Yar bana bir eğlence (makine) medet…
Fotoğraf endüstrisi, fotoğraf makineleri ve ekipmanlarını, reklamlarında kullandığı çarpıcı fotoğraflar üzerinden ustalıkla pazarlamaktadır. Kapitalizm deyip geçmemek gerekir; reklamlar insanda istek yaratır. Çünkü tümü, insanların bulunduğu konumun en az bir adım ötesine, yani geleceğe seslenir. Arzuları olan insan hiç düşünmeden bu imgelerin ardından gider. Ve sonunda da sevdiğine kavuşur. Kapitalizm ve uzantısı olan pazar ekonomisi, bireysel gelişiminiz doğrultusunda hobinizi ilerletmeye destek olmak değil, cebinizdeki parayı maharetle almak üzerine yapılandırılmıştır. Hatta taksit, indirimler ve “Eskisini getir yenisini al” gibi kampanyalar aracılığıyla geleceğinizi bile ipotek ederler.
Anlamsal ve biçimsel tüm eksiklik, yeni bir ekipmanın varlığıyla giderilir. Markalar, sizi önce buna inandıracaklardır. Bunun için çeşitli taktikler denenir. İki sene öncesine kadar yere göğe sığdıramadıkları, yine aynı markanın bir geri modelinin eksilerini söyleyerek girerler konuya. Birden, elinizdeki makineyi pazarlarken, dört sene önceki makineden üstünlüklerini söyleyerek sizi nasıl hipnoz ettiklerini anlarsınız. Bu karmaşa içinde, hedefine kilitlenen bir füze gibi, sizin de artık bu yeni makineyi almaktan başka çareniz kalmamıştır. Artık çok geçtir: Fotoğrafçı arkadaşlarınızla sohbetlerinizin baş konusu bu olmuş, rüyalarınızda bile bu fotoğraf makinesini elinizde görmeye başlamışsınızdır.
Yöntem…
En iyi yöntem, güzelliklerle uyutmaktır. İnsanoğlu, günlük yaşamın içinde ayakta kalabilmek adına ne kadar katılaşırsa katılaşsın, daima yumuşak bir yönü vardır. Estetiğin de ana ögesi olan güzellik, insana karşı duramayacağı eşsiz bir alan sunar. Bir çeşit romantizm olarak da ele alabileceğimiz bu durum, algıyı yöneten birimler tarafından ustalıkla kullanılır. Buna en çok ülke yönetmenin bir biçimi olarak siyasette rastlarız. Burada sunulan hiçbir veri doğru değildir. Kodlar çözülemediği için her şey ortadadır. Neyin gerçek, neyin yalan olduğu asla bilinmez. Bu kargaşayı kullanarak toplumları yönlendirirler. Aradan zaman geçer, sonra başka bir yönetim gelir, diğerinin kaldığı yerden devam eder. Hiçbir şey düzelmez, kaldığı yerden aynı yönde akış devam eder. Siyaset, iktidar ile muhalefetin oynadığı ve halkın da gönülsüz katıldığı bir köşe kapmaca oyunundan başka bir şey değildir.
Göllerde balıkçılar, akşam güneşinde çölde develer, okyanusta balinalar, Paris, Roma ya da Venedik gibi kentlerde meşhur meydanlar, yeşil rengin hakim olduğu kuzey ışıklarıyla aydınlanan gece, makro çekilmiş yanar döner bir çekirge, arkeolojik alanlar, fonu uçmuş neredeyse üç boyutlu algıladığımız vahşi hayvan görüntüleri, ters ışığa bir flaş yardımıyla karşı duran bir su kuşu, kızıl saçlı ve çilli bir kadının stüdyoda çekilmiş portresi, gülle atan bir sporcunun gerilmiş boyun kasları ya da gölde yelkenli teknesini yüzdüren çocuk fotoğrafı; sevimli bir kedi ve haşarı bir köpek de olmazsa olmazı… İşte size klasik anlamda fotoğraf konu kalıpları. Bunlardan biri ya da birkaçı çekilmeden fotoğrafçı olunmuyor ve bunları çekmek için de reklamların altında açıklama olarak gördüğünüz sihirli ekipmanlara gereksiniminiz var. Sizi tuzağa düşüren bunlardır işte.
