Ey Sevgili Fotoğrafçı,
Zeki Müren’in meşhur “Kahır Mektubu” şarkısı gibi ben de sizlere nice zamandır bu mektubu yazmayı istiyordum.
Farklı platformlarda karşı karşıya geldiğim fotoğraflarla ilgili sürekli düşünüyorum. İyi olmasanız, güzel fotoğraflar çekmeseniz, dikkatimi de çekmezdiniz. Teknikte geldiğiniz bu noktayı, içerikle daha doğru dengelemeniz için hoşgörünüze sığınarak bu satırları kaleme alıyorum. Sonuçta söyleyeceklerim, hem genel olarak bireysel anlamda fotoğrafınızın gelişimi, hem de ülke fotoğrafının bir yerlere gelmesi için bir öneri niteliğinde. Kulak vermeniz beni mutlu eder. Tatbiki size kalmıştır.
Fotoğraf, teknolojiye olan bağımlılığından dolayı diğer sanatların arasında sonuç görüntüye ulaşılma konusunda hızlı bir dal olmasına rağmen “iyi” fotoğrafı yapmanın zorlukları bilinir. Eğer dış mekânda fotoğraf çekiyorsanız, işin içine anları durdurmak da girer. An fotoğrafı, günümüzde biraz evrim geçirerek genelde şehrin içinde oluşan dinamikleri saptayarak sokak fotoğrafına dönüşmüş, fotoğrafın en zor alanlarından biridir. Bazen avantajlarından yararlanılsa da hava şartları, ışığın belirsiz oyunları, insanların fotoğrafçıya gösterdiği ilgi ve tepkilere kadar fotoğrafın önüne çıkan birçok engel vardır.
Ama en önemli konu, çevremizde gerçekleşen sonsuz sayıdaki devinimin hangisinin fotoğraf olup olmadığıdır? Her zaman bir proje kapsamında olmasa bile, çekeceğimiz fotoğrafın konusu olmalıdır. Ve ondan daha da önemli bir nokta, bu konunun tipik nesneleri seçildiğinde, sürecin hangi anında deklanşöre basılacağı gerçeği, yanı karar anıdır. Zira insanoğlunu etkileyen şey, konunun her türlü çevre şartlarıyla birlikte algılanması, fotoğrafının çekilirken de bunların (ses, koku, bakış noktasının dışında kalan açı) bütünüyle görüntüye dönüştürülemeyeceği gerçeğidir.
Ve en zor olanı da, çekilen fotoğrafın hem yeni bir önerme içermesi, hem de geleneksel olana yapacağı atıftır. Sanat yapıtlarının öncülleriyle anılması, fotoğrafı çeken kişinin o konudan ne kadar haberli olduğunun da göstergesidir. Yapılan her okuma, kendinden öncekilerle bir bağ kurmak durumundadır. Yoksa söz düzleminde fotoğrafı bunlarsız ele almanın olanağı yoktur. Sanat belirli ölçülerde dile taşınabilmeli; üzerinde konuşulup tartışılabilmelidir.
Yapay şartlarda, örneğin stüdyoda bir fotoğraf oluşturmak da hiç kolay değildir. Yapılacak her uygulamada fotoğrafçının yapmak istediğiyle, daha önce bu konuda çekilmiş olan fotoğrafların üst üste gelmesi söz konusudur. Stüdyo fotoğrafı, kendinden önceki kurgularla her zaman mekanik olmasa da manevi bir bağ kurmak zorundadır. Tıpkı bir uçan balon gibi kontrol için ipinin elde tutulması gerekir. Boşlukta uçarken gördüğümüz bir balon artık uçan değil, kaçan bir balondur.
Fotoğraf bir kontrol işidir
Fotoğraf bir kontrol işidir. Olayın saniyenin küçük bir kesitine gerçekleşmiş olması, hafifletici bir neden değildir. Görüldüğü gibi her iki türlü üretilen işlerde hem teknik, hem estetik, hem de kültürel birikimin doğru kullanılması söz konusudur. Sanatın özgürlüğü, konunun seçimindedir. Tüm büyük sanatçılarla ilgili söyleyebileceğimiz en önemli ortak nokta, seçtikleri konularda tümünün kendi disiplinlerini yoğun bir çalışma temposuyla pratiğe dökmüş olmalarıdır.
