır ağır ama etkileyici hamlelerle ilerler. Kesinlikle taraflardan biri kaybeder. Sağlam karakter tahlilleri, güçlü mekân betimlemeleri ve tarih kesitleri vardır. Faulkner, okurken çaba gerektiren bir yazardır. Okurunun bu esnada hamakta sallanmasına izin vermez.
Bazı fotoğrafçılar, zaman denen başı sonu belirsiz akışın içinden öyle bir ânı söküp alırlar ki, o fotoğrafta yer alan kişiler, tarihin penceresinden asla silinmeyecek görüntüler olarak kalırlar. Fotoğrafçının bakışı, o anların damgası olup, imgelerin içinde yer aldığı zarfları mühürler. An fotoğrafının duayeni, dünya fotoğrafının en iyilerinden ve aynı zamanda da en popüler ismidir, Henri-Cartier Bresson. Onun, yaşamın tüm karmaşası içinden çıkarttığı gizli koreografi, yıllardır fotoğrafın, fotoğraf sanatına dönüştüğü yolda, birer baş yapıt olarak durmaktadır.
Cartier-Bresson, adı bilinmedik bir sürü insanı, duyarlı yaklaşımıyla öylesine tanınmış ikonlara dönüştürmüştür ki, fotoğraflarda birçok ünlü kişiyle birlikte ortak yazgıyı paylaşmışlardır. Bilineni sıradanlaştırma ve sıradan olanı yücelterek aynı paydada eşitleme, Cartier-Bresson fotoğraflarının ana aksı ve onun başarısının sırrıdır.
Henri Cartier-Bresson’un dondurduğu an, belki de bugüne kadar çekilmiş en çarpıcı Faulkner fotoğraflarından birine karşılık gelmektedir. Işığın gölgelerle dans ettiği, 1947 yılının bir yaz günü, iki üstat karşılaşmışlar. Biri en güzel pozunu takınmış, diğeri de en artistik fotoğraflarından birini çekerek zamanın uçurumunda dengede kalarak düşmekten kurtulmuşlar. Ve muhtemelen Cartier-Bresson, büyük romancıya keyfince davranmasını için genişçe bir alan açmıştır.
Yine de çevrede bir fotoğraf makinesi olmasının -bu küçük bir Leica da olsa- psikolojisiyle Faulkner, sol eliyle sağ kolunu tutarak davranış bilimcilerin zaman içinde okuyup yorumlayacağı bir pozisyona sokuyor kendini. Cartier-Bresson, Faulkner’ın, gerinen köpekle birlikte ters kompozisyon üzerinden oluşturduğu armoniyi bir fotoğraf karesine ustaca tutsak ediyor. İşte, kendi romanlarından birinin kahramanı gibi, düşsel bir kasabanın, bilinmeyen bir saatinde, fonda siyahların ürkekçe söylediği “gospel”lara eşlik etmeye hazırlanan Faulkner’ın, dünyaya karşı yarı küs duruşunun HCB imzalı unutulmaz bir belgesi.
Ondan geriye, kitapları, mağrur fotoğrafları, 1949’da aldığı Nobel ödülü ve üzerinde 1897-1962 yıllarının kazılı olduğu Mississipi’deki mezar taşı kaldı.
Bize Ulaşın