Okuyucu, edebi bir metinde anlatılanları kendi bilgisi, düşünce ve hayal dünyası, kültürü ve çevresel şartları içinde ya da okumasına mola verip başka kaynaklara başvurarak imgelenip anlamlandırma avantajına sahiptir. Aynı anlatım bir film ile yapıldığında, izleyici, yönetmenin filmi çekim sürecinde başına gelen gibi, ilk olan sayfalarda yapılan tasvirlerin görsel sunumundaki kısıtlaması ile yüz yüze kalacaktır. Bunun üstüne görüntüleri zihninde tutma telaşı içinde hızlı bir akışı bölük pörçük imgelemeyip dar bir zaman içinde anlamlandırmakla uğraşmak zorundadır. İzleyicinin görüntüler akarken üzerinde çok düşünme imkânı yoktur. Fotoğraf ise hem edebi bir eserden hem de bir filmden çok daha kısıtlı olarak izleyicinin karşısında yer alır. John Berger’in -mealen- “hayatın akışından çekip alınmış bir an” olan fotoğraf, geçmiş ve gelecek bağlamıyla anlamlandırılmasında izleyiciye özgün olacaktır. Bu durum fotoğrafın şiir ile benzerliğine benzer.
Sanat eserlerinin değerlendirilmesinde/çözümlenmesinde/okunmasında psikanalizin kullanılmaya başlaması Sigmund Freud’un (1856-1939) psikanaliz sistemi ile başladığını söylemek pek doğru olmayacaktır. İçinde insan olan her çağda ve her durumda adı konulmamış bile olsa psikanaliz yaklaşımın olması yadsınamaz. Freud, psikanaliz kuramını oluşturduktan sonra kaygıların, komplekslerin, nevrozların giderilmesi için bilinçdışına yönelmesi çok kısa sürede “Psikanaliz-Edebiyat (sanat)” ilişkisinin ortaya çıkmasıyla daha geniş ve kapsamlı bir uygulama alanı elde etmiştir. Freud, kaleme aldığı “Bildende Kunst und Literatur-Görsel Sanatlar ve Edebiyat (tercümesi YKY yayınlarında ‘Sanat ve Sanatçılar Üzerine’ adı ile) eleştirel deneme eserinde birçok sanatçıyı -kendi ve çok yakınlarının anlattığı hayat hikâyeleri üzerinden- ve eserini psikanaliz açısından ele almıştır. Freud amacının sanat eserinin çözümlemesi olmadığını tekrar tekrar vurgular. Ancak Freud edebi bir eseri (burada genel anlamda ‘sanat eseri’ olarak düşünmek daha doğru olacaktır) sanatçının varlığı üzerinden psikanaliz olarak değerlendirirken çağdaşı ve yakın arkadaşı Jung sanat eserlerini sanatçısından bağımsız olarak değerlendirmeyi tercih etmiştir. Yirminci yüzyılda “Yeni Eleştiricilik” akımı Jung’un izinde gitmeyi seçse de Freud ve Jung’un yaklaşımlarının birlikte ele alınmasının bir sanat eserini daha kapsamlı değerlendirmeye imkân verdiği de aşikârdır.
Fransız, yazar, şair ve gerçeküstü kuramının kurucusu olarak bilinen André Breton (psikiyatri ve tıp eğitimi aldı. 1896-1966), Freud ve psikanalizden yola çıkarak kaleme aldığı “Manifeste du Surréalisme-Sürrealizm Manifestolar” kitabında da yer alan “otomatizm” kuramını tanımlayıp geliştirerek sürrealist sanatçılar için bilinçdışını açığa çıkartma yolunu göstermiştir. Daha açık bir ifadeyle gerçeküstücülerin yanı sıra sembolistler ve dışavurumcular hem psikanaliz hem de otomatizm teknikleriyle kendi bilinçdışılarını çözümleyerek bunları eserlerinde kullanma yolunu bulmuşlardır.
