Mustafa Ertekin’den Bir Başucu Eseri: “Yemliha Abi”

/

Amatör fotoğraf ortamının önemli isimlerinden usta fotografçı Mustafa Ertekin’i fotoğraf kamuoyu AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başkanlığı yaptığı dönemden, Fethiye Kayaköy’de yapılan fotoğraf etkinliklerinden, Malatya Levent Vadisi ile Arapgir’de ve Afşin’de öncülük ettiği Fotokamp etkinliklerinden tanır. Bir dönem profesyonel fotoğraf ortamında stüdyo fotoğrafçılığı yaparak hayatını kazanan sayın Ertekin, daha çok amatör fotoğraf ortamına yaptığı katkı ile bilinir ve öyle anılır.

Ancak Ertekin’in uğraşısı bununla sınırlı değildir. Güzel memleketimizin olağanüstü özelliklere sahip kadim kültürünü, toplumsal birikimini araştırıp çok kıymetli yazılı ve görsel materyal hazırlar. Bu itibarla oldukça nitelikli, belgesel değeri yüksek, anlamlı sonuçlar üretir. İyisiyle kötüsüyle, hüznüyle sevinciyle geride kalan zamanın farklı evrelerinde yaşanan toplumsal sancıları, travmaları, özetle yaşadığımız topraklar üzerinde vuku bulan problemli halleri araştırıp belgeler aynı zamanda.

En başta yitirilen veya önemsizleştirilen toplumsal değerler olmak üzere, sahip olduğumuz muazzam kültürel zenginliğin aşınmaya ve yok olmaya yüz tutan varlığını diri tutabilmek için böyle çalışmaların yapılması elzemdir. Ne ki yaşayan insanın kendi dönemiyle ilgili sorumluluğu kimi tarafından abartılır, kimi tarafından küçümsenir veya yok sayılır. Tam bu noktada şu soru belirir: Kime karşı, neye karşı, nasıl bir sorumluluk? Yanıt çok açıktır: İlki, bireyin kendi dışındaki her bireyin ve diğer bütün canlıların, en az kendisi kadar yeryüzünde hak sahibi olduğuna dair bilinç ve sorumluluk. İkincisi, geçmişten miras alınan ne varsa, üzerine yeni bir şey konamıyorsa dahi, olduğu gibi koruyarak sonraki kuşaklara bırakılması gerektiğine dair bilinç ve sorumluluk.

Bunları yapmakla, hiç olmazsa bilinç geliştirmek ve saha araştırmaları yapmak bağlamında, yükümlü olan Akademi ve yasalarca yükümlü kılınmış kurumsal yapılar için eleştirel bağlamda söylenecekler başka bir yazının konusudur. Bu yazı kapsamında biz, hayatın hangi alanıyla ilgili olursa olsun, amatör etkinliklerin ne denli kıymetli olduğunu, hiçbir maddi karşılık beklemeksizin ortaya konan çabanın, yani gönüllü emeğin ne denli önemli olduğunu vurgulamak için, bir amatör fotoğraf ustasının gönüllü çabası, özverisi, emeği üzerine söz söyleyeceğiz.

Öte yandan, fotoğrafçının ilgi alanının fotoğraftan ibaret olamayacağı, hayatın diğer alanlarına bigâne kalamayacağı, fotoğrafçının da şair gibi, yazar gibi bir kültür-sanat insanı olduğu, bu itibarla birikimini, enerjisini ve becerisini hayatın çeşitli alanlarında etkin şekilde kullanması ve yapıp etmelerine bunu yansıtması icap ettiği yolundaki düşüncemizi ortalamanın üzerinde deneyime ve birikime sahip bütün fotoğrafçıların kabul edeceği kanaatindeyiz.

Bu bağlamda olmak üzere, Mustafa Ertekin’in oldukça uzun zamana yaygın gönüllü/amatör çabasının kıymetli bir ürünü olan “Yarpuz’un Tarihi ve Kültürü Işığında YEMLİHA ABİ” adlı kitabının anlamı ve değeri üzerine kelam edeceğiz.

