Serbest zaman (leisure) ve boş zaman (free time) kavramlarının aynı anlama gelmediği, bu iki kavram arasında bir ayrım yapılması gerektiği düşüncesi, sosyolojik kuramın, alana ilişkin temel vurgularının başında gelmektedir. Boş zaman, serbest zamanı da kapsamakla birlikte, reel yaşamın yani ücretli çalışma yaşamının dışında gerçekleştirilen diğer tüm etkinlikleri kapsayan bir anlama sahiptir. Yemek yeme, uyuma ve kişisel bakıma ilişkin gereksinimler ile ailesel ve vatandaşlığa ilişkin yükümlülükler boş zamanda yerine getirilir. Bunun aksine, serbest zaman, hem fizyolojik gereksinimlerin karşılandığı hem de toplumsal yükümlülüklerin yerine getirildiği zaman diliminin dışında gerçekleştirilen etkinlikleri kapsamaktadır. Modern toplumlarda serbest zaman etkinliklerinin dört temel özelliği bulunmaktadır. Bunlar, yükümlülüklerden ya da zorunluluklardan uzak olması, karşılık beklemeden yapılması, eğlence arayışına yönelik olması ve bireysel etkinlikler olmasıdır (Dumazedier, 1968, s. 250).
Eğlence arayışına yönelik serbest zaman etkinliklerinden biri de XIX. yüzyılın sonunda doğuşuna tanıklık edilen amatör fotoğrafçılıktır. Reel yaşamın dışında gerçekleştirilen etkinliklerin yani domestik yaşama dair anıların, seyahat ve tatillerin, tüm oyunsal açık hava aktivitelerinin ve tüketimlerin belgelenmesi olan amatör fotoğrafçılık, toplumsal işlevleri açısından değerlendirildiğinde, eğlence ve haz arayışıyla karakterize olduğu ve bu açıdan sınıf koşullarıyla ilişkili bir uygulama olarak öne çıktığı söylenebilir. Pierre Bourdieu’nün de (1996, s. 14-15) vurguladığı gibi, fotoğraflama edimi, kişisel başarılarımızın yani bir olayın, seyahatin ya da gösterişsel tüketimin gerçekleştiğini kanıtlayarak saygınlık ve prestij tatmini sağlar. Ayrıca, tıpkı bir oyun gibi, eğlence ve kaçış aracı olarak işlev görür.
Bourdieu’nün açıklamalarında, eğlence ve saygınlık arayışlarının daha çok amatör fotoğrafçılığın toplumsal işlevleri ile ilgili olduğu ve bu fotoğrafik uygulamanın sınıf koşullarıyla bağlantılı olarak ele alınması gerektiği düşüncesi öne çıkmaktadır. Çalışmanın bir uzantısı olan eğlence, reel yaşamın beraberinde getirdiği monotonluğu gidermeye ve egemen/bağımlı ilişkilerinin oluşturduğu değersizlik duygularını fantazya yoluyla yatıştırmaya yönelik bir arayıştır. Bourdieu’nün açıklamalarından çıkarabileceğimiz bir diğer sonuç, tüketim, seyahat ve fotoğrafın birbirlerini güçlendiren kültürel eğilimler olduklarıdır. Bir ürünün ya da hizmetin satın alınması ve kullanılması anlamına gelen tüketim ve gündelik alanlardan yani hem reel hem de domestik yaşamdan bir anlığına uzaklaşma ve mobilite hali olan seyahat, kuşkusuz fotoğrafçılıktan bağımsız kültürel eğilimler değildir. Seyahat ve turizm hizmetleri tüketiminin yaygınlaşmasında, görsel tüketime yönelik arzunun payı azımsanamayacak ölçüdedir. Fakat eğlence ve saygınlık arayışına yönelik görsel tüketimin gerçekleşebilmesi, alt sosyal sınıfların serbest zaman olanaklarındaki artışı da gerekli kılmıştır. Bu açıdan, XIX. yüzyılın sonundan itibaren amatör fotoğrafçılığın gelişimi, serbest zaman kavramının geçirdiği tarihsel dönüşümlerle ve dolayısıyla kapitalist ekonomik sistemin XIX. yüzyılın son çeyreğinde ulaştığı yeni koşullarla ilişkilidir.
