4. Bölüm
*Ateşi Çalan Prometheus…
( … ) Üretimin en temel karşılığı olarak görülen “değerin oluşumu” olgusu ve yarattığı kavramsal tartışma, tarihsel süreç içinde konuya belirgin bir perspektif kazandırılmasının mücadelesi olarak sürdürülmüştür/mektedir. “Değer üretimle ne oluşmakta, ne de artmaktadır; bu işi gerçekleştiren tüketimdir …” (Michel Foucault) görüşü, “çalışmanın ( kendisinin ) mutlak bir değer olarak ortaya çıkması” ( Jean Baudrillard ) ve “modern dünyanın mesihi çalışmadır,” (Joseph Dietzgen) kutsamaları!.. Oysaki, çalışma, üretim ve değerin böylece sorgulandığı bir yaşamın ötesinde ( önce – daha önce ) insanlığa açıkça vaatlerde bulunulmuştur; ” Dünya ve doğa, ona bakanlara kendini gösterir “ ile başlamış olan her şey, “… Ateşi çalan Prometheus’un getirdiği ceza olarak bundan böyle hem toprağı hem kadını döllemek zorunda kalmak …” ile kendini ‘üretim’ sürecine katmıştır… Öyleyse; “Daha önce her şeyin topraktan öylece bittiği yerlerde yiyecek içecek bulmak oldukça zorlaşmıştır… Bu dönem ‘öyleyse ‘ üretkenlik dönemidir …” (Post-Modern Görüntü, Ali Akay) …
“Bu duvarı ben yaptım; bu toprağı ben kazandım” ( Özsaygı )
Sırtında kocaman harflerle “Hino” yazılı sarı kapüşonlu adam, Rahmanlar‘ın soğuğunda etrafa yayılan macun kokusu arasında elindeki bira şişesini havalandırdığında, yan gözle hemen yanı başında duran ters dönmüş teknenin üzerindeki kum ve martı dışkısı karışımı birikintileri inceliyordu. Toz içindeki parmaklar, beton rıhtımda yanlarındaki dikme tahtalarla denizdeki gibi tiriminde durması sağlanan küçük-tek kamaralının bordosundaki gri astar boyanın üzerinde dolaşıp, boydan boya incecik çizgiler halinde hafifçe belirginleşen tahtaların birleşme yerlerini macunla dolduruyordu. Büyük spatuladan alınan krem rengi karışım, küçük spatulayla yeterince ve yan yana fiskelerle hızla dağıtılıp her birinin yukarıdan aşağıya ve hemen sonra yavaşça bir baskıyla yandan yedirilerek sıvanmasıyla incecik bir yama halini alıyordu. Murat Bey, sadece cızırtılar çıkaran arada bir anlaşılır sözcükler de duyulan… (…a… hasretim… senden… soldu günüm …) radyosunu eline alıp “yine infilak etti” diye söylenerek antenini çekeledi, başıyla yukarılara bakıp selamlarken…
Ağarmış sakallarıyla gülümseyen yüzündeki aydınlık, var olana katkıda bulunuyordu. Bu mevsimde artık çok az ısıtan öğle güneşinde, arada bir parmaklarını ısıtır gibi yapıp, bir yandan da yapışmış macunları temizlerken kendisine şunları soruyoruz; “ …Bir şeyleri sıvamaya ilk ne zaman başladınız?”, “…boşlukları doldurarak, sıvayarak düzleştirdiğiniz bu yüzeyleri dönüştürdüğünüzü mü yoksa koruduğunuzu mu düşünürsünüz?” Biraz delice belki ama kapatılmış her boşluk ya da aralık bütün bir yüzey halini almadan önce parmak ucundan göze tarandığında ancak var olabiliyordu.
