(Önceki yazıya BURADAN ulaşabilirsiniz.)
İDGSA’da Fotoğraf Bölümü
Fotoğraf bölümü 1978’de resmen açılmış ve Türkiye’nin ilk akademik eğitim veren kurumu hayata geçmiştir.
Akademide fotoğraf dersleri veren Cafer hoca Fotoğraf Bölümü açılması günlerini şöyle anlatıyor;
“…Dekoratif sanatlar Bölümü Başkanı Sabih Gözen 1961-62 öğretim yılında Fotoğraf ve Sinema bölümü açmayı düşünmüş. Sabiha Gözen Şinasi Barutçu, Vedat Ar’ı ve fotoğraftan anlayan birkaç kişiyi toplamış, hazırladıkları proje doğrultusunda ‘Fotoğraf ve Sinema Bölümü’nü açmaya karar vermişler. Fakat Sabih beyden sonra göreve gelen Hayati Görkey “Ben Akademide olduğum müddetçe bu bölümü açtırmam” diyor. ‘Niye’ diye sordum;
FOTOĞRAF SANAT DEĞİLDİR
“Akademiyle ilişkisi yoktur. Sinema ise bizim kapsamımızın dışındadır. Bu bölümü kaprisleri ve kendilerini tatmin etmek için açmak istiyorlar. Demeye getirdi. Böylece bölüm açılamamış ve gerekli bölümlere yardımcı ders olarak konulabilmişti. Bende ders vermeye başlamıştım…” 1
Görüldüğü gibi Fotoğrafın sanat olmadığı anlayışı yalnızca sanat dünyası ve galerilerde değil İDGSA’da bile engebeli yolları aşmak zorunda kalmış. Aradan yıllar geçer 1977 yılında bir kez daha Fotoğraf bölümü açılması gündeme gelir. O yılları yine Cafer hocadan okuyalım.
“… Japon profesyonel fotoğrafçı Namikawa ve arkadaşı Türkiye’de özel fotoğrafçılık yüksekokulu açmak üzere Sami Güner ile görüşmelere başlamış. Hem okul açmak hem de film ve kağıt imalatı yapıp satmaktı. Oysa Türkiye’de yabancılar tarafından yüksekokul açılmasına kanunen izin verilmiyordu. … Akademi yönetimi ve Cafer Türkmen bir araya gelerek “Japonların başlatamadığı fotoğraf eğitimini biz başlatalım” dediler. ….Erdoğan Aksel başkanlığında üç kişilik bir komisyon kuruldu. Etütler yapıldı ve ders programları hazırlandı. “ Yine o yılları Cafer hocadan tarihe kalıcı belge olarak alalım.
“… İlk yıl (Yani 1978’de) 200 kişi başvurdu, 15 öğrenci alabildik. Salıpazarında … eski bir handa eğitime başladık. .. Fotoğraf Enstitüsünün başkanlığını Erdoğan Aksel üstlendi. Derslere gelen hocalar; Ercüment Tarcan Optik, Sabit Kalfagil Belgesel fotoğraf, Reha Günay Mimari fotoğraf, Haluk Doğanbey Reklam tanıtım fotoğraf, Halim Kulaksız Renkli fotoğraf, Yaşar Atankazanır Portre, Mehmet Bayhan ve bazı hocalar vardı. Böylece akademik olarak yüksek okul düzeyinde fotoğraf eğitimi başladı.” 2
Evet Cafer hocanın tanıklığında Türkiye’de akademik fotoğraf eğitimine başlayışın hikayesini sizlere aktarmaya çalıştım. Böylece ilk olarak 1978’de “Fotoğraf Enstitüsü” olarak (İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi) İDGSA’da açıldı. 12 Eylül 1980’de (YÖK kanunuyla) İsimler değişti. İDGSA. (Mimar Sinan Üniversitesi) MSÜ. Oldu. “Fotoğraf Enstütüsü” “Fotoğraf Ana Sanat Dalı” oldu. Ben de 1982 yılında MSÜ / Fotoğraf Ana Sanat Dalında okuma şansına eriştim. Cafer hoca Portre dersimizin hocasıydı. Saydığı hocaların hepsi benimde derslerime geldi. Eksikleri de ben tamamlayayım. Yılmaz Kaini S.Beyaz fotoğraf/zoon sistem, Gülnur Sözmen Görsel İletişim hatırladıklarımdan… Özellikle üç hoca hayatımın değişmesinde benim için çok önemliler. Gülnur Sözmen; Fotoğraf Bölümüne girmeme neden olan kişidir. Yılmaz Kaini sınıfta kalmama yol açarak bir yıl daha üniversite ortamını solumama neden olmuştur. Sabit Kalfagil Şehir Tiyatrolarına girmeme neden olarak sanat dünyasının tozunu yutmama neden olmuşlardır. Hepsini şükranlar borçluyum.