Paul Lafargue‘ın, işçilerin günde 3 saat çalışıp günün geri kalanında tembellik yapmaları yönündeki arzusu gerçekleşemese de, kapitalizmin zaman politikalarındaki değişim sonucu, Sanayi Devrimi’nin ilk döneminde yaşanan insanlık dışı çalışma koşullarının XIX. yüzyılın sonlarına doğru değişmeye başladığı görülmüştür. Endüstriyel rekabetin üretim teknolojilerinde yarattığı gelişme, üretimde muazzam verimliliklere yol açmış, artan üretim ise kitlesel tüketimi zorunlu hale getirmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de, çalışma saatlerinin kısaltılması yani işgücüne tüketim etkinliklerinde kullanabileceği serbest zaman olanaklarının sağlanması ve ücretlerde artış gündeme gelmiştir. Durup dinlenmeden çalışmayı ve çileciliği öne çıkararak, aylaklığı ve tüketimi günahların büyüğü sayan Protestan ahlakı, önceki yüzyıllarda kapitalist sermaye birikiminin önünü açmış olsa da, bu dönemde artık kapitalizmin ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelmiştir. Bu nedenle 1890’lı yıllardan itibaren değişmeye başlayan çalışma etiğiyle birlikte, alt ve alt-orta sınıflar için yeni bir yaşam biçiminin doğmaya başladığı ileri sürülebilir.
Üretim kapasitesindeki artıştan önce, büyük ölçüde orta ve üst sınıf pazar için üretim yapılıyordu. Fakat artık alt sınıftan erkek ve kadınların da daha üretken hale gelen makinelerin taleplerine yanıt vermeleri gerekiyordu. Üretimdeki verimliliğin gereklerine cevaben, tasarrufun yerini toplumsal bir değer olarak aşırılık almalıydı. Böylece, tüketim arzusu ile dolu, ama bunun için gerekli finansal güce de sahip emekçi kesimler yaratmak ve bu kesimlere yatırım yapmak, kapitalist sistem için bir zorunluluk haline geldi. Böylece, kitle tüketimini mümkün kılacak nesnel koşullara doğru dramatik bir hareket başladı: daha yüksek ücretler ve daha kısa çalışma saatleri. Artan ücretler ve serbest zaman olanakları, seri üretimin gerektirdiği yeni alışkanlıkların benimsetilmesinde ilk adımı oluşturuyordu. Bir sonraki adım, işçilerin, artan gelirlerini ve serbest zamanlarını tüketici pazarlarında harcamalarını sağlamak ve bunu da “uygarlık” deneyimi olarak tanımlamaktı (Ewen, 2001, s. 24-29).
XIX. yüzyılın sonlarında yaşanmaya başlayan ekonomik ve toplumsal gelişmelerin bir uzantısı da Fordist üretim yapısıdır. David Harvey‘nin de (2012, s. 148) belirttiği gibi;
Sekiz saatlik, beş dolarlık işgünüyle hedeflenen, sadece işçinin son derece üretken montaj hattı sisteminin gerektirdiği disipline uymasını sağlamak değildi. Bu uygulama, aynı zamanda, işçilerin, büyük şirketlerin gittikçe daha büyük miktarlarda piyasaya sürmeye hazırlandıkları kitle üretimi ürünlerini tüketmek için yeterli bir gelire ve boş zamana sahip olmalarını sağlamayı hedefliyordu.
