Seyir Defteri: Uzak Asya (Singapur, Japonya, Güney Kore)

/

Bölüm 01, Singapur, Osaka. (Yaz 2019)

Cumartesi, 22 Haziran 2019

Bir yolculuk daha sabah 09:00’da bindiğimiz Havaist otobüsü ile başladı. Cumartesi olması nedeniyle Kadıköy’den kalkan araç rahat bir yolculukla, bir saatte Yeni İstanbul Havalimanına ulaşıyor. Havaist ’te nakit para geçmiyor, İstanbul Kart veya kredi kartı. Öğrenci indirimi yok ve fiyat 25 TL. Açıldıktan sonra İstanbul Havalimanına ilk gelişim. Büyük bir cami karşılıyor sizi. Binalar büyük. Yine de insan bu “doğa katliamına değer miydi?” diyor. Havalimanı gerçekten ihtişamlı görünüyor. Fonksiyonellikten çok göz boyama, olduğundan farklı görünme bu coğrafyanın ciddi problemi.

Havalimanında klasik 15TL harcımızı!.. verip, çıkış pulumuzu alıyoruz. Hızlı bir check-in, bavul teslimi ve pasaport kontrolünden sonra içeriye giriyoruz. Daha zamanımız var. Şöyle bir mağazaları ‘free shop’ları dolanıyoruz. Çoktandır parfüm, alkol almadığımdan fiyatları karşılaştıracak farklı bir şey ararken yunan tütünü gözüme çarpıyor. Geçen sene İpsala sınırındaki freeshopta 1.5€ idi. İki hafta önce yine aynı yerde 2€ olmuştu. Burada 3.2€ ‘ya görünce şoke oldum. Bu dükkânlardan ne kira alıyorlarsa artık, şaşırtıcı.

Neyse, uçağımız zamanında kalkıyor. Singapur’a yaklaşık on buçuk saatimiz var. Bu yolculuklarda uyumam çok nadirdir. Umarım bu sefer biraz kestiririm. Çünkü Singapur’da 24 saat bekleyip Japonya aktarması yapacağız. Enerjiye ihtiyaç var. Özellikle böyle aldık. Singapur ufak ve bir günde gezilecek bir yer dediler. Singapur’a yerel saat ile 06:00 ‘da iniyoruz. Güneşin doğuşuna doğru gittiğimiz için bir günü ve neredeyse bir geceyi on bir saat içinde bitirdik. Böyle olunca güncenin tarihini yenilemedim ama gün bir gün ilerledi. Bu arada söylemeyi unuttum, bu gezide 4.5 kişiyiz. Klasik ekip, ben, eşim Gülten, arkadaşlarımız Ayçin ile Hamit ve onların oğulları Uras. Uras henüz yedi yaşında. Uçaktan terminale geçiyoruz. Biraz doğaçlama gezdiğimiz için oturup ne yapalım diye tartışıyoruz. Ya dışarı çıkıp kendimiz gezeceğiz ya da Changi havalimanının ücretsiz yapılan iki buçuk saatlik turuna katılacağız. Tura katılmayı kararlaştırıyoruz. Nasılsa dönüşte de aynı uzunlukta aktarmamız var. Bu turda görür, bir sonraki aktarmada detaya gireriz mantığıyla. Kayıt bankosu saat yedide açılıyor. Kaydımızı yaptırıyoruz. Erken saatler dolu. Saat 12:30 olanına kayıt yapıyorlar. Daha çok var. Önce havaalanı içerisindeki mini kelebek bahçesini geziyor sonra da on bire kadar uyuyoruz rahat koltuklarda

Zaman geliyor, gümrük kâğıtlarını doldur, polis kontrolünden geç derken 12:36 ‘da, erken gelen iyi yeri kapar mantığı ile otobüste yerimizi alıyoruz. Otobüs iki yerde yirmişer dakikalık mola dışında durmuyor. Dolayısıyla bir kısım fotoğraf otobüsün camında çekilmek zorunda kalınıyor. Dönüşte çıkartırız acısını.

Singapur biraz New York, Çin ve Hint mahalleleri ile biraz Asya. İkinci molada gördüğümüz Türk restoranı, Lübnan ve diğer Arap restoranları ile biraz da Ortadoğu. Yani epey kozmopolit bir yer havası var.

