Yapay Zekânın Önlenemez Yükselişi

//
Fotoğraf: Tamer Bayrı

Yalan Dünya

Bir zamanlar ne sık bahsederdik “algıda seçicilik” sözcüğünden. Özellikle postmodern dönemde bireysel yönelimlerimizin sonucunda ulaştığımız noktanın neden-sonuç ilişkisi üzerinden adeta bir analizi gibiydi bu terim. Yaşamımıza dahil ettiğimiz insanlar bu kotadan doğal bursluydu. Seçerdik, seçilirdik. Aslında algıların ve salgıların insanları yönlendirdiğini iyi bilirdik. O günlerden kararlıydık ve aklımızla ruhumuzu dengeleyecektik.

Sonra dünya eskiyip köhneleşti. Sanki her şey yeniden icat edildi. Evrenimiz küçük cihazların içine monte edildi. Tüm organ/izasyon/larımızın yerini aldı gelişmiş bilgisayarlar, cep telefonları. Sümerler’den mirastı pili dayanıksız tabletlerimiz. O dili sökeceğiz diye ekranın karşısında günler geçirmiştik. Her yere gittik onlarla, herkesle konuştuk coğrafyalara bakmaksızın. Rotamızı seçtik, yolumuzu bulduk. Her şey -manzaraya aldırmaksızın- hedefimize en hızlı biçimde ulaşmak içindi. 4+ yaş grubu için tasarlanmış oyunlarda nasıl da başarılıydık.

Kaynaklar kirlendi, görüşler eskidi, bakışlar değişti. Sevginin pratik yapacağı alanlar kalmadı artık. Ekonomik sorunlar, baskı, tehdit; sanal dünya nefes alacak tek yer olarak kaldı. O dar kapıdan fezaya açılmak için fırsat arıyordu insanlar. Felsefe her zaman içinde su bulabildiğimiz derin kuyumuzdu. Susadıkça, ruhumuzun kovalarını sallandırdık derine. Yine de cep telefonlarıyla çektiğimiz fotoğraflarda, o güzel rötuş programlarının bize verdiği sınırsız yetkiyle, zaman içinde hayatımızdan çıkan insanları başarıyla siliyorduk geçmişimizden. Hatıralarımızın dürüstlüğüne katlanamayacak kadar zayıftık.

Bir yandan borsaya sıvandık; diğer yandan denge şart deyip kısık sesle bize anlatılan sakıza dönmüş öğretilerden medet umduk. Aklımız Batı’da, bedenimiz Doğu’daydı. Nedense hep tersi olsun istedik. Elimizdeki telefonla başladı gönül ilişkilerimiz, attığımız şeytan emojileriyle son buldu yine aynı güzergâhta. Almadığımız paketlerimizin sonuna geldiğimizi duyurdu yılansız çıngıraklar. Doğal afetlerde sınıfta kalıp, 1 kuruşluk alacaklarının ömür boyu takipçisi oldular. Asitle kutsanmış baz istasyonlarından fenalıklarını kustular. Kâbusumuz oldular.

Ah, oradan buradan görüntüler aşırıp kendilerini içerik üreticisi olarak tanıtan ve yüz binlerce kez tıklanan içerik hırsızları… Ya genetik kodunun ya da dizi filmlerden aşırılmış repliklerle dolu kötü Türkçelerinin vurgularıyla ahmaklıklarını bize akılmış gibi yutturmaya çalışanlar küfüfrbaz “talk show”cular. Ensesi traşlı hamburgercilere, yeni mezun uzun tırnaklı psikologlara, bakire evlilik danışmanlarına, enerjicilere, yaşam değil yaşamayan koçlara, eklem yerlerine mikrofon yerleştirerek kulunç kütürdeten fizyoterapistlere ekranlardan meftunolanlar… Onlar para kazanırken sen elinde geleceğini bağladığın telefonunla acemice kurulmuş tuzaklara düşüyorsun. Ben de oradaydım diyebilmek için her şeyi yapıyorsun. Yanlış yapıyorsun.