Meseleyi ele almadan önce “Yemliha kim?” sorusunu yanıtlamamız gerektiği kanaatindeyiz. Yemliha, Mustafa Ertekin’in babasıdır. Ancak bu ilk cümlenin ardından “Ertekin vefa borcunu ödemek için babasının biyografisi yazmış” diye düşünmeyin, yanılırsınız. Yazar, “Bu ne bir biyografi ne de bir belgesel çalışmasıdır. Bu, Yemliha ve dostlarının bizdeki yansısı, yankısıdır”der zaten (s.14). Ancak biz yazarın bu metnin belgesel olmadığı yolundaki söylemine katılmıyoruz. Satır satır okuyup inceledik. Kanaatimizce bu metin su götürmez biçimde sağlam bir belgesel çalışmadır.

Yemliha, usta fotoğrafçının, araştırmacı yazarın babası olmaya babası ama, başta halk ozanı Mahzunî Şerif olmak üzere, Binboğaların her iki yakasına yerleşik farklı inanç gruplarına ve etnik yapılara mensup, Afşin (eski adı ‘Yarpuz’)-Elbistan ovasında, Sarız, Göksun, Pazarcık ve çevresinde ve diğer yerlerdeki dağ yamaçlarına ve ovalara yerleşik köylerde, kasabalarda yaşayan sosyal kesimler arasında, bu kültürel ortamda yetişen halk ozanları ile onlara yakınlık duyan geniş bir kitleyi etkileyen kendine has atmosferin bir ferdi, önemli bir yapıtaşı, bilge kişisi olmaktan ötürü herkesin “Yemliha Abisi” olmuş çok önemli bir zat’dır aynı zamanda.

Bununla birlikte, Ertekin’i kitap yapmak üzere kolları sıvamaya yönelten şey, babasıyla ilgili bu özel durum değildir. Onu motive eden asıl şey, sözünü ettiğimiz çevrede neredeyse ikiyüz yıla tekabül eden bir zaman dilimi boyunca çok ilgi gören, itibar edilen ve ozanlık geleneğiyle bütünleşip yaygınlaşan “Hakikatliler” efsanesidir. Herhangi bir yanlış anlamayı önlemek için belirtelim; mitolojik bir olgunun varlığına işaret etmek kastıyla değil, içinde filizlenip serpildikleri kendine has kültürel ortamı yaşayıp içselleştiren toplumsal kesimler nezdinde oldukça yüksek bir yere konumlanmış olmalarını vurgulamak için efsane diyoruz.

Söz konusu kültür havzasını yazar şöyle tarif eder: “Binboğa Dağları’nın doğusunda yer alan Sarız’ın ve Afşin’in köyleri; Binboğalar’la Berit’in arasından, Göksun’dan Göksun Çayı’nı izleyerek ovaya akan köyler; Nurhak’ın batı ve kuzeyindeki yamaçlara tutunmuş Elbistan’ın köyleri; Malatya Akçadağ’ın Kürecik’in vadilerinden ovaya savrulan Elbistan’ın köyleri; Darende’den Afşin ve Elbistan’a yönelen köyler; Sivas Gürün’den Afşin’e kavuşan köyler bu coğrafyanın ve kültürünün birer yapıtaşıdır.”(s.17)

Yemliha ismi Anadolu topraklarına has mitolojik bir figürdür aynı zamanda. Yemliha Abi de (Ertekin) adını o mitolojik figürden alır. Bu itibarla sözünü ettiğimiz mit’den kısaca söz edip, sonra Hakikatliler meselesine ve ozanlara geçmek daha isabetli olacaktır.