Yolda, gördüklerim…
Kıymetli fotoğrafçılar ve fotoğrafçı adayları; bu tuzaklara düşmeden, bu geçitleri aşmadan, bu çölleri geçmeden fotoğrafta bir yere gelmek çok zor. İnce zevkinin bedelini ödemelisin. Ülkende ya da şehrinde sana belletilen yerlerin fotoğrafını çekmelisin. Önce hassas noktaları bilmelisin, güneşli havaları kollamalısın; hocalarının, ustaların geçtiği yollardan geçmelisin. Yarışmalar var girmen için, ödül alamasan da fotoğrafların sergilenir; galerinin duvarında kimden iyisin, kimden daha gerisin, öğrenirsin. Belki bir portrenle birlikte fotoğrafın da kataloglara basılır. Gösteri teklifleri alırsın, kitabın için umutlanırsın. Fotoğrafın havasına girmişsindir. Fotoğraf güzel bir ruh olarak içine girmiştir. Önce iyi niyetlisindir, sonra belki sen de değişirsin.
Fotoğraf bir çile işidir. Eskiden film vardı. Günlerce çekerdin. Sarardın, yıkardın; karanlık odaya girer bir paket kartın bitinceye, hatta gün doğuncaya kadar basardın. Olmadı deyip yine basardın. Tamam derdin sonunda; ya kağıt biterdi ya sen yorgunluktan tükenirdin. Uykusuz gözler ama yüreğindeki coşkuyla okuluna ya da işine giderdin. Kırmızı ışıkla kutsanmış gözlerinde hep bir ışıltı olurdu. O günlerde gümüş, senin için altından daha kıymetliydi. Az çeker, öz seçer ve bir iki fotoğrafını basar ya da bastırırdın. Günümüzün postmodern dünyasında sanki bir minimalisttin. Dokuduğun halının santimetre karesinde daha çok ilmek vardı. Hamallık çok, çıkan sonuç azdı. Yine de özlüyorsun o günlerin ince naifliğini. Çırak olmadan kimsenin usta olduğu görülmezdi.
Soyut bir imge olarak zihinde kalmak
Fotoğrafçının fotoğraf makinesiyle yol aldığı doğrudur. Şu ana kadar yazdıklarımızdan, fotoğraf makinesiz fotoğraf çekildiğine dair bir yol ya da yöntem önereceğimiz sonucu çıkarılmasın lütfen. Nesne insanı ileriye doğru fırlatan bir yay gibidir. Doğru bir biçimde ve seçilen hedefe yönlendirilmesi koşuluyla sorun yoktur. Aksi taktirde ya söz düzleminde bir gözlem, ya da sadece soyut bir imge olarak zihinde kalmak durumundadır. En sık yaptığımız önermelerden bir de “Sevdiğin makineye sahip ol”dur. Yoksa, ağırlıklı olarak tekniğe dayalı her fotoğraftaki eksikliğin faturası, fotoğraf makinesine çıkarılacaktır. İstediğiniz fotoğraf makinesini alın ki, sorunun ne kadarının sizde olduğu ortaya çıksın. Kesin yöntem budur.
Her sanat dalında olduğu gibi -elbette, bir yanıyla fotoğraf sanattır- fotoğraf da ciddi bir tecrübeyi ve bilgi birikimini gerektirir. Fotoğraf tarihine başarılı fotoğraflar armağan etmiş, yaşarken ve kendisinden sonra gelen fotoğrafçıları etkilemiş ustalara baktığımızda, onların donanımlarının ne kadar önemli olduğunu görürüz. Ya yaşamın içinde sahada edindikleri ya da eğitimini aldıkları dalların onlara kazandırdığı bilgi birikiminin önemini daima fark ederiz. O fotoğrafları çekmiş insanların standart ekipmanları ve yaşamın içindeki mütevazı duruşları da bizleri hayrete düşüren iki önemli unsurdur. Makineyi anlatıma koşut ve dozunda kullanmanın bütün incelikleri bu fotoğraflarda gizlidir.
Melodilerle bağ kurmak
Müzik tutkunları iyi bilirler; bir dinleme seansında hoparlörlerin kaybolup, enstrümanların duyulması/görülmesi gerekir. Müziğin içine ancak böyle girilebilir, melodilerle bu şekilde bağ kurulabilir. Fotoğraf da böyledir; fotoğrafçının üslubunu gösterebilmesi, derdini anlatabilmesi için fotoğraf makinesi ve ona bağlı olan tekniklerin ortadan kaybolması gerekir. Oysa doğada çekilmiş, arka tarafı tamamen silinmiş, tane tane su damlacıklarının görüldüğü gölde avlanan kaplan fotoğrafında , çok yüksek enstantanelerde açık diyafram çekimlerde iyi sonuç veren koca bir teleobjektif gözümüzün önüne gelir.