Freud, psikanaliz kuramında insanın bilinçdışı davranışları için Sopokles’in “Kral Oedipus (ya da Oidipus)” ve “Elektra” eserlerindeki ana karakterlerden yola çıkarak erkek çocuklar için “Oedipus sendromu/kompleksi/karmaşası”, kız çocuklar için de “Elektra sendromu/kompleksi/karmaşası” tanımını yapar. Özellikle Oedipus kompleksinin sanatçılar üzerinde etkili olduğunu ve bunu içeren eserler verdiklerinden bahseder. Yukarıda bahsi geçen kitabında da değerlendirmelerini bu komplekse bağlamaktadır. Freud, Oedipus kompleksinin kavramları üzerine çalışırken ofisinde neoklasik Fransız ressamı Jean Auguste Dominique Ingres’in “Oedipus and the Sphinx” olduğu bilinmektedir.
Viyana’nın sanatçılar için kutsal bir şehir olarak görülmesi nedeniyle tercih etmeleri Freud ile ilişkide olmaları Freud’un sanat üzerine eğilmesinin bir nedeni olabilir mi? Alma ve Gustav Mahler’e danışmanlık yapması, dışavurumcu ressam Oskar Kokocha ile tanışıyor olması gibi avantajlar psikanaliz kuramının sanatla iç içe girmesine fayda sağlamış mıdır? Bu soruya yine dönemden örnek verebiliriz:
Freud’un yakın takipçilerinden biri ise Salvador Dali’dir. Dali’nin Freud’un kuramlarına ve ruhsal çözümlemelerine ilgisi büyüktür. Freud’un kuramlarında ortaya atılan, imgelemenin yarattığı simgesel kimi nesneler Dali’nin yapıtlarının kaynağı olmuştur. Salvador Dali’nin resimlerinde sık sık karşımıza çıkan dolaplar ve çekmeceler; Antropomorfik Dolap (1936), Çekmeceli Milo Venüsü (1936), Yanan Zürafa (1936-1937) Sigmund Freud’un psikanaliz kuramının görsel bir dille anlatılmasıdır. Benzer şekilde birçok sanatçının Freud’un psikanaliz kuramından etkilendiği bilinmektedir.
Not: Günümüzde Londra’daki Freud Müzesi’nin yanı Freud’un 1891-1938 yılları arasında yaşadığı Viyana, Berggasse No.19’daki evi de çağdaş sanatlar için önemli bir adres işlevi üstlenmektedir. Burada hem Freud’dan hem de psikanalizden etkilenen çağdaş sanatın önemli isimlerinin eserleri sergilenmektedir. Bu müzenin koleksiyonundan bir sergi 2007’de İstanbul’da Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu’nda sergilenmiştir.
Bir roman ya da bir filmde Oedipus kompleksinin farklı biçimlerde ele alınması bu eserlerin psikanaliz değerlendirilmesinde ortaya çıkarılabilmektedir. Freud, yukarıda adı geçen kitabındaki makalelerinde birçok sanatçıyı (Buraya not düşmekte yarar var; Freud antik Yunan ve rönesans sanatı üzerine çok bilgili) ele almıştır. Bu kompleks akademik araştırmalara da konu olmuş ve olmaya devam etmektedir. Kaynaklar kısmında bununla ilgili bazı çalışmalar verilmiştir.
Ancak psikanaliz, Oedipus kompleksinin çocuklarda üç altı yaşları arasında iken oluştuğunu Freud’dan başlayarak yapılan çalışmalarda ortaya koyar. Ve düzeltilmemesi halinde farklı nevrozlara neden olarak insanın tüm hayatını etkilediğini ve etkileyeceğini örneklerle sunar. Yani Oedipus kompleksi yetişmiş insanda zaten vardır ve sonradan ortaya çıkmaz. Freud kendini örnek göstererek “bu kompleksin olmadığı insan yoktur” iddiasını ortaya koyar.
Oedipus Kompleksinden Etki/Etkilenme Kaygısına Giden Yol
“Oedipus kompleksinin fotoğrafta örneği budur” diye gösterebileceğim bir fotoğraf sunma iddiasında olmak istemiyorum. Dolayısıyla tarihe mal olmuş fotoğrafçıların çalışmalarına bakıp “işte bu” demek de iddialı olsa gerek. Kendi arşivimi karıştırmak zorundayım.