Ülkemizin önemli tarihi, arkeolojik ve doğa güzelliklerini en iyi anlatan çekim noktaları var. Aynı şey dünyanın çeşitli ülkelerindeki şehirler ve doğa harikaları için de söz konusu. Turizm amaçlı gezi kataloglarından önemli fotoğraf dergilerine kadar bunları her yerde görmek mümkün. Bir de web sitelerinden Instagram’a kadar farklı mecralarda bu görüntülere sıkça rastlanıyor. Bu fotoğraflar aynı zamanda içimizdeki fotoğraf çekme itkimizi de şahlandırarak bizlere o noktalara gitmemiz için bir rota çiziyor. Bizler de gidiyor, çekiyor ve paylaşıyoruz bu görüntülerimizi.
Görevimizi tamamladığımızda görülecek-çekilecek yerler listemize küçük bir işaret daha koyup bir sonraki durağımıza doğru seyahat hazırlıklarımıza başlıyoruz. Ve sonuçta, aynı şablonu kullanarak yeryüzüne aynı noktadan çekilmiş ve kesinlikle birilerinin bizden daha iyi çektiği bir fotoğraf daha armağan ediyoruz. Güzel görüntüler cennetinde, benzerleri arasında yok olmaya mahkum bu görüntü ile günlük Instagram beğenimizi de alıp yolumuza devam ediyoruz.
İsim vermeyelim, alınanlar oluyor; coğrafyadan da söz etmeyelim, turizm şirketlerinin, rehberlerin, otel sahiplerinin, safari düzenleyen kurumların, bu fotoğraflara modellik edenlerin, gezi programı yapanların da ekmekleriyle oynamayalım. Doğru yaklaşımlarda bulunmaya çalışırken, fotoğrafçı adaylarını yoldan çevirmeyelim, işin erbabı fotoğrafçılarımızı da bu işten soğutmayalım. Bu döngü, dijital fotoğraf endüstrisini besleyen bir kaynak olmuştur. Cep telefonlarını, fotoğraf makinelerini en büyük fetiş nesneler sınıfına koyan bir yüzyıldayız artık.
Şimdi sorular başlıyor:
Ey Sevgili Fotoğrafçı, ne işin var Ferhat ya da yolunu kaybetmiş lejyoner gibi o çöllerde; arkanda 4×4 jipin tekerek izi, önünde uygun adım deve kervanı. Ya o çift kostümlü (biri mavi, diğeri kırmızı) üçüncü kuşaktan Tuareg nasıl dinler harfiyen sözünü. Öğleden gelip akşamı beklerken, çöl sıcağında hararetini alan şerbetin eşliğinde fotoğrafını çekiyorsun. Filmli dönemde (Hey gidi analog zamanlar) devenin üzerine biner, mahlukatın başını da çerçevene alır ufku kaymış -artık renkleri solmuş diapozitiflerle- fotoğraflar çekerdin. Olsun, acemi ama içtendi bu fotoğraflar. Şimdi çektiklerin, üst görsel kaliteleriyle kullandığın objektifin kataloğuna bile girebilirler.
Yine gün batmaktadır. Saatler boyunca uçmuş, sonra bir köprünün yakınına konmuşsundur. Elinde yerel paralardan daha çok iş yapan uluslararası sevilirliği yüksek paralar vardır. Amele pazarında olduğu gibi insanlar senin müstakbel fotoğrafın için görünür olma derdindedir. Batan günün turunculuğu çevreni kuşatmaya başladığında -daha önce seçkin örneklerini gördüğün fotoğraflar gibi- zamanın geldiğini anlarsın. Figüran sayısı az da olsa, fotoğraf çekmeyi modellik yapmaya yeğleyen yolculuk arkadaşlarına yol boyunca yaptığın pazarlığı hatırlatırsın. Şansın varsa (!) yolunu köprüye çevirmiş iki-üç bisikletliye de rastlayacaksın. Ritmi bozacak eksikliği onlarla tamamlarsın.