Fotoğrafın içindeki göstergeler, fotoğrafı bilen biri için, daha önceden dinlenmiş fıkralar ya da çözülmüş bilmeceler gibidir. Hemen kendini ele verir. Acaba bu durum, o görüntünün bir fotoğraf olarak kabul edilmesi için yeterli midir? Elbette başına “doğa” sözcüğünün gelmesiyle tür olarak bin sandalye bulur kendine. Bu fotoğraf, güzel olmasına güzeldir ve doğaya ait çok çarpıcı ve ustaca yakalanmış bir ânı da içerir. Fotoğrafın içinde yer alan zoolojik, doğasal ve teknik özellikler, estetiğin ana ögesi güzeli içinde barındırmasına rağmen bunun sanat kategorisinde değerlendirilmesi için yeterli olmayacaktır.
Yeni çağ; aramızda!
Günümüzde dijital fotoğrafçılığın üzerinden, fotoğrafın geldiği noktada, fotoğraf makinesinin, objektiflerin, ışık kaynaklarının, görüntü işleme programlarının, monitörlerin, bilgisayarların, hafıza kartlarının, kullanılan filtrelerin, baskı makinelerinin sıkça sözü edilmekte ama fotoğrafın işlevi arka plana atılmaktadır. Fiziksel koşullar gerçekleşmeden fotoğraf oluşamaz. Tesadüfe bağlı anlar, ancak usta bir bakış ve deneyimle birleştiğinde fotoğrafa dönüşür. Genelde çekilen ilk kare teknik eksiklikler taşımasına rağmen, görülme ânına olan yakınlığından dolayı istenen etkiye daha yakındır.
Sanatı sanat yapan etmenlerden biri de “hata”dır. Çünkü hataya olan eğilim insan doğasının bir parçasıdır. Bir müzisyenin en çok yanlış nota bastığı bir resital, o etkinliği diğerlerinden daha pozitif anlamda ayırabilir. O gün müzisyenin kendini özel bir yorum yapmaya adaması ve etkinliğine bir ruh katma isteği, kendisine o hataları yaptırmış olabilir. Ama bestecinin ruhunu yakalayabildiyse sorun yoktur. Bir teselli de izleyicinin bunu fark etmemiş olma olasılığıdır. Bir fotoğraf da kompozisyon ya da teknik adına öğretilenlerin aksini yaparak başarıyla ulaşabilir. Kurallara uyan ruhsuz fotoğraflardansa, cesaretli denemelerin izleyicinin fotoğraf görüşüne açtığı özel alanlar daima sevilmiş ve bu işler daha bir keyifle izlenmiştir. Kurallar bozulmak için vardır ama iki şartla: Ya o fotoğrafın yanına gelip onun daha mükemmelini yapacaksınız ya da yerine çok daha farklı bir şey koyarak üzerine çıkacaksınız. Yoksa bugüne kadar çekilmiş tüm fotoğraflar aynı seviyede kalıp, fotoğraf tarihini bütünlemek yerine tekdüzelik yaratabilirler.
Kakafonik maço şarkılara playback
Günümüzde dijital bir imparatorluğun yönetimi altındayız. Görüntüler evreni çoktan istilaya uğramış. Birbirine benzeyen fotoğraflar cep telefonlarının ekranlarından aşağı yukarı bize aynı manzarayı sunuyor. Gelişkin teknolojinin yarattığı sıradanlık bir sıkıntıya dönüşerek mutsuz fotoğrafçılar yaratıyor. Bakmayın siz, o objektif döndüğünde onların gülümsemesine, çerçeveden çıktıktan sonra hepsi eski hallerine dönecekler. Ama o süre içinde her kesimden gencecik kızlar göbek atacaklar, sevgililerinden şiddet görseler de kakafonik maço şarkılara playback yaparak eşlik edecekler, mini eteklerini giyip davul çalacaklar, ayakkabılarını havaya atıp ayaklarını içlerine geçirmeye çalışacaklar.
Ya o küfürü ağzından emzik gibi düşürmeyen ve de burnundan kıl aldırmayan homofobik erkekler, yeni budanmış leş sakallarıyla sevgililerinin yanında yerlerde sürünen “IQ”larıyla gerdan kıracaklar ve mağara devri zekasıyla yazılmış ilkel senaryoların 15 saniyelik yancı rollerinde oynayacaklar. Sonra onlara özenenlerin beğenilerine mazhar olarak sefil ruh ikizleri tarafından binlerce kez “tık”lanacaklar. Ertesi gün de sokakta tanınırız umuduyla hayal kuracaklar. Her şey, instagramda atılınca geri dönmeyen sanal bir bumerang ile başladı. Sonra da insanlık bu hali aldı. Şimdi mi; “2021 Uzay Macerası”.