Anadolu kadim kültürüne vakıf insanlar “Yedi Uyurlar”ı bilirler. Gerek Hristiyan, gerekse İslam inancı ile yaşayan çeşitli toplumlarda Ashab-ı Kehf Mağarası, Yedi Uyurlar veya Yedi Uyuyanlar mitosu yaygındır. Anadolu’da, bazı Kuzey Afrika ülkelerinde, Akdeniz ülkelerinin bazılarında, Afganistan gibi İslam inancının egemen olduğu ülkelerde çok sayıda Ashab-ı Kehf Mağarası gösterilir. Ülkemizde Elbistan-Afşin ovasında, Tarsus’da, Lice’de, Selçuk’da Yedi Uyurlar’ın sığındıkları mağaranın kendi yörelerinde olduğu iddia edilir. Efsane, Pagan inanç mensuplarının veya yöneticilerinin kendilerini katletmesinden korkup kaçarak bir mağaraya sığınan ve o mağarada uyuyarak üçyüzyıl geçiren Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernus, Debernuş, Şazenuş ve Kefeştatayyuş adlı yedi genç insanla Kıtmir adında bir köpeğin hikâyesine ilişkindir. Hikâye dilden dile aktarılarak bu güne erişmiştir.

Bilge insan Yemliha Ertekin’in has kişiliğini ifade edebilmek için bir şiirinde “Ben Yemliha’nın Kıtmir’i olamam” diyecek kadar O’na değer atfeden Mahzunî’nin sözüne kulak verdiğimizde, oğul Mustafa’nın ne kadar önemli bir yapıta imza attığına daha kolay hükmederiz. İşte o Yemliha, yani Yemliha Ertekin, adını Yedi Uyurlar efsanesindeki Yemliha’dan alır.

Mustafa Ertekin eserinde, zamanımıza kalan yazılı belgelere yaslanır, daha önce yapılmış araştırmaları ve kitapları inceler, sözlü tarih verisi olarak kabul edebileceğimiz geçmiş zamanın tanıklarıyla yüz yüze görüşmeler, röportajlar yapar. Saha araştırması ve mülakatlarla desteklenen yazılı belge verilerinin toplamı hiç kuşkusuz, ciddiye alınacak belgesel bir çalışma olduğu konusundaki kanaati teyit eder. Bir yandan Yemliha Ertekin çevresinde şekillenen Halk Ozanları diyalogu ve toplumun çeşitli kesimleriyle yaşanan insanî iletişim ve ilişki, diğer yandan bu çevreyi entelektüel düzeyde sarıp sarmalayan, yerleşik inanış (moda deyimle Ortodoks) formlarından farklı ve aykırı bir inanç formu (inanma biçimi veya sistemi) yani ‘Hakikat’çilik. O da kanaatimizce, Hakikate erme iddiası değil, esasen Hakikat arayışıdır. Özü itibariyle teolojik bir yaklaşımdır. Kısmen felsefeyle temas eder. Kanaatimizce Doğu Bilgeliği olarak tanımlanan mecraya daha yakındır.

Bu arayışın (yaklaşımın) kökleri Mezdekîlik’in saf haline kadar uzanır. Ancak entelektüel bağlamından kopartılarak düz mantıkla güncel yaşama uyarlanıp dejenere edildiğinde, Zerdüştîlik’in müdahalesi veya etkisiyle başka bir evreye geçer. Olgu, inanç her ne kadar özünden kopartılıp atılmak istense de, fazla uzağa gitmez. Dilden dile aktarılan inanç veya arayış tarihin farklı evrelerinde entelektüel zihinler tarafından her defasında yeniden ele alınır sorgulanır, araştırılır, tartışılır ve küçük de olsa bir kesimin yaşamına yön verir. Bu olgu, inanç veya arayış tarih boyu ‘Hakikat’ olarak ifade edildi. Şu ya da bu nedenle sönümlenmiş gibi görünse de, asırlar sonra aynı coğrafyada veya başka bir coğrafyada yeniden dirilme eğilimi gösterir. Kökleri Baba Mansur Ocağı’na dayanan Araboğlu önce Sivas Kangal’ın bir köyüne yerleşir, orada yaşam zorlaşınca Binboğalar’a-Toroslar’a, Afşin, Elbistan, Sarız bölgesine göç eder. Araboğlu, Hakikatçilik öğretisiyle pek çok insanı etkiler. Bu kültürel mirasın (inancın) sonraki etkili ismi ise Binboğalar’daki dağ köylerinden biri olan Kırkısrak’tan Mamo’dur.