1890’lı yıllardan başlayarak katı çalışma etiğinden esnek çalışma etiğine geçiş, diğer bir deyişle ücretlerde ve serbest zaman olanaklarında artış, önceleri orta ve üst sınıflara özgü olan tüketimin alt sınıflara da açılarak demokratikleşmesini sağlarken, aynı zamanda seyahat de demokratikleşmiş, görsel tüketim ve mekânların tüketilmesi gibi yeni tüketim biçimleri ortaya çıkmıştır. İşgücü için yeni serbest zaman değerlerini imleyen bu gelişmeler, seyahat, turizm ve fotoğrafçılık gibi konuları da ele almayı zorunlu kılmaktadır. Başkalarından geri kalmamak adına da yapılabilen tatiller, statü göstergeleri olmalarının yanı sıra gösterişsel ve kıskandırıcı tüketim gibi Veblenci kavramları da çağrıştıran nitelikleriyle öne çıkan toplumsal bir pratiktir. Fotoğraf ise “orada”bulunmuş olmanın bir belgesi olarak, turist deneyiminin ve dolayısıyla gösterişsel tüketimin en önemli bileşenlerinden biridir.
Tatillerin fotoğraflanabilir şeylerin yelpazesini genişlettiğini ve fotoğraf çekmeye dönük bir eğilim yarattığını belirten Bourdieu’ye göre, fotoğraf pratiğinin giderek yaygınlaşmasının nedenleri, fotoğrafın seyahat ve turizm ile olan yakın ilişkisinde aranmalıdır. Bourdieu (1996, s. 36), fotoğrafların tatilin gerçekleştiğini ve kişinin serbest zamana sahip olduğunu doğruladığını ve bu yönüyle gösterişçi tüketime esin kaynağı olduğunu vurgular:
Fotoğraf, hem kişinin tatilde ne yaptığı hem de bir tatili tatil yapanın ne olduğudur: “Evet, sokakta yürüyen kişi benim karım; tabii ki tatildeyiz, aksi takdirde bu fotoğrafı çekmezdim ki.” […] En önemsiz yerlerin ve anların görüntüsünü yakalamakla, fotoğrafın kişinin serbest zaman geçirmiş olduğunu ve bunu fotoğraflayacak serbest zamana sahip olmuş olduğunu sonsuza kadar belgelemeye yaramasıyla, kişi onları birer serbest zaman geçirme anıtına dönüştürmüş olur.
Bourdieu’nün bu eleştirileri, fotoğraflama ediminin demokratikleşmesinin bir sonucu olarak görülebilir. XIX. yüzyılın sonlarından itibaren tüketim ve seyahat giderek demokratikleşirken, başlangıçta ayrıcalıklı küçük bir azınlığın tekelinde olan fotoğraf tekniğinin de halka açıldığı, anıların fotoğrafik kayıtlarının biriktirilmesinin de demokratikleşmeye başladığı görülür. Kodak ile başlayan bu süreçte, fotoğraf popülerleşmiş ve herkesin erişebileceği bir görme biçimi halini almıştır. Artık fotoğraf makinesi, serbest zamanların ve çıkılan tatillerin en önemli parçası haline gelmiştir.
Fotoğraf makinesinin, seyahat ve tatillerin vazgeçilmez bir aksesuarı haline dönüşmesi için XIX. yüzyılın sonlarını beklemek gerekecekti. Özellikle alt ve alt-orta sınıflar açısından bir fotoğraf makinesine sahip olmak ve meslekten birine ihtiyaç duymadan kendi anılarını ölümsüzleştirmek, George Eastman tarafından 1888 yılında piyasaya sürülen, küçük boyutlu ve pahalı olmayan Kodak kameralar sayesinde mümkün olmuştu. Eastman’ın amacı her şeyden önce ticariydi, gelirleri ve serbest zamanları artmaya başlayan sınıflar için ucuz ve kullanımı kolay kameralar üreterek fotoğrafı kitleselleştirmek ve bundan büyük paralar kazanmak arzusundaydı.