 

Fotoğraf: Tamer Bayrı

Algımı Ben Seçmedim

Bireysel algının, kolektif bilince dönüşmesi uzun bir zamanı gerektirir.  Önce algı ve gerçekçilik ilişkisinin rayına oturması gerekiyor. Dünya algıladığımızın çok ötesindedir. Sadece nesnel yapısı ile değil kozmik ve ruhsal uzantılarıyla da var olur. Günümüzde, teşhisi tam olarak konulamamış şizofreni türevi bir hastalığın kucağında debeleniyor insanlar. Bilim ve teknoloji güvenli bir yol olarak uzansa da önümüzde, düşünce ve akıl yürütme hep arka plana itiliyor. Üzerinde gittiğimiz bu yolda, yolculuğun bir kaosa dönüşmemesi için sevgi ve saygı odaklı toplumsal kurallara uyulması gerekiyor.

Cahil insanları yolda tutmak için hurafeler gündeme getirilecek, kendilerini ayrıcalıklı hissetmeleri sağlanacaktır. İktidarlar boyun eğmeyi talep ederler; rüşvet ya da tehdit, hangisi işlerse onun üzerinden giderler. Bu sisteme göre yandaşa özgürlük hissettirilecek, karşıt görüşlü olanın üzerinde de baskı kurulacaktır. İnsanlığın başlangıcından bu yana cahiller imparatorluğunda herkes sonsuza dek kutsanmış gibidir. Düşünen ve akıl yürüten insanın kederi daima trajik olur. Ve bilinen bir gerçektir ki, kurt olmaya çalışırken yarı yolda kalanlar, hayatlarına tilki olarak devam edeceklerdir.

Çarpıtmaya müsait olan somut tarih, yaşanan günlerde yanlı yazılmasına rağmen, geriye doğru bakıldığında resmi tarihin gölgesinden sıyrılıp yeni açılımlar bulur kendine. Vakanüvislerin yaptığını günümüzde gazeteciler yapmaktadır. Bu sürede kale arkası kamerası gibi ağırlıklı olarak edebiyatla sarmallanmış mikro bir tarih imdadımıza yetişecek, keyifli bir okuma deneyiminin ardından bizi gerçeklerle yüzleştirecektir. Gerçek bir güncel okuma, ancak iktidar ile muhalefete ait paydaların doğru bir biçimde eşitlemesiyle ve o iktidarların sonlanmasından bir süre sonra oluşacaktır. Kuşakların değişimine bağlı olarak yirmi yıl ile yüz yıllık süreçler tarih okumalarında payda eşitleyerek geçmişin anlaşılmasını sağlarlar.

Demokrasiden uzaklaşmış devletlerin yandaşlarına tanıdıkları ayrıcalıklar toplumsal dengeyi daima bozmuştur. Emek-hak ilişkisinin doğru ve eşit olarak kurulmadığı sistemlerde illegal olan davranış biçimleri özel bir alan kazanır. Yaptırımların sağlanması için kanun maddeleri eşit uygulanmazsa, bireyler yakalanan boşluklardan kendi yorumlarını uygulamaya sokarlar. Sonrasında insanlar, uygarlığın içinde bedevi toplulukların hoyratlığına alışırlar.

Tükürenlere, sokaklara çöp atanlara, yaya geçidinde insanların üzerlerine araç sürenlere, emniyet şeridine girenlere ceza yazılmadığı zaman, iki saat süren şehir içi yolculuğunuzda bunların yüzlercesine rastlarsınız. Kanun karşıtlığı anonimleşmiştir. En önemli yaptırım cezadan daha önce kuralların benimsetilmesidir. Oysa kültürlü insanlar kanunlara saygı gösterip onlara uyarken, cahiller suç işlemeyi bir hak gibi görmektedirler. Bunun bir alışkanlığa dönüşmesi sonucunda mekanizma bozulmaktadır. Bu arada dikkat edilmesi gereken konu, uygar toplumların davranışlarının arkasında yalnızca kanunlara uyma alışkanlığı değil, gelişmiş kontrol ve ispiyon mekanizmaları aracılığıyla işlenmiş suç üzerinden ödenecek büyük cezalar da vardır.

