Bundan yaklaşık 10 yıl önce eğitmenlik yaptığım kolejde portre dersini işlerken, doğru ışık ve açıyı bularak nasıl daha iyi fotoğraflar elde edeceğimiz üzerine denemeler yapıyorduk. İşin en zor tarafı 14 ile 16 yaşları arasındaki öğrencilerin hangisinin çekim sırasında bize modellik edeceği konusuydu. Genelde yaşları ile sorunları olan bu çocuklar, kendilerini fiziksel anlamda yeterli görmedikleri için okul formaları ile fotoğraf makinesinin önüne oturmak istemiyorlardı.
Kendine güvenen bir öğrenci çıkmadığı sürece bu sorunu tek şekilde hallediyorduk. İşi gücü bırakıp, ben tabureye oturuyor ve fotoğrafın çekilmesi için modellik yapıyordum. Açılarını göremiyordum ama en azından öğrencilerin karşısında çekeceği bir model oturuyordu. Günler, aylar, yıllar böyle geçti. Gün geldi, filmden dijitale döndük. O dönemin adı analog olarak tarihe yazıldı.
Teknoloji ilerledi, cep telefonları hükümranlıklarını korumak yeni bir alan yaratmak zorundaydılar. Cep telefonlarına kameralar yerleştirildi. Yetmedi, kullanıcılar kendilerini de çekebilsinler diye bir mercek daha eklendi. Çözünürlük arttı, duyarlılık yükseldi. Bu mercekler için büyük tecrübeye sahip ve yıllarını bu işe vermiş fotoğraf makinesi üreten firmalarla anlaşmalar yapıldı.
“Teknoloji, başkasından yardım almadan insanoğlunun kendisini fotoğraflayabilmesi için gerekli düzeye geldi. Belki de 21. yüzyılda fotoğraf alanında kamuyu ilgilendiren en büyük devrim buydu.”
Ve insanlar kendilerini çekmeye başladılar. Selfie, yani önce “özçekim” sonra da Türkçemizdeki yeni adıyla “görçek” modası tüm dünyayı kasıp kavurmaya başladı. Özel üçayaklar, çubuklar, kumanda mekanizmaları üretildi. Artık insan, kol boyu yettiği kadar, kendisi ve yakın çevresinin tanık olduğu anlarını maharetle fotoğraflara dönüştürmeye başladı. O güne kadar, çerçevenin içine kendi gölgesini dahi düşürmekten kaçınan insan, fotoğrafların başrol oyuncusu olarak çektiği fotoğraflarda yer aldı.
“Orada olmak” artık kişinin kendisinin de fotoğrafın içinde olması koşuluyla geçerliydi.
Herkes, kendi estetik bilgisi doğrultusunda ve fiziksel görüntüsünün en ideal açısını bulduğunda cep telefonunun deklanşörüne basıyordu. Bu “Ben de varım ve evrende -sandığınızdan daha fazla- bir yer tutuyorum.” demenin en kısa yoluydu. Artık alışkanlığa hatta bir takıntıya dönen bu iş, yaklaşık bir on yıl içinde benim öğrencilerimi de rahatlatmış, fotoğrafı çekilecek model ararken, onların en az yarısının tabureye oturmasını sağlamıştı. Böylece edindikleri deneyimin sonucunda, fotoğrafları çekilirken, elinde makine olan kişiye hangi açılardan kendilerini çekmeleri gerektiği konusunda kararlı biçimde komutlar veriyorlardı. Aslında görçek olayı insanlara bir güven ve rahatlık duygusu vermişti.
Artık güzel ya da yakışıklı olmanın değil, buldukları en ideal açıların kendilerini bu dünyada -ya da görüntüler âleminde- tuttuğunu anlamıştı insanlar. Ama bu arada fotoğrafın özü olan fotoğrafçının yaklaşımı ve kendi görüşünü konunun üzerine aktarma özelliği sekteye uğramıştı. Modellerin kimi biraz soldan-yukarıdan, kimileri de hafif sağdan ve karşıdan çekilmeyi talep ediyordu. Kendine güven, bu kez poz verenin kısıtlı bilgisinden daha fazlasının fotoğrafta yer almasını engelliyordu. Ve giderek portre fotoğrafı çeken tüm fotoğrafçılar, bu yönlendirmelerle bakış açılarını, dolayısıyla da sanatlarını gösterme şansında mahrum bırakılıyorlardı.
Zaman içinde tüm bu söylediklerimizin görünür olması ve yaygınlaşabilmesi için fotoğrafın somut bir platforma ihtiyacı oldu. Ve buna yataklık eden de son yüzyılın en büyük keşfi, aynı zamanda görsel bir günlük olarak ele alabileceğimiz Instagram doğdu. Suretler yeniden ve üstelik kare bir alanın sınırları içinde gündeme geldi. Sonuçta hem teknik hem de uygulamalardaki türlü oyunlarla görüntü melez bir hâl aldı. İnsan bir yandan yaşlanırken, diğer yandan da görüntü düzleminde başkalaşıma uğradı.
