Lütfi Özkök ismini ilk duyuşum 2005 yılıydı sanırım. Fotoğrafçı arkadaşım Oğuz Kurum şairler üzerine bir çalışma yapıyordu. Oğuz, çalışma sonrasında da İsveç’te yaşayan Lütfi Özkök’le iletişimini sürdürmüş, birkaç kez de ziyaretine gitmişti. İlk ondan dinlemiştim Özkök’ü. Ne kadar imrenilesi, takdir edilesi bir yaşamı olduğunu, ne kadar kıymetli bir sanatçı olduğunu. O zamanlar, Lütfi Özkök’ün şairliğinin yanı sıra, farklı mecralarda gördüğümüz Samuel Beckett gibi Nobelli ünlü yazarların fotoğraflarını çeken kişi olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım. Nasıl olurdu da Türkiye’de adı sanı duyulmazdı, yere göğe konmazdı.
2013 yılında Osman İkiz’in, Lütfi Özkök’ün hayatını anlattığı biyografi kitabı Rüzgarların Yolunda çıktı. Neden İsveç’te yaşamını sürdürdüğünü, neden adını çok duyamadığımı daha iyi anladım. Bildiğimiz hikâye: bizim büyük kıymet bilmezliğimiz… Rüzgarların Yolunda, “Ozanların yüzünü yalnızlık rüzgarları kuşatır” cümlesi ile başlıyor…
Geçtiğimiz yıl ise Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi kapsamında Lütfi Özkök kitabı yayınlandı. Dizinin ve bu kitabın da editörü, Lütfi Özkök gibi hem şair hem de fotoğrafçı Merih Akoğul, kitabın başında Lütfi Özkök’ü tanıtan harika bir giriş yazısı ile birlikte 2002 yılında onunla yaptığı söyleşiye yer vermiş. Merih Akoğul’u, hem okuru ve izleyicisi hem de arkadaşı olarak yıllardır takip ederim. Onlarca işinin arasında Lütfi Özkök gibi bu ülkenin önemli değerlerini unutturmamak adına kitap, sergi, etkinlik, ne varsa yapmaya çalışır. Özkök ile yaptığı söyleşi sırasında ona kitap yapma sözü vermiş ve bu kitapla sözünü yerine getirmiş olduğunu söylüyor.
Edebiyat ve fotoğraf severler için yazar portrelerinden oluşan bu kitabı incelediğinizde, aslında sözcüklere hiç ihtiyaç olmadığını görebilirsiniz. Merih Akoğul, “Herkesin bir yazarı vardır”, der. Bu kitapta, benim yazarım diyebileceğim, hayatımda önemli izleri olan yazarların fotoğrafları ile karşılaşmak bende hem heyecan yarattı, hem de kitaplarından tanıdığım yazarlara dair düşünce ve duygularımın bu fotoğraflardaki yüzlerde yansımalarını görmek Lütfi Özkök’e saygı ve hayranlığımı tazeledi. Ingeborg Bachmann, Susan Sontag, Italo Calvino, Simon de Beauvoir, Sartre, Doris Lessing, Roland Barthes, Leyla Erbil, Marquez, Umberto Eco… Sanki yazdıkları her şey bu portrelerden bize yansıyor…
Bu durum şaşırtıcı değil. Çünkü Özkök, portresini çektiği her yazarın neredeyse tüm kitaplarını okumuş ve yazarla bir araya gelmeden önce, zaten yazarla özel bir yakınlık kurmuş oluyor. Çekim anında ise yazara dair duygularını o fotoğrafa aktarmak kalıyor. Kimseye söyleşi vermeyen ve fotoğraf çektirmeyen Beckett’in fotoğrafını da bu nedenle çekebiliyor zaten. Kitapta yer alan Beckett portreleri o kadar etkileyici ki, Beckett’i hiç tanımasam bu fotoğraflara bakıp tüm yazdıklarını okumak isteyebilirim, ki tüm yazar portreleri için bu durum geçerli.
Cumhuriyet Çocuğu
Özkök’ün yaşamı o kadar etkileyici hikayelerle dolu ki. Yaşamına, şiirlerine ve fotoğraflarına bütün olarak bakınca, başarı ve mutluluğa nasıl ulaşılacağının hikayesine de tanıklık etmiş oluyoruz. Lütfi Özkök, ailesi Romanya’dan Türkiye’ye göç ettikten birkaç sene sonra doğmuş. Doğum tarihi resmi kayıtlarda 15 Mart 1923 olarak yer almasına rağmen kesin olarak bilinmiyor. Özkök’ün çocukken bu konudaki ısrarlı soruları karşısında annesinin cevabı: “Atatürk’ün cumhuriyeti ilan ettiği yıl doğdun. Sen Cumhuriyet çocuğusun.” oluyor. Hem ekonomik hem de sosyal anlamda kendi halinde bir aile olmalarına rağmen, Özkök’ün anne ve babası çocuklarının eğitim ve gelecekleri konusunda, yaşadıkları devir düşünülürse, son derece ileri görüşlü adımlar atıyorlar. Lütfi Özkök iyi bir eğitim alması ve Fransızca öğrenmesi için 12 yaşında, Jeanne D’Arc Koleji’ne gidiyor. Jeanne D’Arc Koleji, oldukça sıkı disiplinli, öğrencilerini bilim konusunda olduğu kadar sanat ve edebiyat konularında da iyi yetiştiren, öğrencilerinin çok yönlü olmalarını sağlayan bir okul. Kolejdeki başarısı nedeni ile babası hediye olarak bir fotoğraf makinesi ile ödüllendiriyor onu. Onu etkileyen ilk fotoğrafın, bu fotoğraf makinesi ile çektiği, erken yaşta ölen kardeşi Hüseyin’in fotoğrafı olduğunu söylüyor Özkök. Merih Akoğul bu konuda diyor ki:
Belki de çektiği yüzlerde kardeşinin yüzünü arıyor olması, onu böylesine çağının en iyi fotoğrafçılarından biri yapmanın yollarını açmıştır.