Sokak fotoğrafları, instagram
İşte, ister cep telefonlarıyla, ister fotoğraf makineleriyle çekilmiş olsun, onca özenle saptanmış ve insanların durumlarını anlatan keyifli sokak fotoğrafları instagram ortamında giderek kayboluyorlar. Sosyal sıfatını yitirmiş medya, ancak antropoloji bilimi ile açıklayabileceğimiz bir çılgınlığın içinde. Hesaplarınızda, takip ettiğiniz kişilerin gönderileri tükendiğinde, sizin her hareketinizi izleyen yapay zekanın önerileri ve sizin için uygun gördüğü olası ihtiyaç listenizle karşılaşıyorsunuz.
Sonrasında hasret bitiyor, vuslat başlıyor: Sevimli kediler, malzemesi taşan dev hamburgerler, ruhunuzu disipline sokmak isteyen yogiler, kendi erememiş ve acısını sizinle paylaşmak isteyen meditasyon tacirleri, bonfile ile sevişenler, donmuş nehirlerin kırılan buzlarına gömülenler, kay kay ile dağ tepe aşanlar, bisikletiyle duvara çakılanlar, insanların tepesinden inen uçaklar, çakarlı otolarıyla çaktırmadan emniyet şeridinden savuşanlar, Çin’de pandalar, Hindistan’da mandalar, Arizona’dan çıngıraklı yılanlar. Arada sen de soracaksın, “Dün instagrama koyduğum fotoğrafı gördün mü?” diye… Makus talih; yanıtı basit: “Gördüm, su basmış Venedik ile bariton saksofon çalan ortaokul çocuğunun arasında bir görünüp kayboldu.” diye.
Uyanma zamanı…
Değerli fotoğrafçılar. İster sokakta, ister iç mekânlarda; bu tuhaflıklardan kurtulma zamanı geldi. Bu mecralar görevini yaptı. Artık sanal odalara girip ses enerjisi halinde birbirlerini yoklamaya başladı insanlar. Biz ölümlüleri görüntü karmaşasından kurtaracak şey, ses üzerinden yeniden indi yeryüzüne. Her türlü davete rağmen girmeyin buralara. Konuşmak istiyorsanız aslanlar gibi arayın arkadaşınızı, hasretinizi gideremediyseniz maskenizi takıp, mesafenizi koruyup tenhalarda buluşun onunla. Bırakın “Eyes Wide Shut” hatıralarınızda, fantezisi yüksek bir film olarak kalsın.
Fotoğraf konusunda ciddiyseniz gruplarınızı kurun, bilgilerinizi paylaşın, sergi ve kitap gibi daha kalıcı mecralara yönelin. Fotoğraf monitörden değil, en iyi biçimde basılı olarak anlaşılır. Seçme fotoğraflarınızdan özenle basılmış bir portfolyoyu bir kutu içinde hazır tutun; bir küratörün sizi ne zaman arayacağı ve bir sergiye davet edeceği belli olmaz. Diğer fotoğraflarınız bir yanda, arşivinizin değerli parçaları olarak kalsın. Yoksa başka fotoğrafların yarattığı kargaşaya gerek kalmadan, kendi çektiğimiz fotoğrafların karmaşasında boğulup gidebiliriz.
Soy, gerçek, sıkı fotoğraflara, büyük ustaların projelerine ve foto-röportajlarına eskisinden daha fazla sarılma zamanı. 20 yıla kalmadan fotoğraf, yalnızca gerçek fotoğrafçıların ilgileneceği, bir özel alan olacak. Bugün ellerine fotoğraf makinesini bir fetiş nesne, fotoğrafı da hayatlarına bir oyuncak gibi alanların neslinin tükeneceği kesin. Neden mi; çünkü kapitalizm ve üst akıl onların eline daha görkemli bir oyuncak verecek. Bir piknik sonrası ormanı mahveden vandalların bıraktığı çöpler gibi, döküntü fotoğraflar da temizlendiğinde, ortalık fotoğrafçılara kalacak.