Artık sanal dünyada uzaylı yaratıklar geziniyordu. Instagramda profil fotoğrafından tanıdığımız ya da çekmiş olduğu görçek fotoğraflarından bildiğimiz bir kişiyi normal yaşamda çıplak gözle tanımlamak mümkün değildi. Zaten tanınmış kişilerin afişlerinde ya da yer aldıkları reklam fotoğrafların da görülen müdahalelerle bu sanal dünya tescil edilmiş, bambaşka bir evrenin kapıları sonsuza dek açılmıştı. Gerçek veriler kaybolunca, yıllardır tanıdığımız bir şarkıcının görüntüsü 20 yıl önceki fotoğrafından daha genç ve güzel olabiliyordu.
Artık fotoğrafları doğal hallerinden uzaklaştıran filtreler de yetersiz kalmaya başlamıştı. Instagramda görçek yoluyla fotoğraf uygulamaları üzerinden yapılamayan müdahale, bu kez doğrudan botoks ve estetik ameliyatlarla gerçek yaşamda yüze uygulanmaya başladı. Artık hattı değil, sathı müdafaanın zamanı gelmişti. Ne de olsa farklı -maskeli- bir yüzle, tıpkı tiyatroda olduğu gibi girdiğin rolde istediğini yapabilmek mümkündü. Ve artık bu durum, genetiğe kaydedilmese de kaçınılmaz bir biçimde yepyeni bir ırkın müjdesini veriyordu.
Evrende tüm zincirleme reaksiyonlar gibi Instagram da tek başına değildi. Hemen sonrasında bir “blogger”lar furyası çıktı ortaya. Bununla da kalmadı. İnsanlar suretlerine mekânları da alet etmeye başladır. Artık genetiğiyle oynanmış ve yanlı düşüncelerin sözcükleriyle övülen yeni bir uzay daha vardı. Köşe yazarı olmadan, kendilerine sütunlar yarattı bu insanlar ve o sütunun tepesine çıkıp reklam yapmaya başladılar. Kimi bunu bir otelde iki gece bedava kalmak için yaptı, kimi bir öğün para vermeden yemek yemek için. Sonunda bir iş kolu daha çıkmıştı. Her gönderinin bir ücreti vardı artık.
Bu insanlar restoranlara gidiyor, otellerin yatak odalarında poz veriyor, kıyılarda bikinileriyle şezlonglara uzanıyorlar. Kimi parasını veren her restoranın yemeğini muhteşem diye yazan satılık damak, kimisi mahallede top oynanırken takıma alınmayan haksızlığa uğramış kırık delikanlı, kimisi doğum günlerine davet edilmeyen üzüntülü kız çocuğu. Şimdi sıra ve güç onlarda. Hayırlı olsun yeni alanınız. Artık sizin de bir mesleğiniz var. Bir gün Instagram bittiğinde -ki onun da sonu facebook gibi yakındır- atmosfere giren göktaşı gibi parçalara ayrılma olasılığını unutmamak gerekiyor.
Ama reddedemeyeceğimiz bir gerçek olan sosyal reklamcılık, tüm dünyada klasik reklamda yeni bir alan açtı. Ve “Instagram”dan “Whatsapp”a, “Twitter’”a kadar kadar yeni yüzyılın iletişim araçları ve bütün buluşları sonuna kadar maharetle kullanıyor. Reklamın kuralları sosyal reklamla yeniden biçim buluyor. Siyaset kulvarı dahil tüm stratejistler kampanyalarının ciddi bir bölümünü sosyal medyadan yapıyor. Bazı konular için bu iyi ama negatifi iletmekte daha mahir olan bu yeni araçlar, özellikle linç medyası olarak büyük sorunlar yaratıyor. Eskiden cezadan yırtmak için “Şeytana uydum, içimden bir ses öyle söyledi.” diyen sanık, şimdi rahatlıkla “sosyal medyada gördüğümün kurbanıyım” diyor.
Artık herkes fotoğrafçı ve cep telefonları yaşamımızın ayrılmaz bir parçası. Ama asıl konumuz görçek. En iyi açımızı bulalım; bakalım, görelim, çekelim. Biz zamanında makineyi kendimize çevirip, netliğimizi ve ışık ayarımızı yapıp -kimi net, kimi bulanık- onlarca otoportremizi zaten çekmemiş miydik? Özgürlük var; isteyen, istediği gibi, fotoğraf makinesi ya da cep telefonuyla fotoğraflarını çeksin. Yalnız, sanal âlemin dışında kültür, sanat, müzik, edebiyat gibi dünyada hâlâ vakit ayıracak güzel şeyler olduğunu da unutmadan… Özellikle fotoğrafa, fotoğraf sanatına da gereken değeri verelim.
Fotoğrafla Kalın.
Temmuz 2019
Editör notu: Sevgili yazarımız Merih Akoğul, 60. Yıl Etkinlikleri kapsamında 26 Eylül 2019 tarihinde İFSAK’a konuk oluyor. Merih Akoğul’un söyleşisiyle ilgili detaylar için tıklayın.
Okumaktan e dinlemekten büyük keyif aldığım Merih hocamın yazılarını buradan takip etme fırsatı buldum. Teşekkür ederim
Sevgili Merih,
Yazıların ve sohbetlerin sayesinde fotoğrafın da bizim de ayaklarımız yere bssıyor, çoğu zaman bilinçsizce uçuşup duruyoruz çünkü. Eline yüreğine sağlık. Sevgiler.