Burada yer alan fotoğrafta çocuğun anne tarafından taşınmasının -himaye edilir olmasının- Oedipus kompleksine giden yolun taşlarını döşemeye devam ettiğini söyleyebiliriz. Tabii fotoğrafın çekim anının çok kısa bir süre öncesinde böyle bir düşünce yoktu. O zaman yüklediğim anlam karanlığa/gölgeye (gelecek) doğru yürüyüşü “belirsizliğe, bilinmeyene yürüyüş” olarak tanımlamıştım. Ancak şimdi “duyguların da karanlığa doğru gidişi” eklemesini yapmak çok tuhaf gelmiyor. Buraya atılan duygular insanın karanlık evreni bilinçdışında tığla güzel bir dantel gibi işlenmesi bittiğinde sadece id’in üstünün örtülmesi kalır geleceğe.
Dorothy Lange’ın 1936 yılı çalışması olan “Migrant Mother” fotoğraflarından birkaçını bu kapsamda değerlendirmek mümkün olabilir mi? Ya da Eugene Smith’in “Minamata Felaketi” nin kapak olmuş fotoğrafını?…
Ronald Barthes “Camera Lucida” eserinde ikinci bölüme annesinin ölümünü anlatarak başlar. Ve kendine konuşmaya devam eder:
“… Ve temel soru ilk kez burada ortaya çıkıyordu: O’nu fotoğraflarda tanımış mıydım? Bu fotoğraflara bakarken bazen O’nun yüzünün bir bölümünü, burunla alnın bir ilişkisini, kollarının, ellerinin hareketini tanıyordum. Bu parçalar dışında O’nu hiç tanıyamıyordum; bu da O’nun varlığını yitirdiğim, yani O’nu bütünüyle yitirdiğim anlamına geliyordu. …”
Belki de bu satırlar Oedipus Kompleksinin -yazınla olsa da- fotoğrafta en doğrudan yer almasıydı:
“… Yine de annemin bu fotoğraflarında her zaman kenara ayrılmış, saklanmış ve korunmuş bir yer vardı: gözlerinin parlaklığı. O an için bu fiziksel bir ışıltı, bir rengin, gözlerinin mavimsi yeşilinin fotografik bir iziydi. Ancak bu ışık daha şimdiden beni asıl özdeşliğe, sevgilinin yüzünün özel niteliğine götüren bir aracı haline gelmişti. …”
Ancak Oedipus Kompleksinin temelinde bir insanın başka bir insanın etkisi altında kalmasına (güncel söylemiyle ‘rol model’ diye de tanımlanan karakterler) odaklanan Amerikalı edebiyat eleştirmeni Harold Bloom, konunun sadece Oedipus kompleksi ile tanımlanacak kadar dar bir alan olmadığını, Freud’un yaklaşımını “ancak Freud sadece bu “güçlü duygusal faktörleri analiz etmek için fazla incelikliydi“ diyerek eleştirel olarak ifade ederken cevap alamayacağını bilmesine rağmen Freud’a şu soruyu yöneltecektir: “Neden Hamlet Kompleksi diye tanımlamadı?”. Ancak kendisi de buna yorum getirmez.
Kenneth Burke ve Harold Bloom Freud’un psikanaliz kuramında hareket ederek sanatçının ve eserinin eleştiri ve değerlendirmesine farklı bir yaklaşım getirirler. Harold Bloom, Oedipus Kompleksini “Etki/Etkilenme Kaygısı” olarak ifade eder. İngiliz eleştirmen Terry Eagleton “Literary Theory-An Introduction – Edebiyat Kuramı” kitabında bu yaklaşımdan bahsetmektedir.