Orta ve alt sınıftan insanların reel yaşamın dışında kaldıkları anlarda aradıkları eğlence fikri, erken dönem Kodak reklamları tarafından da pekiştirilmişti. Kodak reklamları, kadın ve erkekleri reel yaşamın ve evin dışında, diğer bir deyişle seyahat halinde ve tatilde betimleyerek, daha önceleri ev ve iş hayatı içerisine hapsolmuş sınıflara artık dünyalarının daha fazla genişleyebileceğini müjdeliyordu. Eastman, böylesi bir girişimde bulunarak, orta ve alt sınıfların serbest zamanlarının tam da kapitalizm yararına artmaya başladığı bir dönemde, artan haz ve eğlence aygıtı arayışlarına bir bakıma yanıt vermişti. Erken dönem Kodak reklam metinleri, gezilerde fotoğraf çekmenin sağlayacağı eğlenceye, gezi sonrasında ise yaşanan güzel anların birer belgesine sahip olmanın vereceği hazza vurgu yaparak bunun ipuçlarını vermekteydi. Yolculuk hikâyelerini Kodak ile yazanlar için tüm bunlar garanti ediliyordu (Görsel 1). Kısacası, Kodak reklamlarında eğlence ve haz söylemi görsel ve yazılı semiyotik öğelerle kodlanmıştı. Söz konusu olan, eğlence ve haz odaklı bir serbest zaman temsiliydi. Bu temsiliyet, XIX. yüzyılın sonlarından itibaren püriten etiğin, yerini haz etiğine bırakmaya başladığının da bir göstergesiydi. Önceleri, çalışan sınıflar için hor görülen aylaklık, kapitalizmin bu yeni aşamasında artık neredeyse bir hak durumuna gelmiştir. Bu nedenle, Kodak reklamlarında temsil edilen kadın ve erkekler, doğmakta olan yeni bir insan modelinin de ipuçlarını vermekteydi.
Gezi, seyahat ve tatile ilişkin görsel ve yazılı semiyotik öğeler, erken dönem Kodak reklam metinlerinde sıklıkla tekrarlanmaktadır. Bu nedenle Kodak kadın ve erkekleri genellikle coğrafi hareketlilik içerisindedirler. Tren garında ya da otomobillerinde seyahate çıkmak üzere olan figürler, omuzlarına zarif ve şık Kodak çantasını asmışlardır ve “Yanınıza bir Kodak alın” sloganı bu görsellere eşlik etmektedir (Görsel 2). Tren garında bekleyen ya da trende seyahat halinde olan gezginlerin, bir otomobile sahip olmadıklarını ve bu nedenle hedef kitlenin alt ve alt-orta sınıflar olduğunu kolaylıkla tahmin edebiliriz. Ya da yolculuk tamamlanmış, figürler tatilin keyif dolu anlarını deklanşöre basarak yaşamaktadırlar (Görsel 3). Hem evden hem de reel yaşamdan uzakta betimlenen figürler, avcılık, tenis, kayak ve yelkencilik gibi tüm oyunsal açık hava aktivitelerini de gerçekleştirirler. Kısacası, Kodak reklam metinlerinde serbest zamana ilişkin tüm motifleri bulmak mümkündür.
Kodak reklam metinlerinde seyahat ve tatillerin yanı sıra kameraların elde taşınabilirliği ve işlemin basitliği de vurgulanmalıydı. “Kodak sadeliği” sloganıyla altı çizildiği gibi (Görsel 3), bu reklamlardaki diğer bir motif hafiflik ve basitliktir. “Siz düğmeye basın, gerisini biz hallederiz” sloganıyla doğan Kodak reklamları, işlemin kolaylığına da vurgu yaparak, tüm amatörleri müşteri kitlesine dönüştürme çabasındaydı. Reklam sloganından da anlaşılacağı üzere, karanlık odada geçen uzun ve yorucu işlemleri artık Kodak üstleniyor ve ortaya çıkacak sonuç müşteriye garanti ediliyordu. Geçmişin ağır ve hantal kameralarının aksine, Kodak kameralarıyla fotoğraf çekmek bir düğmeye basmak kadar kolaydı. Bu işlem bilgi ve tecrübe gerektirmiyordu, hemen herkes tarafından kolaylıkla gerçekleştirilebilirdi.