Kitapta yer alan söyleşilerinde Özkök, Akoğul’a şunları söylüyor:
Ölümü durduramıyorum, zamanı durdurarak ölüme meydan okuyorum. Yazarların yüzlerinde yapıyorum bunu ben. Bu benim en büyük tutkum.
Ailesinin maddi olanakları çok iyi olmasa da, eğitim için Viyana’ya, Paris’e gönderiliyor. Paris’te okurken tanıştığı İsveç’li Anne-Marie ile evlenip İsveç’te yaşamaya başlaması hayatının bundan sonraki çizgisini de belirliyor. Henüz 20 yaşında. İlginçtir ki, Anne-Marie ve ailesindeki birçok kişi Atatürk ve Türkiye hayranıdır. İsveç’teki ilk yıllarında hep Türkiye’ye dönme planları ile yaşamını sürdüren Özkök, bir yandan bir mimarlık bürosunda çalışırken, fotoğraf ve edebiyat alanında üretmeye, İsveç ve dünya tarafından bir sanatçı olarak kıymet görmeye başlıyor.
Yine İsveç’teki ilk yıllarında, eşi Anne-Marie ile birlikte Türkiye’deki şairlerin şiirlerini İsveççe’ye, İsveç şairlerinin şiirlerini de Türkçe’ye çeviriyorlar. Bu çalışmalarında İsveç’te bazı şair dostları da kendisine yardım ediyor. Bulundukları şehir Stockholm’de, ona kültür elçisi olarak bakmaya başlıyorlar. Özkök ve eşi Anne-Marie sayesinde Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Nazım Hikmet, Oktay Rifat’ın şiirlerini okuyor İsveçliler.
İsveç, sanata ve sanatçıya değer veren bir ülke. Özkök şiir yazdıkça, çevirdikçe, fotoğraflar ürettikçe, devlet tarafından maddi olarak destekleniyor. 1966’dan itibaren devletin verdiği çeşitli burs ve ödüllerle, Lütfi Özkök mimarlık bürosundan ayrılıp sadece edebiyat ve fotoğraf üzerine çalışmalarını sürdürebileceği bir yaşama geçiyor.
İsveç’te fotoğrafçılığa başlaması ise en ilginç hikayelerden biri. 1950’li yıllarda eşi ile İsveç şiirinden yaptıkları çevirileri Yeditepe Dergisi’ne gönderirken, derginin yayın yönetmeni Hüsamettin Bozok ondan gönderdiği şairlerin fotoğraflarını istiyor. Telif hakkının önemli olduğu İsveç’te, şairlerin fotoğrafları için para ödeyemeyeceğinden fotoğrafları kendisi çekmeye başlıyor. Zamanla arşivindeki edebiyatçı portreleri artmaya ve başta İsveç olmak üzere, dünyanın birçok dergi, gazete ve yayınevinden fotoğraflarına talep gelmeye başlıyor. Öyle ki, Lütfi Özkök’ün arşivinde bugün 36’sı Nobel ödüllü 1500 edebiyatçı portresi bulunuyor. Marguerite Duras’dan Pablo Neruda’ya, Andre Malraux’tan Borges’e, Sartre’den Luis Aragon’a edebiyat tarihinin en önemli isimleri arşivinde yerini alıyor. “İlahlarım” dediği bu isimlerin birçoğu yakın dostu oluyor. Şair Rene Char bu dostlardan biri ve Lütfi Özkök’ün ifadesi ile arşivindeki en özel yere sahip. Özkök, Rene Char için ayrıca bir belgesel yapıyor. Beckett, 1969 yılında Nobel ödülünü aldığında, fotoğrafını çekmek için randevu isteyen Life muhabirine şöyle diyor: “İsveç’te bir Türk var, fotoğrafımı ondan iste.” Tüm dünyada Lütfi Özkök’ün Beckett portreleri yayınlanıyor. O dönemde Beckett’in yeni fotoğraflarını çekebilme şansı varken, Özkök dostluğunu kullanıp onun yeni fotoğraflarını çekme girişiminde bulunmuyor. Sadece bu örnek bile onun içtenliğinin, katıksız şair ruhunun fotoğraflarının ardındaki yegâne kaynak olduğunu anlatmıyor mu?