[“uzayın bir tohumu vardır .” ( l’espace a un grain ) “uzay biraz delidir.” Gaston Bachelard ]
(Eğer) hemen hemen hiçbir şey değişmediyse ve yapılan bütün yeniden canlandırmalar bunu güçlendirmek için yapılmaktaysa ve başlangıçta bir tetikleyici güç olup da daha sonra bütün kitlelerin etraflarında dolaşan şeyler olarak hayatın akışına karışmış olan “kuşkuya, sıradanlığa dönüşmüş bedava olan her şey” içine katıldığı hayatı da zenginleştirmiş ve aslında anlaşılabilir bir olgu olarak gelinmesi gereken, ulaşılması kaçınılmaz bir durumun kendisi mi olmuştur? Bugün yaşanmakta olan kabullenişin ve gelgeç kullanımların tamamı bunu göstermektedir. Ancak bununla birlikte yakalanmak istenen süreç de yakalanamamaktadır (gibi hissedilmektedir) bir yandan. Yani “simgesel değiş tokuş” ile süren, ‘gerçeğin yerini almak’ ile ilgili sorulan sorular sürmektedir. Bu, karmaşıklık-açıklık arasındaki bütünleşmeyi üretim-tüketim sarmalında yaşanılan ve ‘mekân’la sınırlandırmak zorunda kalmamaya kadar gidecek olan bir sonsuzluk yolculuğudur şimdilik… Bir anlamda Baudrillard’ın deyimiyle “şu-anda-buradalaştırdığımız” “görüntü hakikatini” dilediğimiz öyküye taşıdığımız bir son. Ya da bu “kopyadan daha kopya olan bir hiper kopya” durumudur. [simülakr-görüntü: gizlemek (dissimuler) , sahip olunan şeye sahip değilmiş gibi yapmak, simüle etmek ise sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmak]
Peki ya, yaratılan “tüketim toplumu” modellerinin insanları mutlu edemediğinin ortada olduğu? Ya da; “… yurttaşlar devleti, ancak, insanların emeği kendi gereksindiklerinden fazlasını sağladığı sürece ayakta kalabilir” sonucu/durumu? (Jean-Jacques Rousseau)
Murat Bey bütün sorularımıza istekle yanıt vermeye çalıştı… Biraz konuştuk ve yine sorduk; ” …büyük alanları sıvamak için de yine parmaklarınızı mı kullanıyorsunuz?”, “süreklilik duygusuyla nasıl başa çıkıyorsunuz”, “sıvamaya ne zaman başladınız? neden sıvıyorsunuz? “
Bütün bu diyalog var olan ısrarlı akışı değiştirmiyor… Onca yüzey, boşluklarıyla yayılıp, uzanıyor, Gökyüzünü – denizleri – toprakları birleştiriyor, “… yapıtın simgeselliğinin yolculuğu kadar ısrarlı. Bir yanda üretimin yarattığı değerin vazgeçilmezliği!, diğer yanda çalışmanın dünyanın geleceğine bakışın kapısı olduğunun inancı.”
(…her satıcı küçük, kımıltısız bir kayıktadır…)
Bugün sahip olduklarımızı uzun veya kısa bir aralıkta tüketmeden önce dünya ile hesaplaşmalarımızın ne kadarını ‘ihtiyaç’ olgusunun dışındaki bir değişim biçimi ile ilişkilendirmeliyiz? Elbette bu sonuçsuz kalabilecek bir girişim olacaktır. Oranlar-karşılaştırmalar ve yenilerin yer açma potansiyeline göre belirlenen değişim süreçleri boşluklar‘dan oluşmaktadır her şeyden önce… “dönüşmüş ve saklanmış zaman” misali…
Murat Bey son bir nefes çekip parmaklarının ucuyla fırlattığı sigarasına arkasını dönerek, çarşaf gibi dümdüz olan denizin kıyısında büyükçe olan spatulasını gösterdi; “… Alman çeliği bu, sıvayı çok etkiler, çok da pahalıdır, bazen metrelerce yeri bununla hiç iz bırakmadan kusursuz sıvarım (!) …ama ister bu olsun ister diğerleri ben yine de her şeye dokunmak isterim.”
Günlük gazetelere göz atıyorum: Gazetesindeki “Bugün size ne getirecek” isimli köşesinden R. Hakan Kırkoğlu şöyle söylemiş;
Şansa açık olun!
Suadiye- 2005
(Ateşi Çalan Prometheus isimli bu bölüm yazar Levent Öget’in 2006 yılında Norgunk Yayıncılık tarafından yayımlanan “Vahşi Balık Akvaryuma Karşı” isimli dördüncü kitabında yer almaktadır. Metin kitapta olduğu şekliyle yayına hazırlanmıştır.)
Bize Ulaşın