Fotoğraf: Tamer Bayrı

Yapay Zekâm, Bak Falıma

Merhaba yeni dünya! Yeteneği, fotoğraf sanatını aşan insanların tekeline girdi her şey. Bilimden nasibini almayan ve bugüne kadar hayatlarında sanatın hiçbir anlam ifade etmediği insanlar, sadece varoluşsal ve ekonomik ihtiraslarını keskinleştirerek bu dünyada kendilerine ayrılan sürelerini dolduruyorlar. Bazı insanlar kültürün ortak bir hümanizma içinde bir varoluş yolculuğu olduğunu bilmeden ölecekler.

Bir cep telefonuna sahip olan insanların çoğu, teknolojik şaklabanlıkların kölesi olup görünmeyen bir dünyanın karanlığına heves ettiler. Bilmeden âşık oldukları cellatlarıyla yaşamaya koyuldular. Kendilerini zeki sandılar. Her şey bundan sonra başladı. Yapay zekâ, beyinlerimizi çoktan ele geçirdi. Bize ne giyeceğimizi, ne yiyeceğimizi, nereye gideceğimizi, ne dinleyeceğimizi söylemeye başladılar. Bencil insanlarla dolu bu dünyada bizi düşünen birilerinin olması harika bir duyguydu. Geçen günler içinde, birbirimizi tanıdıkça, ihtiyaçlarımızla bize sunulanlar arasındaki farkın kapanması başlangıçta bizi ne kadar da mutlu etmişti.

Sonra, küçük bir ara verip kafamızı dinlemek istediğimizde, tıpkı ayrılmayı düşündüğümüz psikopat bir sevgiliyle karşı karşıya kalmıştık. Biz kapıdan kovuyor, o bacadan giriyordu. Öncelikle sınırlı ömrümüzün kıymetli saatleri gidiyordu. Boynumuz tutulmuş, gözlerimiz ağrıyordu. Uykumuzdan oluyorduk. Rüyalarda arzu nesnelerimizi görüyorduk. Hepsinden önemlisi adeta hipnoz olmuştuk. Borcumuz, takvimimiz, kredi kartı şifremiz, meteoroloji uzmanımız, yol rehberimiz, radyomuz, borsamız, pikabımız, unuttuklarımız ve hatırladıklarımızın tekmili oradaydı. Hipnoz altındaydık. Sanal bir âleme kayıyorduk. Emrettiklerini yapıyorduk.Yüz insanın beğendiği bir kebapçıdan, binlerce insanın kullandığı bir kremden bizim memnun olmamamız mümkün değildi.

En önemlisi bütün mobil teknolojinin geleceğini üzerine kurduğu fotoğraflarımız, yakın geçmişimiz, uzak geleceğimiz, özel ve gizli tarihimiz orada, cep telefonlarımızın içindeydi. Fotoğrafın günümüzde çizmiş olduğu rota, onun kısa  tarihiyle fena halde çelişiyordu. Bir fotoğrafı nitelik ve nicelik olarak kaldırabileceği estetik düzenlemeye getirmek ayrı bir şey, onu aşırı müdahalelerle doğaya yabancılaştırmak başka bir şeydi artık.

Yapay zekâ yazıyor, çiziyor, fotoğraf çekiyor ve bizim yerimize düşünüyor. Fakat ne hikmetse yüz yıl önceki fotoğrafla günümüzün fotoğrafları aynı biçimsel özellikleri gösteriyor. Oysa teknik, her türlü eksikliğine rağmen döneminin estetiğini belirliyordu. Günümüzde, yaşlı köylü teyze ile podyumlardan tanıdığımız ünlü bir manken aynı yüz dokusunu taşıyor. Aynı fabrikanın ürettiği farklı yaş gruplarındaki plastik bebekler gibi herkes birbirine ne çok benziyor. Arkada yer alan bulutların renkleri bile coğrafi farkları aradan kaldırarak nasıl da birbirini andırıyor. Bizler de tahmini olarak yaşlandırılmış görüntülerimize ilgiyle bakıyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün geçtiğimiz yıllarda rötuşlanıp renklendirilen fotoğrafları yerini, şimdi de bir objektif karşısında asla bulunmadığı görüntülerine bırakıyor. Tanığı olmadığımız çocuk halinin yapay zekâ aracılığıyla fotoğrafları oluşturuluyor. İki ayrı yerde çekilmiş kareler bir zaman/mekân atlaması eşliğinde yeniden birleştiriliyor. Böylece geçmiş ve dolayısıyla da tarih saptırılıyor. Fotoğraf aracılığıyla zaman yeniden şifreleniyor.