“Kodak, giderken” sloganının eşlik ettiği diğer bir reklam metninde de (Görsel 4) elde taşınabilirliğin ve sadeliğin vurgulandığı görülmektedir. Fakat 1917 yılına ait bu görseli daha da önemli kılan, Thorstein Veblen‘in tüketime ilişkin XIX. yüzyılın sonlarında ortaya attığı gösterişçi ve kıskandırıcı tüketim gibi kavramsallaştırmaları çağrıştıran anlam katmanlarının saklı olmasıdır. Bu görselde gösterişçi ve kıskandırıcı tüketime ilişkin anlamlar ikili zıtlıklar aracılığıyla inşa edilmiştir. Metinde yer alan nesneler yani Kodak kamerası, mimari yapı, otomobil ve birer nesne olmamakla birlikte şoför ve hizmetçi kadın, tatile çıkacak olan çiftin üst sınıftan insanlar olduğunu gösterirken; ön plandaki kadının kıyafeti, onun evin hizmetçisi olduğunu göstermektedir. Alt sınıfı temsil eden hizmetçi kadın, reklamın ana karakteridir ve dolayısıyla reklamın asıl hedef kitlesi de alt sınıftan insanlardır. Kodak kamerasına uzanan el dışında, üst sınıftan insanların görünmeyen varlığı, öykünme, kıskanma ve gösterişe esin kaynağı olma işlevini yüklenmiştir. Üst sınıftan evli çift yeni maceralara yol almak üzere dışarıda bekleyen otomobildedir. Hizmetçi kadın sadece bir anlığına dışarıya çıkmıştır, kamerayı teslim ettikten sonra içeriye yani reel yaşamına dönecektir. Dışarısı haz ve eğlenceyi vadederken, içerisi ise hizmetçi kadın için reel yaşamın sonsuz bir aynılıkla sürüp gittiği yerdir ve monotonluktan başka bir şey vadetmemektedir. Reklamın hedef kitlesinin henüz Kodak’a sahip olmayan alt sınıflar olduğu göz önüne alındığında, hizmetçi kadının bir Kodak’a sahip olmadığı öne sürülebilir. Özetle söylenirse, reklam metninde üst sınıf-alt sınıf, dışarısı-içerisi, eğlence-monotonluk ve Kodak’a sahip olan-olmayan gibi bir dizi ikili karşıtlıklar söz konusudur ve anlam bu karşıtlıklar arasındaki ilişkiyle kurulmuştur. Dolayısıyla reklam metnine ilişkin bağıntılar, “üst sınıf ile alt sınıf, dışarısı ile içerisi, eğlence ile monotonluk arasında nasıl bir ilişki varsa Kodak’a sahip olan ile olmayan arasında da benzer (~) bir ilişki vardır” şeklinde gerçekleşebilir:
Böylece anlamın birinci düzeyi olan düz anlam düzeyinde reklam görseli, “üst sınıftan bir evli çift Kodak kameraları ile tatile çıkıyor” şeklinde bir anlamı ifade etmektedir. Reklam görselinin gösterişsel ve kıskandırıcı tüketim ideolojisinin belirginleştiği yan anlam düzeyinde ise, “alt sınıfların bir Kodak kamerasına sahip olduklarında, dışarıya yani seyahate çıkıp eğlenceli anlar biriktirebileceği, benzer doyumları yaşayabileceği” ima edilmektedir. Kamerayı elinde tutan hizmetçi kadının yüzündeki mutluluk ifadesi, Kodak tarafından garanti edilen eğlence ve hazzın da bir göstergesi olmaktadır. Görselde, insanların içgüdülerine seslenilerek, onların da dışarıda olmaları, yola çıkmaları ve yolculuk hikâyelerini Kodak ile yazmaları gerektiği