Yine de fotoğrafların yeterince turuncu çıkmamaktadır. Ne büyük nimettir otomatik Kelvin düzeltme ayarın -bazen böyle işi bozsa da- tüm evreni senin yerine “stabil” yapmaktadır. Sorun değil, eve dönünce onu, daha önce gördüğün örneklerdeki tona, fotoğraf işleme programlarıyla kavuşturacaksındır. O kadar yol geldin, aktarmalar yaptın. Tapınaklara yarın gidersin, ondan sonraki günde de seni görünce yüzyıllık kayığında heyecandan dengesini kaybeden, poz vermekten ağı boş kalmış balıkçıyı çekersin. Artık huzur içinde eve dönebilirsin.
Söz konusu fotoğrafçının Batı Medeniyeti karşısında duruşu da farklı değildir. Kiliseler, saraylar, katedraller, şatolar, kuleler, nehirler, göller hep kendi manyetik alanlarına çeker ziyaretçilerini. Yalnızca kataloglara, internetten çekilmiş o fotoğraflara bakanların sınırlı sürelerinde başka seçenekleri de yoktur zaten. Sistem, bu seyahatlerde lokantalarınızı, alışveriş yapacağınız mağazaları seçemediğiniz gibi, fotoğraf çekecek yerleri de size seçtirmiyor. Aynı şey ülkemizde, yaşadığımız şehirler için de söz konusu. Koca İstanbul’da iyi fotoğraf için iki kuleye, beş köprüye bel bağlanıyorsa, ne kadar yazık.
Oysa fotoğraf her yerde. Fotoğrafçılar kendilerine kurulan tuzakları görüp, o noktalardan uzak dururlarsa eğer, hem yeni açıları keşfedecek, hem de çekecekleri fotoğrafları çeşitlendireceklerdir. Çünkü artık, daha mükemmeli bile olsa aynı açılardan çekilen on binlerce fotoğraftan biri olacaktır sizinki de. Eskiden turizm olgusu yerleşmemişken, otel, araç sefer sayısı ve konaklama olanakları yetersizken, özellikle bizim gibi seyahatin bir eylem olarak geç kabul edildiği ülkelerde, sınırlı sayıda fotoğrafçı bu ayrıcalıktan yararlanabiliyordu. O zaman yurt içinde ya da yurt dışında bu yapıların ya da doğa güzelliklerinin karşısında bulunabilmek bile çok önemliydi.
Şimdi yaygın adıyla “fotoğraf turları” kitlesel bir harekete dönüşmüş, ellerinde fotoğraf makineleri ve mobil cihazlarla yüz binlerce insanı bu eylemin bir parçası yapmıştır. Bu fotoğraf adına çok sevindirici ama niteliklerine baktığımızda düşündürücüdür. Öyleyse fotoğrafçı ne yapmalı: Bazen çektiğimiz fotoğrafların yarısını çekmediğimizde başarı oranımızı iki katına çıkarabiliriz. Bazı eylemleri azaltmak ilerlemenin bir yolu olabilir. Nitelik içinse her zaman çaba ve çalışmaya gereksinim var. Belki de fotoğrafçının kendine sorması gereken soru : “Bu fotoğraf, ne kadar benim fotoğrafım?” olmalıdır.
Özellikle an fotoğrafı üzerinden belgesel fotoğraf çeken fotoğrafçıların, ortamın doğasına saygılı olmaları gerekmektedir. İlk sorunu “Aynı yerin, aynı açıdan benzer fotoğraflarının çekilmesi” olarak nasıl özetlediysek, ikinci sorun da o coğrafik ortamın sentetik yollara başvurarak saptanması üzerinedir. O meşhur gölün üzerinde at arabalarının, balerinlerin, aynaların, merdivenlerin ne işi var. Tuz reklamı çekilse anlarım. Ve seçici kurullarında bulunduğumuz yarışmalarda aynı konuda benzer fotoğraflara denk geldiğimizde, acaba aynı kişi iki kez fotoğraf mı gönderdi diye düşündüğümüz çok oluyor.