Saat üç gibi yeniden havalimanına dönüyoruz. Polis kontrolünden sonra tekrar bıraktığımız dış hatlar üçüncü terminaldeyiz. Bir şeyler atıştırıp, havalimanının ilginç yerlerini dolaşacağız. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Changi havaalanı gerçekten çok güzel. Üçüncü terminalde orkide bahçesi, birinci terminalde kaktüs bahçesi, ikinci terminalde tekrar başka bir orkide bahçesini geziyoruz. Terminaller arasında iki vagonluk şoförsüz trenler dolaşıyor.

Bir de Changi havaalanında ayakbastı parası var. 20 Singapur doları. Şaka değil. Ama bu parayı yine aynı havaalanında harcamak üzere size veriyorlar. Fena para değil, yaklaşık 16 USD ’ye karşılık geliyor. Gülten ‘le 40 Singapur dolarımızla hatıra eşya aldık.

Evet, burada akşam oldu. Türkiye’de saat daha erken. Beş saat fark var. İstanbul belediye başkanlığı seçimi var. Merakla bekleyeceğiz. Umarım biz uçağa binmeden bir şeyler duyarız sonuç hakkında. Zaten bir günle oy kullanamamış olmaktan epey rahatsız ve üzgünüz.

Neyse ki uçak kalkmadan öğreniyoruz. Kesin sonuçlar değil ama “Her şey çok güzel olacak.” sevinçliyiz. Yine de tedbiri elden bırakmamak lazım. Bizim oralarda her an her şey olabilir. Sonuçta, kesin olmayan sayıma göre İstanbul belediyesi yirmi beş yıldan sonra el değiştiriyor. Hadi bakalım.

Pazartesi, 24 Haziran 2019

Zamanında kalkan uçakla Singapur’dan Osaka’ya doğru hareket ediyoruz. Gece yarısını bir buçuk saat geçti. Gözümü zor açık tutuyorum. Neredeyse iki günün yorgunluğu var. İçtiğim bir bardak şarabın ardından sızıyorum. Ara ara uyanmalarla saat sekizde kahvaltı için uyanana kadar bu parçalı bulutlu uyku yine de iyi geliyor. Sabah dokuz gibi Japonya’da olacağız. Osaka havaalanında iniyoruz. Türkiye’den, Japonya için başlatıldıktan sonra bir hafta süreyle serbest ve sınırsız kullanılabilecek tren biletleri almıştık. Çok ta pahalıydı, 1,600 TL kişi başı. İndiğimiz Osaka havaalanından şehir merkezine gitmek için de kullanılabilir. Fakat daha sekiz gün buradayız. Daha yoğun kullanımlarımız olacak. O nedenle başlatmıyoruz bileti. Başka bilet alıp aktarma ile otelin olduğu bölgeye gidiyoruz.

Otel merkeze bir buçuk, iki kilometre uzaklıkta. Otele varıyoruz fakat saat üçte giriş yapabilirsiniz deniyor oysa duş alıp az dinlenmeye epey ihtiyacımız var. “Girişi öne çekebilir misiniz?” diye soruyoruz. Tabii diyorlar odabaşı 20 USD verirseniz neden olmasın. Neyse, bavulları orada bırakıp, yürüyerek Osaka Kale’sini ziyarete gidiyoruz. Yol uzun. Metro ile sekiz dakika, yürüyerek epey sürdü. Ama bir şehrin sokaklarında yürüyerek çok zaman geçirmezseniz ortamı, kültürü algılamakta zorluk çekiyorsunuz. Biz de zaman ve fırsat varsa yürümeyi seçiyoruz gezilerimizde. Kaleye varıyoruz. Onlar kale diyor ama etrafı hendekle çevrili büyük taş bloklardan yapılmış surumsu bir duvar içindeki klasik bir Japon evinden oluşuyor. En azından dışarıdan öyle görünüyor. İçeri giremiyoruz ama epey fotoğraf çekiyoruz. Hava oldukça sıcak. Bu mevsim Japonya için tavsiye edilen bir mevsim değil. Bize koymaz, bu havaya biz İstanbul’dan zaten alışığız. Dolaşma ve fotoğraf faslı bittikten sonra dönüşe geçiyoruz.

Saat üçe geliyor. Otele varıp duş alıyoruz, iki saat kestirdikten sonra yine sokaklardayız. Yürüyerek Osaka merkeze gidiyoruz. Şu ana kadar çok kalabalık görmemiştik sokaklarda ama burası, her yeri bizim İstiklal caddesinin hafta sonu akşamı kalabalığı gibi. Çok fazla fotoğraf çekecek obje, manzara var. Hem çekiyoruz hem eğleniyoruz. İlginç olan burada elinde fotoğraf makineleri olan o alıştığımız Japonlar yok. O görevi biz yerine getiriyoruz, onlar cep telefonu ile idare ediyorlar.