Görüldüğü gibi fotoğrafın Türkiye’de gelişimi çok geç olmuştur. Bugün fotoğrafın olduğu yeri anlayabilmek için geçmişi ilk ağızdan yorumlamak önemliydi. Birkaç haftadır bu konuyu irdelemem bundandır. Başta devletin tutumu olmak üzere Türkiye Sanat Dünyasının fotoğrafa yaklaşımı üvey evlat olmuştur. Dünyada 1900’lerde üvey evlatlıktan kurtulan fotoğraf Türkiye’de ancak 1970’lerden sonra değer kazanmaya başlamıştır. Kişisel gayretlerle fotoğrafın gelişmesine emek veren tüm ustalara vefa borcumuz vardır.
Siyaset, sanat ve fotoğraf
Sanat dünyasınının genelinde olduğu gibi fotoğraf dünyası da ülkenin siyasal yaşamından etkilenmektedir. 20 yıllık AKP tek adam rejiminin devlet olanaklarını, elindeki belediyeler aracılığıyla Cemaat, Vakıf ve Tarikat aracılığıyla hem ekonomik hem de kültürel alanda bir yozlaşmaya götürmesi tabii ki tesadüf değil.
Fotoğraf alanındaki gelişmeleri anlayabilmek için öncelikle gerçekleşen ve gerçekleşmekte olan “genel sanat” dünyasına göz atmak gerekecek.
Sanata müdahale, Neden?
Kültürel alan toplumda görünürlük sağlar. Siyasal alanın algı ve dikkat çekmesini sağlar. Yıllar önce “Muhafazakar sanat” söylemiyle kültür hayatına müdahale edeceğini açıkça ilan edenler bu durumu “dindar ve kindar” nesiller yetiştirilmesi siyasetiyle hayata geçirmişlerdir.
AKP’nin 20 yılı
Belirleyici olanın “Siyaset” olduğunu ve kültürün neye göre belirleneceğini AKP 20 yıllık tek adam rejimi çok güzel göstermiştir. Yani siyasal plan ve hesaplarına uygun bir “kültür” tasarımı. Belirleyen “Siyaset” olunca belirlenen “kültür” olarak gelişmiştir.
AKP’nin sanatla ilişkisindeki uygulamalarından geçmişte yaşananları bir hatırlayalım;
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sarıkamış şehitlerini anma törenleri için gittiği Kars’ta heykeltıraş Mehmet Aksoy’un yaptığı İnsanlık Anıtı’nı ucubeye benzeterek anıtın belediye tarafından yıkılacağını ve yerine park yapılacağını söyledi. Bu söylemler sonrası Mehmet Aksoy, Erdoğan’a karşı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak dava açtı.
14 Haziran 2011 günü İnsanlık Anıtı yıkıldı. Önce parçalar halinde kesilerek indirildi.
11 Temmuz 2019 tarihinde toplanan Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, Aksoy’un “ifade ve sanat özgürlüğünün ihlal edildiği” kararını vererek Erdoğan’ın tazminat ödemesine hükmetti.3
Melih Gökçek de sanatçının heykelini kaldırtıp tazminat ödemişti
Aksoy, eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in 1994 senesinde “Periler Ülkesinde” isimli heykeli hakkında “Ben böyle sanatın içine tükürürüm” diyerek heykeli kaldırttığını hatırlattı. Bu durum da davaya konu olmuş, Aksoy Gökçek’e mahkeme kararıyla tazminat ödetmişti.
Periler Ülkesinde adlı heykel yeniden yerine konulmuş, Aksoy “Yaptırım gücünü elinde bulunduran insanlar kanunsuz olabilir” demişti. 4
Bu hatırlatmaya da dönemin Kültür Bakanı olarak Ertuğrul Günay’ı anmadan da olmaz.
AKP’nin sanata müdahalesi döneminde emeği bulunan(!) soldan bir figür olarak Ertuğrul Günay ve o yıllarda değişik alanlardan aydın, yazar ve siyasetcilerin katkılarını unutmayalım.
Ertuğrul Günay, Erdoğan’dan gelen davet üzerine 2007 Genel seçimleri öncesi AKP’ye geçti. 31 Ağustos 2007’de Kültür ve Turizm Bakanı olarak atandı. 2011 Genel seçimlerinde İzmir 1. Bölge’den milletvekili seçildi. 2013 yılında 17-25 Aralık sürecinde ayrıldı.