Bir Kere Daha İğneyi Kendine Batır
Harold Bloom’un yaklaşımı Oedipus kompleksine daha farklı, geniş bir bakış açısı getirdiği su götürmez bir gerçek. Tabii bu yaklaşımı gözü kapalı doğru olduğunu kabul etmek söz konusu olmamalı. Yoksa olmalı mı?…
Bütün bunların aydınlattığı yol üzerinde arşiviminden seçtiğim iki örnek “Oedipus Kompleksi-Fotoğraf” ilişkisini ya da Bloom’un “Etki Kaygısı” kuramı içinde sunulabilir.
Mayıs 2017 de Kakava Festivali-Edirne’de çekilen bu iki fotoğrafta -eğer biliyorsanız- Ara Güler’in “Kadın ve Allah” fotoğrafının etkisini sorgulamak mümkündür. Zaten fotoğraflara bakınca imgelenen Ara Güler’in fotoğrafıdır. Dolayısıyla güçlü bir fotoğrafçının gölgesinden çıkma umudu ile çekilen fotoğraflar -amacının ötesinde- güçlü bir fotoğrafın anlamı olarak izleyiciye sunulmuş olur. Doğumdan başlamak üzere çevrede olan herşeyin etkisinin insanın üzerinde olduğu bilinciyle fotoğrafçının da öncüllerinden etkilenmemesi söz konusu olamaz. Dolayısıyla gösterilen fotoğraftaki fotoğrafik etki/etkilenme ne kadar yoğun ise fotoğraf ve fotoğrafçı o kadar güçsüz ve zayıf olacaktır. Harold Bloom (eserinde ‘bir şairin dediği gibi’ diyerek bu deyişi yazar. Böyleyse alıntıdır ve şairin adından bahsedilmemektedir) bütün bunların özetini tek bir cümle ile verebilme enginliğine sahiptir:
“Benim gibi ol, ama benden farklı ol”
Şunu vurgulamakta fayda var. Fotoğrafçı, öncül fotoğrafçının etkisi altındaki fotoğrafın çekildiği mekanda bulunduğunda zaten iki farklı yöne ayrılmış etki kaygısı üstüne üstlük şiddetini de arttırabilir mi? Bu iki yönün birincisi, öncül fotoğrafçısının özünü kaybetmeden etkilerinden sıyrılarak farklı bir ifade biçimi geliştirmektir. Bloom bunun ancak şairin öncüllerinin eserlerinin “yanlış okunması” ile mümkün olabileceğini ele alan fikirlerini “A Map Of Misreading, 1975” eserinde (not: Umberto Eco’nun Yanlış Okumalar-Misreading eseri bu bağlamda “yol gösterici olabilir mi?” tekrar okunabilir) ele alır. Bu yaklaşım fotoğraf için düşünülebilir mi? Bir fotoğraf nasıl yanlış okunur? Fotoğrafçı bu yanlış okumalardan nasıl çıkarımlar yapacaktır? Oldukça zorlu olan bu yol fotoğrafçının kendi olması için belki de gerekli olan tek yoldur.
İkinci ve tavsiye edilmese de birçok kez birçok fotoğrafçının muhtemelen kolayına giderek övgünün hazzı ile öncül fotoğrafçısını tamamlamaya çalışma gayretidir. Tıpkı yukarıdaki fotoğraflarda olduğu gibi. Bu durumda fotoğrafçı ve fotoğrafları daima bir gölgenin altında kalacak ve bunu hissedecektir.
“… Yanlış okuma, artık düzeltebiliriz, aslında öncüllerin yaptığı şeyi yanlış yapmaktır (ve yanlış anlamaktır), ancak “yanlış yapmak”ın burada diyalektik bir anlamı vardır.”