yönünde bir ikna çabası söz konusudur. Üst sınıf yaşam tarzı sergilenerek, reklamın hedef kitlesini oluşturan alt sınıftan insanlar Kodak kameralarına, seyahate ve dolayısıyla görsel ve maddi tüketime özendirilmektedir. Burada, Kodak kamerası bir statü göstergesi işlevi yüklenmektedir. Alt sınıflar bu göstergeyi edinerek, diğer bir deyişle üst katmandakilerin harcama kalıplarına ve yaşam tarzlarına öykünerek, ait oldukları sosyal konumun getirdiği değersizlik ve yetersizlik duygularını bir bakıma hafifletebilecektir. Sonuç olarak, öykünme ve gösterişçi tüketimle alt sınıfların orta ve üst sınıf yaşamlarına özendirilmesi stratejisi erken dönem Kodak reklamlarına da yansımıştır, denebilir. Çünkü endüstriyel kapitalizmin bu yeni aşamasında, tüketimin alt sınıflara da açılarak, bu sınıfların mevcut sistemin yeni koşullarıyla bütünleşmelerini sağlamak gerekiyordu.
Kodak reklamlarının önemi, XIX. yüzyılın son çeyreğinde ekonomik düzeyde yaşanan kırılmaların ve bunun bir uzantısı olan Fordist üretim yapısının kültürel düzeyde yol açtığı yeni eğilimlerin ipuçlarını vermesidir. Diğer bir deyişle, Kodak reklamları tüketim, seyahat ve fotoğrafçılık gibi serbest zaman endüstrilerinin altında saklı olan ideolojinin keşfini sağlayan metinlerdir.
Popüler fotoğraf tarihi yayınları, amatör fotoğrafçılığın gelişimini çoğunlukla teknolojik gelişmelerle ilişkilendirmekte ve özellikle Kodak kameraları sayesinde fotoğrafçılığın kitleselleşmesini teknik engellerin aşılmasının bir sonucu olarak görmektedir. Bu tarihsel gelişmenin teknolojik ilerlemelere indirgenmesi, betimleme düzeyinde kalan, ekonomik ve toplumsal bağlamlardan koparılmış açıklama ve anlamlandırmalara yol açmaktadır. Oysa, fotoğrafçılığın popülerleşmesi, ekonomik ve toplumsal gelişmelerle ve serbest zaman kavramının geçirdiği tarihsel dönüşümlerle bağlantılıdır. XIX. yüzyılın sonunda ekonomik düzeyde yaşanan yeni eğilimler ve bunun bir uzantısı olan Fordist üretim yapısı, amatör fotoğrafçılığın gelişiminde birincil düzeyde etkilidir. Bu fotoğrafik uygulamanın gelişimi, modern kapitalist toplumlarda serbest zamanın çalışmanın bir uzantısı haline gelmesinin, diğer bir deyişle ekonomik düzey ile kültürel düzey arasındaki bütünleşmenin bir sonucudur.
* Bu makale, geniş biçimiyle Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Yazıları Dergisi’nin 44. sayısında yer almaktadır.
Kaynakça
- Bourdieu, Pierre vd. (1996). Photography A Middle-brow Art. (S. Whiteside, Çev.). Cambridge: Polity Press.
- Dumazedier, Joffre. (1968). Leisure. International Encyclopedia of the Social Sciences (Vol. 9, s. 248-254). New York: The Macmillan Company & The Free Press.
- Ewen, Stuart. (2001). Captains of Consciousness. New York: Basic Books.
- Harvey, David. (2012). Postmodernliğin Durumu. (S. Savran, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Bize Ulaşın