Özet olarak kalıpların dışında durarak fotoğraf çekmek, bize kendi fotografik kimliğimizi bulma yolunda daha faydalı olacaktır. Her zaman savunduğumuz “Dünyanın ikinci bir Cartier-Bresson’a ihtiyacı yok!” görüşü akan zaman içinde daha fazla işlerlik kazanıyor. Bir de o parlak, kurgulu, çok katmanlı ve reklam fotoğraflarını andıran sentetik fotoğrafları gördükten sonra, elbette size Henri Cartier-Bresson, Robert Capa, Robert Frank fotoğrafları soluk, şirazesi kayık ve acemice çekilmiş gelecektir.
Başkalarının çektiği fotoğrafı çekme
Ama teknolojinin getirdiği olanaklarla cilalanıp parlatılan fotoğraflar, aniden çakan bir şimşek ya da siz diğer tarafa bakarken son nefesini veren bir kuyruklu yıldızdan ne yazık ki daha uzun ömürlü olmayacaktır. Unutmayın, oraya sizden önce geldiği gibi sizden sonra da başka fotoğrafçılar gelecektir ve bazıları sizin çektiğiniz fotoğraflardan daha iyi fotoğraflar çekecektir. Belki de bu bağlamda bir fotoğrafçıya verilebilecek en iyi öneri “Başkalarının çektiği fotoğrafı çekme.” olacaktır.
İnsanlar sistemler tarafından bir çeşit algı yönetimiyle adeta hipnotize edilerek kanıksanmış fotoğrafları çekmeye itiliyorlar. Önerilen merkez tamam, ama yan mahalleye gitmek yok. Bakışın da farklı olmayacak. İşte bu alanın sınırları, yayınlanmış ve paylaşılan fotoğraflarla çiziliyor. İyi fotoğrafçı ol, iyi çocuk ol, sana gösterilen alandan dışarı çıkma. Bu duruma, makine, objektif ve aksesuar katalogları, reklamlar ve fotoğraf dergilerinin birçoğu da alet oluyorlar. “Bu makineyi alırsan, buralara gidersen, bu açılardan bakarsan, bu fotoğrafları çekebilirsin.” Bu durum, kapitalist sistemin ve fotoğraf endüstrisinin hileli bir oyunudur. Kazanan, kendi oyununu kendi kuran, hiçbir yeri kopyalamadan fotoğrafını çekendir.
Bu konuyla baş etmenin en iyi yolu, tek tek fotoğraflar çekmek yerine proje yapmaktır. Konunu gerektirdiği bakış açısı, malzeme seçimi, bilgi ve teknik, kompozisyon, grafik yaklaşım saptanır. Belirli bir çalışma takvimi ile fikir ve anlar fotoğraflara dönüştürülür. İyi bir seçimle de seri oluşturulur. Bunun doruk noktası ise açılacak bir sergi ya da yapılacak bir kitapla işleri dünya fotoğraf dağarına katkı olarak eklemektir.
Bu satırları okuyan ve kendi fotoğrafını her türlü soruna rağmen büyük kararlılıkla çeken tüm fotoğrafçılara başarı dolu bir fotoğraf ömrü dilerim.
Kalın sağlıcakla.
Aralık 2019
Yılın son gününde okuduğum çok güzel bir yazı oldu. Elinize sağlık. Ders niteliğinde olmuş. Bu yazıyı eğitim programlarına almak gerek. Benim aldığım dersler, hadi onları da sıralayıvereyim;
1. Fotoğrafın yeni bir önerme içermesi gerekir.
2. Fotoğraf bir kontrol işidir.
3. Film dönemi hala devam ediyor. (benim yorumum)
4. Fotoğraf her yerde
5. Çektiğimiz fotoğrafların yarısını çekmediğimizde başarı oranımız iki kat artar (seçici olun. sazan gibi her sahneye atlamayın)
6. Tuz reklamı çekmeyeceğim. Ya da Küba’ya gidersem, o ağzında puro olan sarı elbiseli kadını, veya Vietnam’a gidersem de mavi balık ağlarında makyajlı balıkcımsı kadınları fotoğraflamayacağım.
7. Başkalarının çektiği fotoğrafı çekme.
8. Proje yapmak doğrudur ancak tek tek fotoğraf çekmek de ıskalanmamalıdır.
Tüm fotoğraf gönüllülerine yeni yılda sağlık, huzur, mutluluk, güzel ışık diliyorum. Fotoğrafı kendileri bulsunlar.
Sevgi ve saygılarımla