Fotoğraf: Tamer Bayrı

Günümüzün Değişen Fotoğraf Mantığı

Bir sabah uyanıyoruz; içimiz coşku doluyor, ruhumuz aydınlanıyor. Kederli yüreğimiz teselli buluyor. Kısa bir süre sonra her şeyi anlıyoruz. Bir Yunan kurtarma gönüllüsü(fakat altı parmaklı), deprem sonrasında enkazın içinden kurtardığı Türk çocuğu sevgiyle kucaklıyor. Var olan zekâsı yeterli olmayıp eksik anlayacaklar için de barete Yunan bayrağı, çocuğun tişörtünün koluna da Türk bayrağı ekleniyor. Herkes de bunu gerçek fotoğraf sanıp methiyeler düzerek birbirine yollamaya başlıyor.

Gün akşam olmadan her şey anlaşılıyor ve biz yine bir fotoğraf makinesinin huzurunda gerçekleşmemiş bir görüntünün önünde olduğumuzu fark ediyoruz. Bir kez daha kandırılmanın sıkıntısı içindeyiz. Esas aklımızı kurcalayan bu çalışmayı kimin ve neden yaptığı. Böyle ciddi bir konuda yaratılan algı, iki ülke arasındaki dostluğu daha mı pekiştirecekti. Zaten Yunan kurtarma görevlileri gelip yardımlarını yapmıştı.

Sanal düzlemin gerçekle ilişkisi doğru bir biçimde temellendirilmek zorunda, çünkü negatif bağlamda oluşacak yanlış anlaşılmalar büyük felâketlere yol açabilir. Çoğu kez zayıf senaryo ve düşünceler, üst tekniklerle görsel düzleme yansıtılıyor. Buradaki yalınlık ve mükemmellik insanların gördüklerini -tıpkı bir reklam fotoğrafında olduğu gibi- mükemmel bir gerçeklik içinde algılamalarını sağlıyor. Fotoğraf ile resim düzleminin karışması, uzun vadede fotoğrafın kanıta bağlı tarihsel gerçekliğini değiştiriyor ve belgesel güvenilirliğini azaltıyor. Fotoğrafta sınırların kalkması ve fotoğrafın başka bir alanın kontrolüne geçmesi tarihsel bağlamda sorunlar yaratmaktadır.

Unutmamamız gereken, konu ne olursa olsun robotların düşünemeyeceği ve yapamayacağı şeylerin de olduğudur. Bu detayların farkında olan insanlar,ancak bu şekilde karşılarındakilerin robot mu yoksa insan mı olduğunu anlayacaklar. Ruhunu teknolojiye satanlar ise bu sanal dünya içinde kaybolup gidecekler. Hür ve özgür iradeli insan, gideceği yeri kendisi seçmek istiyor, yapay zekâda kişiye en fazla hangi yoldan gitmesinin daha avantajlı olacağını söyleyebilir.

Bu görüntüleri oluşturanlar, neredeyse sihirbazlar ya da kumarbazlar gibi aynı yöntemleri kullanıyor “Bul karoyu al parayı”cılarla aynı taktikleri uyguluyorlar. Önce bir güzel meraklandırıyorlar izleyenleri, ardından uyuşturuyorlar ve seni masaya dahil ediyorlar. İşte günümüz insanı olarak sen de kandırılmaya hazırsın. Aklını zinde tutmak için bedava indirdiğin 4+ yaş için tasarlanmış oyunları metro yolculuklarında oynamadın mı büyük bir maharetle. Kazandın da kaybettin de; neyi kazanıp neyi kaybettiğini hiç sordun mu kendine? Çalışarak kazanamayacağını anladın. Zihninin karanlık sokaklarına saptın.

