David Nebreda, zihninin en karanlık kuytularını gün yüzüne çıkarmak için kendini tecrit etmeye karar verir.
Fotoğraf bizim şeytan çıkarma ayinimizdir. İlkel toplumlar maskeler kullanır, burjuva toplumunun aynaları vardır. Bizim de imgelerimiz.
Jean Baudrillard
Fotoğraflarının çekilmesine izin vermeyen kültürler vardır. Kültürden kültüre bunun sebebi değişse de fotoğrafın yarattığı huzursuzluk noktasında birleşir hepsi. Fotoğraftaki büyü, başka hiçbir araçta olmayan, kısacık bir anı dondurup onu ebedi bir imgeye dönüştürme becerisinde yatar. Ama fotoğrafa bakıştaki bu batıl inanca temel teşkil eden en önemli sebep, zihnin ve duyguların dışa vurulmayan en derininin fotoğrafta gerçek imgeler halinde ebediyen yaşayacak olmasıdır. Bu duyguların fotografik imgeye yüklenmesinden duyduğumuz huzursuzluk, aynı zamanda bizi esir alan duygu ve korkularımızı da o imgeye yüklemekte (açık etmekte) oluşumuzdandır, belki de.
David Nebreda’nın çalışmalarıyla ilk karşılaştığımda fotoğraflarında gördüğüm saf ve simgesel dürüstlük karşısında aklımdan geçirdiğim düşüncelerdi bunlar. Çoğunlukla özportre olan çalışmalardan dışarıya sızan sanatçının karanlık, ağrılı ve kırılgan iç dünyasıydı. Her bir fotoğraf kendi başına Nebreda’nın duygularını gösteren bir pencere vazifesi görse de, imgeleri birleştirdiğimizde ortaya çıkan bağlamdan, bütün bunların, kendisini esir alan ve dayanılmaz bir yalnızlığa sürükleyen şeytandan kurtuluş çabası olduğunu görmemek imkansızdı.
Fotoğrafları, insani temel duyguları yansıtan imgelerden oluşur.
David Nebreda 1952 yılında İspanya’nın Madrid şehrinde doğar. 19 yaşında, iki odalı bir apartman dairesinde TV’siz, radyosuz, gazetesiz ve onu dış dünyadan tamamen izole yaşantıya mahkum eden şizofreni hastalığıyla tanışır. Yanında yalnızca fotoğraf makinesi vardır. Kendini izole ettiği süreç boyunca tedavi olmak için hiçbir çaba içine girmez. Seksten arınır, vejeteryenliği benimser ve kendini açlıktan öldürecek boyutta oruçlara maruz bırakır. Bu davranışları onu şizofreninin tekin olmayan dostluğu ve kabus gibi imgelemiyle tanışmasına vesile teşkil eder. Aslında yaşadığı gerçeklik fotoğraflarında ifade ettiğinden çok daha ağır bir durum olsa da bundan korku duyup bir kaçış yolu bulmaya çalışmaz, aksine, kendine yaptığı bu işkenceleri kendi kanıyla, bedeniyle ve ağır kontrastlı sahneler yardımıyla üç boyutlu kompozisyonlara dönüştürerek, imgelerin ebedi dünyasına aktarır.
Popüler kültürlerde şizofrenik psikozun tezahürleri çoğunlukla rengarenk sürreal halüsinasyonlar ve korkunç seslerle ifade edilse de Nebreda’nın fotoğraflarında biz bunun tam tersini gözlemleriz. Fotoğrafları, aşırı derecede bu dünyaya ait insani temel duyguları yansıtan imgelerden oluşur. Ve beyinde oluşan hayaletlerin insan bedenini büyüsüyle nasıl etki altına aldığına ve daha da ötesi; et ve kemik, gözyaşı ve kan, ışık ve karanlıklar aleminin korkutucu ama büyüleyici güzellikteki dünyasına eşlik ederiz bu imgelerde.
Yaşadığı inzivaya rağmen, Nebreda’nın işlerinin Renos Xippas tarafından keşfedilip Paris’de sergilenmesi onun tanınmasını sağlar. Sergilerden birinde bu fotoğraflara hayran kalan sanat eleştirmeni Leo Scheer ona dünya genelinde ünün yolunu açar. Ne var ki ün, Nebreda’nın umurunda değildir. O fotoğraflarını başkaları için değil, yalnızca kendisi için çekmektedir. Her fotoğrafı, zihninin cehennemini anlatan bir arınma seansının ve mahrem bir çözülüşün/çöküşün yansımasıdır. Ruhunu, işlerinin nesnesi haline getirerek onu ele geçiren hayaletlerden adım adım temizlemeyi ve onlardan kurtulmayı amaçlamaktadır. Fakat işleri ne kadar mahrem ve öznel gözükse de, bu fotoğraflarda yansıttığı keder bütün insanları derinden etkilemektedir. Yansıttığı duygular herkesin yaşayabileceği ve bağ kurabileceği yalınlıktadır. Ve her şeyden önemlisi; o bize bu kaliteli işlerle bu hastalığı tanımanın ve onunla bir yaşam boyu birlikte yaşamanın yolunu gösterir.
* Andrea Mejia tarafından kaleme alınıp, 8 Kasım 2017 yılında culturacolectiva sitesinde yayınlanmıştır.
Bize Ulaşın