The Anxiety Of Influence, Harold Bloom,
Bütün bunları en iyi ve kısa yoldan anlatabilmek için tekrar Terry Eagleton’un “Edebiyat Kuramı” kitabındaki alıntısına dönersek; bu ifade, sadece uygun yerlere “fotoğraf” ve “fotoğrafçı” ifadelerini ekleyerek aşağıdaki gibi sunulabilir:
“Kenneth Burke, Freud, Marx ve dilbilimi eklektik[i] bir biçimde kaynaştırarak edebiyat eserini bir simgesel eylem biçimi olarak ele alır. Bloom ise Freud’un çalışmalarından yararlanarak son on yılın en cüretli ve özgün edebiyat kuramını geliştirmiştir. Bloom, edebiyat tarihini Oedipus kompleksine göre yeniden yazar. Oğulların babaları tarafından bastırılmaları gibi şairler (fotoğrafçılar) de kendilerinden önceki “güçlü” bir şairin (fotoğrafçının) gölgesinde yaşarlar; her şiir (fotoğraf) ise, eski bir şiiri (fotoğrafı) yeniden şekillendirerek bu “etkilenme endişesinden” kurtulma çabası olarak okunabilir. Kendisini iğdiş eden “bir önceki şiir (fotoğraf)” ile Oedipal bir rekabete giren şair (fotoğrafçı), bu gücü zararsız hale getirmek için onun içine girerek onu yenileyecek, değiştirecek ve yeniden düzenleyecek biçimde yeniden yazmaya (yapmaya/çekmeye) çalışır; bu anlamda bütün şiirler (fotoğraflar) diğer şiirlerin (fotoğrafların) yeniden yazılmış (yapılmış/çekilmiş) biçimleri, onların “yanlış yorumları” ya da onların “aleyhinde oluş” olarak, şairin (fotoğrafçının) kendi hayal gücüne, özgünlüğüne yer açabilmesi için onların aşırı gücünü dışlama çabası olarak okunabilir. Her şair (fotoğrafçı) “geç kalmıştır”, bir geleneğin sonuncusudur; güçlü şair (fotoğrafçı), bu geç kalmışlığı kabul edip, bir öncekinin gücünü yıpratma cesareti gösteren şairdir (fotoğrafçıdır). Aslında her bir şiir (fotoğraf), yalnızca böyle bir yıpratmadan, başka bir şiiri (fotoğrafı) çözmek ve onu geçmek için düzenlenen retorik stratejiler ve psikanalitik savunma mekanizmaları olarak görebileceğimiz bir seri aygıttan ibarettir. Bir şiirin (fotoğrafın) anlamı başka bir şiirdir (fotoğraftır)”.
Not: Manşet fotoğrafı https://pixabay.com/users/thedigitalartist-202249/ alınmıştır. Yapay zeka ile tasarlanmış sürreal çalışmadır.
Kaynaklar
· Sırrı Serhat SERTER, Beyaz Perdede Oidipus Kompleksi: Norman Bates ve Zebercet Karakterlerinin Metinsel Okuması, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı: 35, Haziran 2021, eISSN: 2619-9718,
· Rana Hümeyra MÜJDE, Makale, Sanat ve İnsan Dergisi, Psikanalitik çözümlemelerin sembolik düzeyde gerçeküstücülük üzerinden analizi, Haziran 2021, ISSN: 1309-7156
· André Breton, Sürrealist Manifesto, ALTIKIRKBEŞ Yayın, Ocak 2009, Kadıköy, İstanbul
· Sigmund FREUD, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, YKY 488, Beyoğlu, İstanbul, Mayıs 2001, ISBN 975-363-357-2
· Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı, Ayrıntı Yayınları, Cağaloğlu, İstanbul, 2014, ISBN 978-975-539-412-1
· Harold Bloom, Sophocles’ Oedipus Rex – Blooms Literary Criticism, An imprint of Infobase Publishing, New York, ISBN-13: 978-0-7910-360-3
· Harold Bloom, The Anxiety of Influence, Londra, 1975
· Esra ALİÇAVUŞOĞLU, Psikanaliz, Freud ve sanat, Makale, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
· https://sanatabasla.com/2014/11/oidipus-ve-sfenks-oedipus-and-the-sphinx-ingres/
[i] bir sisteme ait olan veya tek başına anlam ifade eden unsurların birden fazlasını toparlayarak meydana getirilen yeni sistem veya sistemler anlamına gelmektedir.
Gerek içerik, gerekse akıcılık bakımından güçlü bir yazı.
Şiirin fotoğrafla özdeşleştirilmesi felsefî derinliği olan bir bakış açısı.
Yararlandım.
Emeğinize sağlık.