Fotoğraf: Tamer Bayrı

Fotoğrafın Kaderi

Fotoğraf bir kavram mıdır, yoksa gerçekliğin bir yansıması mı? Fotoğraf, sanat içinde kendine ait kuramı olan görsel bir alan olarak ele alınsa da görünür olmadığı zamanda varlığından söz etmemiz mümkün değildir.Yakın geçmişe denk gelen filmli dönemde, saatlerce süren karanlık oda işlemleri olmadan fotoğraf üzerine konuşmak olanaksızdı. Oysa dijital fotoğrafçılıkta, çekilen fotoğraf saniyeler içinde görünür oluyor. Artık sabrın perisi uğramıyor fotoğraflara.

Net ve ışığı doğru her görüntünün fotoğraf sanıldığı bir çağda yaşıyoruz. Buna aşırı cilalanmış ve geniş açının hikmetiyle uzatılmış fotoğraflar da eklenmiştir. Anonimleşmenin güzelliği aşılmış, görüntüler çığırından çıkmıştır. Teknoloji üzerinden-büyük birader- bu insanların eline yeni bir oyuncak verilinceye kadar bu böyle sürecektir. Fotoğrafçı olmak isteyenlerin dikkatini video alanı bir nebze dağıtmış da olsa, fotoğrafın üzerindeki yoğun trafik henüz dinmemiştir. Anılarımızın içinde yüz binlerce fotoğrafa çarpmadan dolaşmak imkânsız hale gelmiştir.

Her reprodüksiyon kendi dinamiğini taşımak zorundadır; konu özgünlük ya da yeniden üretim de olsa…Plak her dinlemede farklı çalar: Müzik dinlediğimiz pikapta körelen iğne, farklı toz zerrecikleri ile yıpranan plak adeta yaşayan bir organizma gibidir. Çıtırtısı artar; insan gibi yaşadıkça eskir, yeni çizgiler oluşur üzerinde. Mekanik yıpranma nostaljinin bir parçası olur. Bize zamanın geçtiğini hatırlatır. Saatin dakikalarından takvimin yapraklarına doğru ilerleyen bir yolculuktur bu. Günümüzde teknoloji aracılığıyla kazandığımız zamanı kendi isteğimizle girdiğimiz labirentin içinde yitiriyoruz.

Fotoğrafların karanlık odada basılması sırasında aynı fotoğraf negatif üzerinden baskı yapılsa bile hepsi birbirinden ayrı olur. Her zaman kesitinin kendine göre biricik ve özgün bir dinamiği vardır. Kağıdın üzerine toz geliyor, yapacağın maskelemeyi unutuyorsun, kağıdı yanlışlıkla eğri koyuyorsun. İyi ya da kötü, çıkan her fotoğraf özgün oluyor, altında senin imzan oluyor. Hatta hatalı basılmış paralar, pullar gibi kıymetli artıyor. Onlar dolaşımda oldukça, yaşadığın tüm süreçler yapıtların üzerinde seçilebiliyor.

Yaşam, içine ömrümüzü sığdırmaya çalıştığımız bir çerçeveden ibaret değil. Fotoğrafçı olmak ve teknolojiyi başarıyla kullanmak tüm biçimlere ve görmenin doğasına müdahale anlamına gelmemeli. Yine felsefeye baş vurarak, değişimin gerekli olup olmadığını düşünmek gerekiyor. Evreni değiştirmek bize ne kadar mutluluk verecektir. Acaba kültürel donanımımız algılama biçimimizi farklılaştıracak ve ruhumuzu doyuracak mıdır? Üzerinde düşünülmesi gereken bir konu da, fotoğrafın neden yaratıcılığını başka dallarda sınayıp başarılı olamayanların başvurduğu güvenli bir liman olduğudur?

Olgunluk, hamlık ile çürümenin arasında yaşanan kısa ama bir o kadar da kıymetli bir süreçtir. Özetini, ağaçların gölgesi altında, mezar taşlarının üzerinde görürüz. Beden kaybolur hatıralar yaşar. Tarihin bağrına bastığı sanatçılar da eserleriyle var olmayı sürdürürler. İddiaya gerek yok; deneyelim ve bekleyelim.“Tuttifrutti” değil, sütlü dondurmamızı yiyelim. Fındığa sıvamayalım, çikolata sosuna bulamayalım. Sade, doğal olanla ilerleyelim. Tüm dostlarıma evreni huzur içinde algılayacakları, gönüllerince çekilmiş güzel fotoğraflarla dolu güzel bir yaz diliyorum.