Fotoğraflar her zaman kalacak
Şimdi seferberlik zamanı. Fotoğrafçı arkadaşlar her türlü cambazlığı bırakıp yaşamı tüm akışkan enerjisiyle saptasınlar. Zira bugün, yüz yıl önce çekilen fotoğraflara nasıl bakıyorsak, yüz yıl sonra da bugünkü fotoğraflara öyle bakılacak. Ve bu fotoğraflar, zamanımıza ait daha fazla coğrafi ve estetik bilgiyi taşımak zorunda. Elbette bunun omurgası, konuları doğru bir biçimde destekleyecek teknik olacaktır. Sanatta öz ile biçim dengesi esastır. Bugün küçük bir çocuğa bakan biri yaşlı bir insan görüyorsa, gelecek ile ilgili tasarıma da sahip demektir.
Doğduk, öleceğiz ama fotoğraflar her zaman kalacak; geçmiş günlerden insanlığa değerli bilgiler taşıyacaklar. Gelecek kuşaklar için geçmişin yalnızca bir aktarım değil, bir veri olmasını istiyorsak ve nostalji denizinde boğulmak istemiyorsak, fotoğrafçı olarak bu noktalara dikkatle etmek zorundayız. Finale yaklaşırken, gözümün önüne eski fotoğraflarda, mezar taşlarının yanında renkleri hiçbir zaman o yeşil tonlarda olmamış servilerin gölgesinde soluklanan insanların ifadeleri geliyor. Üçayağın üzerinde yer alan garip tahta kutuya bakan, pembe yanaklı fesli son Osmanlı tebaasının bir ferdi, şekerci vitrininin tonları ve olanca naifliğiyle beliriyor karşımda.
Geçmişi böyle allayıp pullamak, maziyi güzel ve özlenir yapmaz. Aksine gerçek rotasından saptırır. Diyebilirsiniz ki insanlar başından beri renkli görüyor, masum bir renklendirmenin ne zararı olabilir. Fotoğrafın bir belge yönü varsa, bir kişinin ona uygun renkleri koyması belgeyi ancak bir fanteziye dönüştürecektir. Gerek içerik, gerekse biçim olarak saptırılan tarihten hiçbir hayır gelmediği örneklerle sabittir. Hele o fotoğraflardan bir şeyler çıkarıp, bir şeyler eklerseniz; tarihi mezarında ters döndürürsünüz.
Rastgele!
Sonuç olarak: Sevdiğimiz fotoğraf makinelerimizi boynumuza asalım. Sokağı bir kez daha kuşatalım. Sokaklar, mahalleler, caddeler, semtler, şehirler biz fotoğrafçıları bekliyor. Çekilmiş fotoğrafları hatırlayalım. Çekeceğimiz fotoğrafları hayal edelim. Kendi bakışımız üzerinden, başkasının kağıdına bakmadan, bildiklerimizle bu sınavı atlatalım. Fotoğraflar yeterince iyiyse, bir kısmı geleceğe kalacaktır diye umutlanalım. En azından bir arşiv ve bellek oluşturarak dünyanın kültür tarihine bir katkıda bulunmuş oluruz.
Evren bir yerleşik dizgeler bütünüdür. Zorlamaya gelmez. Başı ve sonu, kuralları ve kanunları vardır. Öleceğiz, biliyoruz; bari ileriye kalalım. “Rastgele!” diyoruz. Gelirse zaten, fotoğrafa dönüşecektir.
Fotoğraflar: Serkan Tekin ( @umagumag )
Fotoğraf üzerine okuduğum en iyi yazılardan biri… Serkan Tekin’in fotoğrafları çok iyi.
Saygılarımla
Çok teşekkürler.
Hissettiklerimi gözlemlerimle birleştirip yazdım.
Evet, Serkan Tekin’in fotoğrafları çok iyi.
Sevgiler, selamlar.
Gerçekten çok güzel bir yazı, zevkle okudum. Kutlarım…
Serkan Tekin fotoğrafları da çok çarpıcı. Bravo…
Çağatay Bey merhaba,
Çok teşekkür ederim, güzel yorumunuz için.
Serkan Tekin inanılmaz anlara imza atıyor.
Güzel eşlik ettik birbirimize.
Sevgiler
Her zamanki gibi ufuk açıcı olmuş. Merih vakit bulup daha sık yazsa dedirtiyor…
Sevgili Süha,
Bu güzel yorumun için çok teşekkür ederim. Düşüncelerimin karşılık bulması beni çok mutlu ediyor. Siz okursanız, ben hep yazarım.
Yakında yenilerini de yazacağım. İFSAK Blog’da her ay bir yazı yazmaya gayret gösteriyorum.
Sevgilerimle.