İnanış, Tasavvufî bir yaklaşım göstermekle birlikte, daha ziyade Melamî vasıflara sahip gibi görünür. Diğer yandan Hakikatli olmaya yönelmiş kişiler dervişane bir tutum gösterirler ve özüyle sözüyle abdal olmaya dair izler de taşırlar. “İncinsen de incitme” yaklaşımını her birinin yaşamında belirgin şekilde görmek mümkündür. Kem gözle bakma, iftira atma, yalan söyleme, hak yeme, insana da hayvana da kötü davranma, kanaat et, düşene ve muhtaca yardım elini uzat vb iyiliğe, bilgeliğe, kâmil oluşa dair ne varsa, öğretinin temel ilkeleri arasındadır. Kardeşlik hukuku inşa etme arzusu ile eşitlik arayışı da bununla birlikte gelişir. İmtiyazlı kesimlerin varlığına karşı durur, tevazuyu içselleştirirler. İnançlıdırlar, ancak yol yordam konusunu sorgulamayı esas alırlar. Temiz bir gönülle yolu izleyenlerin varlığıyla birlikte bütün dinleri, inançları, yaklaşımları araştırıp kavramış bir entelijansiya söz konusudur. Bu inanışın son temsilcilerini görmüş, tanımış, hasbıhal etmiş kimseler, muhtemelen Hakikatlileri îtikadî bağlamda üç aşağı beş yukarı böyle bir çerçeveye yerleştirirler.

Yemliha, kendi çevresinde şekillenen ozanlar ve diğer insanlar için her bakımdan son derece önemli bir candır, dosttur, arkadaştır, sırdaştır, yardım ve destek alınacak kişidir. Tanıyan her fert teslim eder; Yemliha bilge bir zat’dır. Özetle O, insan-ı kâmildir. Kitabın O’nu merkeze alarak şekillenmesi, yazarın babası olmasından değil, bahsettiğimiz nedenlerdendir.

Bu kitap vesilesiyle Mahzunî Şerif’in yaşam öyküsünü neredeyse bütün detayıyla öğreniyoruz. Kabul etmeli ki Mahzunî bir döneme damgasını vurmuş en önemli halk ozanlarındandır. Sadece Mahzun’i değil hakkında bilgi aldığımız ozanlar. En başta Melûlî olmak üzere yörenin farklı meşrepten, farklı etnik kökten ve inançtan diğer ozanları Kul Hasan, Maksudi, Mücrîmi, Hicranî, Âşık Hüseyin, Viranî, Haydarî, İbretî, Mahrumî, Âşık Yener, Aladeli, Nizarî, Hüdaî, …ve diğerleri hakkında şiirleriyle birlikte epeyce bilgi derlenmiş. Bunlarla birlikte Dadaloğlu ve Karacaoğlan esintileri de hissedilir. Gizik Duran, Raşko, Dirgen Ali gibi namlı eşkıyanın yaşamına dair bilgilere de yer verilmiştir.

Yazar, ele aldığı sosyo-kültürel çevrenin yönetsel, etnik, inançsal, politik, siyasi vaziyetini, epey eskiye uzanan geçmiş zamandan başlayarak günümüze değin, gözler önüne sermeye çalışır. Bu bağlamda olmak üzere eldeki kitap, tarih araştırmaları gönüllü etkinliğinin bir ürünü olarak da düşünülebilir.

Sayın Ertekin el yazması defterlerdeki notlara ve şiirleri, mektuplara, birinci elden belge değerine haiz olmaları itibariyle isabetle yer vermiş. Mektupları kaleme alan insanların yüksek seviyede eğitimden geçmedikleri, yaşadıkları zamanın kıt kanaat koşullarında ilkokul, bilemediniz ortaokul ve çok ender olarak lise düzeyinde eğitim almış oldukları dikkate alındığında şaşırmamak olası değil. Dili bu kadar güzel kullanmalarına neden şaşırdığımızı söyleyelim. Gözlemlerimiz ve izlenimlerimizden edindiğimiz deneyim kulağımıza şunu fısıldıyor adeta: Böylesine düzgün cümle kurmayı, bu kadar anlamlı sözlere müracaat etmeyi ve neredeyse hatasız imla ile yazma becerisini, şimdilerde yüksek seviyede eğitim görmüş insanların pek çoğunda bulamayabiliriz.