1963 yılında İstanbul’da doğdu. M.S.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Ana Sanat Dalı’nı (Lisans) 1985, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Fotoğraf Ana Sanat Dalı’nı (Yüksek Lisans) 2001 yılında bitirdi.

Farklı konularda yayınlanmış 15 kitabı bulunan Merih Akoğul, Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde 30’un üzerinde fotoğraf sergisi açtı, grup sergilerine katıldı. Fotoğraf sanatı ve kuramı konularında çalışmalar yaptı. Seminer, sempozyum ve açıkoturumlara katıldı, bildiriler sundu, paneller yönetti, seçici kurullarda yer aldı. Reklam sektöründe yazar olarak çalıştı. Çeşitli özel kurumlarda eğitmenlik, özel radyolarda kültür ve sanat programları, televizyon programlarında sanat danışmanlığı yaptı.

Edebiyat, fotoğraf kuramı, plastik sanatlar ve müzik üzerine yazıları ve eleştirileri birçok gazete ve dergide yayınlanan Merih Akoğul, 2003 yılının yaz döneminde Avusturya Başkanlık Sanat Dairesi tarafından verilen bursla çalışmalarını Viyana’da sürdürdü. Çeşitli müze ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunan Akoğul, 27 yıldır Türkiye’nin önemli üniversitelerinde (Marmara Üniversitesi, Kadir Has Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi) fotoğraf dersleri vermiştir.

İstanbul Modern Müzesi Fotoğraf Bölümü Danışma Kurulu üyesi olan Merih Akoğul, aynı zamanda da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde eğitmenliğini sürdürüyor. 2010 yılından 2021yılına kadar Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi kitaplarının editörlüğünü yaptı. İFSAK Blog ve Gezgin Foto dergisinde köşe yazarlığını sürdürüyor.

Seçilmiş Kişisel Sergiler

2022 “Caz Zamanı” Avusturya Kültür Ofisi, İstanbul
2016 “Montreal’de Bir Mevsim, Galeri Işık
2013 “Tenha Vakitler”, ArtGalerim Nişantaşı, İstanbul
2011 “Kayıp Ruhlar”, ArtGalerim Nişantaşı, İstanbul
2010 “İç İçe İstanbul”, Fototrek, İstanbul
2008 “Standards”, PG Art Gallery, İstanbul
2007 “Sanki”, Leica Gallery, İstanbul
2006 “Geçen Yaz Viyana’da”, Palais Porcia Kunst Raum, Viyana
“Siyah Beyaz Afyonkarahisar”, Fevzi Çakmak Sanat Galerisi, Afyonkarahisar
“Avusturya 2006”, Avusturya Kültür Ofisi, İstanbul
2005 “Bit-ki”, PG Art Gallery, İstanbul
“Yolda”, Avusturya Kültür Ofisi, İstanbul
2004 “Otuz Kuş”, PG Art Gallery, İstanbul
“Geçen Yaz Viyana’da”, Fotografevi, İstanbul
2003 “Güzergâh: Edebiyat”, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, İstanbul
2002 “Başarmak”, Fotografevi, İstanbul
2001 “Klasikler/Neo-klasikler”, Fotoğrafevi, İstanbul
“Aşkküre”, Bedri Rahmi Eyüboğlu Sanat Galerisi, İstanbul
1999 “Bronz Askerler”, Fotografevi, İstanbul
1998 “Dönüşümler”, Art Shop, İzmir
“Filim”, İMKB Sanat Galerisi, İstanbul

Yayınlar

2021 “Ağustos” (şiir)
2016 “Montreal’de Bir Mevsim (fotoğraf)
2014 “Gece / Şarkılar” (şiir)
2007 “Sanki” (fotoğraf)
2006 “Siyah Beyaz Afyonkarahisar” (fotoğraf)
2005 “Türk Fotografçıları Kütüphanesi 22/Merih Akoğul” (fotoğraf)
“Bit-ki” (fotoğraf)
“İkizim Söyledi Ben Yazdım” (deneme)
“Saklı Günlükler” (çocuk edebiyatı)
2004 “Geçen Yaz Viyana’da” (fotoğraf)
2002 “Başarmak” (fotoğraf)
2001 “Klasikler/Neo-Klasikler” (fotoğraf)
1999 “Klasikler” (fotoğraf)
1995 “Kuğunun Ölümü” (şiir)
1992 “Son Dokunuş” (şiir)