Akşam yaklaştıkça acıkıyoruz. Aklımızda meşhur “Kobe Bifteği” yemek var. Gerçeği çok pahalı, bizim de gerçekle çakmasını ayırt edecek durumumuz yok, biftek yerine kazık yiyebiliriz, şansa artık. Biraz araştırıyoruz, sonra boş verip Kobe Bifteği yazan bir yere giriyoruz. Önümüze hemen iki mangal geliyor. İki porsiyon Kobe, bir de standart biftek istiyoruz. Siparişler geliyor, ocak başı gibi pişirip yiyoruz. Gerçekten çok lezzetli “lokum gibi.” Bu et için hayvanları nasıl yetiştiriyorlar burada yazmayacağım. Hayvan sever arkadaşlarımın tepkisinden çekiniyorum. Aslında haklılar, suç bizde nefsimize hâkim olamadık. İkişer tane de bira içiyoruz

Bu arada buralarda kurallara uyma beni hayal kırıklığına uğrattı. Sizin de bildiğiniz gibi okuduğumuz tüm Japonya kaynakları, haberler vs. herkesin yazılı olan veya olmayan kurallara uyduğunu, bir birine saygı ve hak yememe konusunda mükemmel olduklarını yazar, söyler. Ama tam öyle değil. Sarı yanınca hızlanıp, kırmızıda geçen taksici de gördüm, yerlerde onlarca sigara izmariti de. Hatta et yediğimiz yerde masada küçük bir küllük görünce şaşırarak sorduk sigara içiliyor mu diye. Evet dedi, tabi içtik birer tane. Tamam, tamam abartıyorum. Kıskançlık ve algıda seçicilik, fazlasıyla kurallara uyup, uyum içerisinde yaşıyorlar. Saat akşam on bir. Çok yorgunuz. Yine yürüyerek dönüyoruz otele. Sabah saat dokuzda buluşmak üzere sözleşerek odalara çekiliyoruz. Yorgunluktan uyuyamıyorum, sanırım gece yarısı bir gibi dalmışım….

Seyir Defteri’nin Güney Amerika yolculuğuna dair yazıları için; Bölüm IBölüm IIBölüm IIIBölüm IVBölüm VBölüm VIBölüm VII Bölüm VIII

1964 yılında memur bir babanın çocuğu olarak Urfa’da doğdum. 1968 yılında hayatımın geri kalanını geçireceğim İstanbul’a tanıştım. 1986 yılında Yıldız Üniversitesi Kocaeli Mühendislik Fakültesinden Elektronik Mühendisi olarak mezun oldum. Sırasıyla askerlik, iş hayatına başlama, evlilik, iki tane dünya güzeli kız dünyaya getirme, kendi işini kurma ve sonra “Yeter daha ne kadar çalışacaksın?” diyerek iş hayatını komple bırakma çizgisinde bir yaşam geçirdikten sonra, hobilerime yöneldim. Yurt içi, yurt dışı geziler, teknecilik ve karavancılık ile görme, keşfetme ihtiyacımı karşılarken, bunları belgelemek için çocukluktan beri sevdalısı olduğum fotoğrafa tekrar başladım. Aslında çocukluktan beri sevdalı olduğum söylenemez; çocukluğumun tatil günleri, ilkokuldan başlayarak dayımın Maltepe’deki fotoğraf stüdyosunda çalışarak geçti. O zamanlar dışarıda oynamak yerine o daracık karanlık odada, fotoğrafçılığın mutfağında çalışmak nefret edilesi bir durumdu. Ama her aşk nefretten doğmaz mı? Doğar; dolayısıyla fotoğraf makinesini hiç bir zaman yanımdan ayırmadım. Askerlik sırasında, 1988 yılında, AFSAD'da temel eğitim aldım. 2014 yılında, emekli olur olmaz İFSAK’a üye oldum. Çeşitli karma sergilerde, dernek içerisindeki fotoğraf gruplarında, sosyal sorumluluk projelerinde yer aldım. Bir dönem Yönetim Kurulu'nda görev yaptım. 2018 yılında İstanbul Fotoğraf Günleri Koordinasyonunu üstlendim. Ve bu sevdiğim ortamda bulunmaya devam ediyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Gezi Kültürü