AKP Kültür ve sanat alanında milli yerli ve devletine bağlı(!) sanat dünyası oluşturmaya başladı. Değnek olarak ta eski solcu aydın ve sanatçıları da kullandı. AKP Kimin sanatçı ve aydın olduğuna karar veren ve her türlü ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayan merkez oldu. Şarkıcı türkücü yazar çizerleri uçaklarla, özel davetlerle, ödüllerle kamu kurum ve kuruluşlarında kendi sanatçılarını ihya etme kültürünü hayata geçirdi. Sanat dünyasında paralel yapılandırma kurarak devletin ya da devletin olanaklar sağladığı sanatçılar bir yana diğerleri öte yana kutuplaşmaya yol açtı.
Bu gelişmelere karşı çıkan sanat kurumları, sanatçı aydın ve yazarlar krimalize edilerek sosyal ve ekonomik hayatta yok edilmeye çalışıldılar. Sorun hak-hukuk ve adalet mücadelesinde sanat dünyasının sorunları olarak da yerini aldı.
Her alanda Milli ve Yerlilik
AKP “Yerli ve milli” söylemini yalnızca savaş sanayii, tarım, uçak, otomobil ve uzaya çıkma hikayelerinin dışında “kültür/sanat alanı” içinde kullanmaktadır. 29 ekim 2021’de AKM’nin açılışındaki konuşmalar ve öncellerinde bunu sürekli vurgulamaktadırlar.
Müzik dünyasından, Fotoğraf dünyasına kadar. Devlet ve bazı resmi kurumlar ile devletine bağlı hür teşebbüs ve sanat kurumlarının dağıttığı ödüller ve ekonomik olanaklar dikkat çekicidir. AKP yirmi yılda dozunu giderek arttırarak Milli, Türk, İslami, … kavramlarını öncelleyerek kültür ve sanat insanlarını bizimkiler ve ötekiler olarak kutuplaştırmayı gerçekleştirdi. Birçok konuşması örnek olarak okunabilir.
26 Aralık 2021 tarihli konuşmasından, Örneğin Akşam Gazetesinden alıntılayalım.5
“Başkan Erdoğan, Atatürk Kültür Merkezinde 8’incisi düzenlenen Necip Fazıl Ödülleri töreninde yaptığı konuşmada, bu ödüllerin asıl vasfının, kültür ve sanat hayatını esir alan, klan dayanışmasının ve ideolojik vesayet zincirlerinin parçalaması olduğunu belirtti.
Başkan Erdoğan, “Bu ödüller kendileri dışında hiç kimseye var olma hakkı tanımayan, fikir ve sanat dünyamızın zorbalarına karşı açılmış bir bayraktır. İlim ve fikir yoksunu bu zorbaların ilk günden itibaren Üstat Necip Fazıl’ı ve Necip Fazıl Ödülleri’ni dillerine dolamalarının sebebi işte budur. Necip Fazıl Ödülleri ile bu zorbaların konforu bozulmuş, yıllardır ‘al gülüm ver gülüm’ işlettikleri tezgahları dağılmıştır. (…) Özellikle genç yeteneklerimizin üretkenliğinin artmasında bu ödüllerin çok önemli payı vardır. Ödüllerimizin gelişim yolculuğunu, gençlerimizi daha fazla sürece dahil eden kuşatıcı bir anlayışla sürdürmesi gerektiğini düşünüyorum. (…)
“Başkan Erdoğan, bu yıl sekizincisi düzenlenen Necip Fazıl Ödülleri töreninde konuşma yaptı. Başkan Erdoğan’ın, “Davası için çalıştı ter döktü gerektiğinde bedel ödedi. Necip Fazıl meydanlarda haykıran gür sesiyle şiirleri tiyatroları ve denemeleriyle millete özellikle de gençlere umut aşıladı. İşte Ayasofya açılacak, mutlaka açılacak derken Sultanahmet Meydanı’nda gençliğe böyle hitap ediyordu. Elhamdülillah bize nasip oldu, Ayasofya açıldı.”
‘Bu yazı dizi halinde yayınlanacaktır. 3 Ekim 2022 de Bir sonraki bölümünü okuyabilirsiniz. ‘
(Not: Bu yazı dizi halinde Evrensel Gazetesinde Ocak 2022 tarihinde yayınlanmıştır.)
Dip Notlar:
- Cafer Türkmen -Fotoğraflar Sayfa 20 MSÜ/Fotoğraf Bölümü yayınları
- Cafer Türkmen -Fotoğraflar Sayfa 21 MSÜ/Fotoğraf Bölümü yayınları
- Wikipedia
- Archive
- Akşam Gazetesi
Bize Ulaşın