Küratörlükler

2019 “Yolda” (Türkiye’de Gruplar), Fransız Kültür Merkezi, İstanbul
2019 “Fotoğrafın Doğası”, Artweeks Akaretler, Akaretler No:45, İstanbul
2018 “Yıldız Moran: Bir Dağ Masalı”, İstanbul Modern, İstanbul
2017 “Beni Bul” / Otoportreye Çağdaş Dokunuşlar, Akbank Sanat, İstanbul
2016 “Poz”, PG Art Gallery, İstanbul
2016 “İnsan İnsanı Çekermiş”, İstanbul Modern, İstanbul
2013 “Bir Zamanlar”, Fotografevi, İstanbul
2012 “Mekânın Doğası”, Hilpark Suites İstinye, İstanbul
2012 2. Bursa Fotofest / Uluslararası Bursa Fotoğraf Festivali
“İnsanlığın İzleri” (Sanat yönetmeni, şef küratör)
2012 “Gidilmemiş Zamanlar”, Hilpark Suites İstinye, İstanbul
2011 1. Bursa Fotofest / Uluslararası Bursa Fotoğraf Festivali
“Karşılaşmalar” (Sanat yönetmeni ve şef küratör)

Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi (Editörlük)

2021 Yusuf Tuvi
2020 Lütfi Özkök
2019 İbrahim Zaman
2018 Ergun Çağatay
2017 Yıldız Moran
2016 Ersin Alok
2015 İzzet Keribar
2014 Sabit Kalfagil
2013 Sami Güner
2012 Ozan Sağdıç
2010 Şakir Eczacıbaşı

Yorum Sayıları: 4

  1. Kalemine sağlık Sevgili Akoğul…
    “Ruhunu teknolojiye satanlar” sözüne de bayıldım !

  2. Başından sonuna kadar kelime kelime okudum.. Biribirinden güzel sözcükler, cümleler, metaforlar, ve örnekler dolu bu muhteşem yazıyı herkesin okumasını diliyorum Ne yazık ki üzerimize bir tsunami gibi gelen değişim rüzgarı ve yapay zeka dalgası durdurmamız mümkün olmayacak gibi.
    Ben de kalemine sağlık diyorum sevgili Merih…

  3. Muhteşem bir yazı… İliklerime kadar okudum. Sağlık ve sevgiyle kalın Merih Hoca’m…

  4. “Fotoğrafçı olmak ve teknolojiyi başarıyla kullanmak tüm biçimlere ve görmenin doğasına müdahale anlamına gelmemeli” tek bir cümle ile konunun önemi ortaya konulmuş. Teşekkür ediyorum hocam…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Bosphor-Bosphor

İstanbul’da fotoğraf çekmenin kendine mahsus bir zorluğu var. İlgi çekici imajların yoğunluğu öyle bir raddeye ulaşıyor…

Gerçekliğin Olağanüstü Cazibesi

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Ahu İncekaralar  https://instagram.com/ahuincekaralar  tarafından yayına hazırlanmıştır. . . .…

Foto Patinaj

Daha ziyade motorlu araçların çamurda, buzda, kumda veya benzer zorlu zeminlerde lastiklerinin (tekerleklerinin) hareketine rağmen ilerleyememesi,…

Doğal Seçim…

Uzun zamandır özünde “fotoğraf” olan yazı klavyeden akmıyor. Ancak fotoğraf kullanarak fotoğrafın etrafında döndüğümüz yazılar sunmakla…

Yapay Zeka

Görsellerde yapay zekan kullanımının tartışmaya açılması büyük ölçüde 2023 yılı Sony World Photo Organisation – ki…

Beatrice’den Gelen Mektup

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Özlem Dikeçligil  https://www.instagram.com/ozlem_dikecligil/  tarafından yazının sonunda künyesi verilen kitapların esiniyle…