Yazar Peter Curman, Özkök fotoğrafları için şöyle diyor: “Lütfi şair ruhuyla öncelikle fotoğrafını çekeceği yazarın iç dünyasını keşfediyor. Fotoğrafı çekilecek yazarla en keyif alacağı konu olan edebiyat üzerine başlattığı sohbetle havayı yumuşatıp, ortamı doğallaştırıyor. Üzerinden gerginliği atan yazar en doğal haliyle fotoğrafa hazırlanıyor. Bundan sonrası kamera arkasındakinin estetik ve teknik yeteneğine kalıyor. Tabii Lütfi’nin üstün bir estetik ve teknik yeteneğe sahip olduğu da tartışılmaz bir gerçek.” Lütfi Özkök’ün yaşamını belgesel olarak çeken Elisabeth Marton’a göre fotoğrafçı Lütfi Özkök’ü yaratan şair Lütfi Özkök.
Yıllar boyu Türkiye’den uzakta kalmak, hep bir gün yurduna dönmeyi planlayıp bunu gerçekleştirememek Özkök için hep bir sızı. Aslına bakarsanız o sızı daha çok bize ait olmalı. Ömrünü İsveç’te geçiren ve tamamlayan Özkök, bir an bile Türkiye’ye sırtını dönmüyor. Sait Faik’ten Nazım’a, Özdemir Asaf’tan Bedri Rahmi’ye şairler, yazarlar ve sanatçılarla dostluklarını hep taze tutuyor. Bizse ne şiirlerine ne de fotoğraflarına son yıllara kadar yeterli ilgiyi gösteremiyoruz maalesef. İsveç’te geçirdiği yarım asırlık bir zamandan sonra İsveç devletinin verdiği büyük ödüllerden biri için Türkiye devleti de takdir ve teşekkürlerini iletiyor ancak. İlk İsveç’e gittiğinde planladığı gibi, bir süre sonra Türkiye’ye dönmüş olsaydı, şiir ve fotoğraf alanında benzer şekilde bir yol izleyebilir miydi, emin değilim.
Neyse ki son yıllarda Merih Akoğul gibi insanlar sayesinde şiirleri ve fotoğrafları Türkiye’de de daha çok insana ulaşabildi. Eczacıbaşı Fotoğraf Sanatçıları Dizisi kapsamında yayınlanan kitabı bu açıdan çok önemli, çok kıymetli. Bir şiir ve fotoğraf sever olarak emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim.
Aşkımızın Üzerine Yağmur Yağıyor
Gitti… içim eşyasız bir oda gibi yırtılan yankılarla dolu Ezgin anıların lanetlenmiş lezzeti dudaklarımda tütüyor. Sokak fenerlerinde ışıklar donmuş. Bulvar çınarlarının sararmış güz yaprakları balkonda Ellerime sürünüyor. Suluboyadan bir denizde yüzer gibiyim. Her şey ıssız ve saydam. Umutlarımı uzayan solgun tarlalarına ekiyorum. Arkasında yalnız bir tren gıcırtısı kaldı. Yalnızım Üşüyorum Suskunum Gün batmış Karanlık, buz gibi keskin Tanrım, hangi ozan kardeş bu akşamsız mahallelerde Yolunu yitiren avareye bir avuntu selamı yollayacak? Hangi usta şarkıcı, avuçlarımda tutuşan bu dikenden yüreği Sonsuzun çöplüğünde seslendirecek. Lütfi Özkök, Paris, 1950
Bana göre şiir ve fotoğrafımızda çok özel bir yeri olması gereken kişi. Uzun zaman hakkında bilgi bulmaya çalıştım. 2006 da Stockholm de görüşme talebime ne yazık ki olumlu yanıt vermemişti. Üzüldüğüm anlardan biridir.
Elinize sağlık. Sayenizde hakkındaki kitapları öğrendim. Şimdi sıra o kitapları edinmekte.
Kedilerle ve sanatla birlikte iyi bayramlar diliyorum.
Saygılarımla
Teşekkür ederim
Sevgili Şule, harika bir yazı.
Bir şeyleri yapmak yetmiyor. Birilerinin de onları duyurması gerekiyor. Yıllardır ikimiz de bunu yapıyoruz. Ustalar, sanatçılar iyi ki varlar. Onlar sayesinde dünyayı yeniden anlamlandırıyoruz. Ellerine sağlık.
Sıra, bu güzel yazıyı okuyanların bunu duyurmalarında. Bu silsile ile ilerleyecektir sanat ve hayat. Yeni yazılarda buluşmak üzere. Not: Serinin yeni kitabını da yazdım. Aralık ayında elinizde olur. Sevgiler.
Sevgili Merih,
Yine müthiş bir iş çıkarmışsın, emeklerine sağlık. Benimki çorbada tuz. İnadına bir şeyleri sürdürebiliyorsak senin gibi insanlar sayesinde. Sağ ol, var ol.