Yazar, bir hazine sandığının kapağını açmış. Kıymetini bilen için bulunmaz nimet. Yargı ezber üzere gelişirse, yanılgı kaçınılmaz olur. Ezberlerden yola çıkıp herhangi bir konuda hüküm vermemeli. Yargı, bilgi üzere gelişmeli; hüküm, bilgi kaynaklı olmalı. Her şeyden fazla, bilgiye ihtiyaç var. Öyle olduğu için günümüz dünyasında bilgi her şeyden daha değerli. Bu nedenle fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmak gerektiği söylenir. Herkes gibi, fotografçıların da öncelikle bilgiye gereksinimi var.

Yazar-araştırmacı, fotoğrafçı olmanın avantajını aile albümlerinden ve korunabilmiş diğer vesikalar arasından bulabildiği fotoğraflara (efemeralara) kitapta yer vererek kullanmış. Anlatı, yazılı belgelerle desteklenmiş, yazılı materyal ise fotoğraflarla (görsel materyalle) desteklenmiş.

Binboğalar ve Toroslar (Toros kelimesinin kökü Taurus’dur, o da Boğa anlamına gelir) çevresinde aşk ile yola çıkıp aşkla ve meşkle -deyişler, yani sazlı (bağlama) sözlü anlatı, öğretinin en önemli aracıdır-yol alanların hikâyesini (Hakikatlilerin derin yaklaşımını) araştırıp kaleme alan usta fotoğrafçı Mustafa Ertekin’i tebrik ediyoruz.

Yeri gelmişken aklımızdan ve gönlümüzden geçen başka bir meseleyi de paylaşmak isteriz. Fotokamp vesilesiyle yöreye gittiğimizde, atıl binalar bulunduğuna tanık olduk. Örneğin boşaltılmış, işlevsiz kalmış, viran olmaya aday hale gelmiş eski bir ilkokul. Lojmanıyla, okuluyla, bahçesiyle büyük bir yapı kompleksi. Tadilat ve çevre düzenlemesi için bir miktar emek verilse, yeni bir şeye hayat verebilir. Başka boş yapılara da rastladık. Viran olmaları kaçınılmaz, çünkü sahipsiz ve bakımsızlar. Müze, kütüphane, misafirhane vb olmaya elverişli binalar. Onlardan biri neden Yemliha Müzesi olmasın veya Yemliha Abi adı ve hatırasıyla geçmişi geleceğe taşıyacak herhangi bir şeye ruh ve/ya can vermesin?!..

Saygıyla,

İlk gençlik yıllarında amatör olarak uzun süre resim ve karikatür yaptı, edebiyat dünyasına yakın durdu. Üniversite sonrası amatör olarak Halk Müziği ve Kültürü konusuna eğildi. 90’lı yılların başlarında amatör olarak fotografa başladı.
Resmi ve Özel Kurum ve Kuruluşlarda Temel Fotoğraf Eğitimi Seminerleri ve İleri Düzey Fotograf Seminerleri verdi, Atölyeler gerçekleştirdi. Basılı ve sanal ortamda Felsefe, Yazın ve Fotograf dergilerinde fotografa ve sinemaya dair yazıları yayınlandı.
Sinemaya, edebiyata, müziğe, fotografa ilişkin okumalarını sürdürmekte, çeşitli metinler kaleme almakta, denemeler ve/ya eleştirel denemelerle yazı serüveni devam etmektedir.
Ulusal ve uluslararası fotograf yarışmalarında jüri üyesi oldu, çeşitli platformlarda gösteriler ve söyleşiler gerçekleştirdi, panelist oldu, çalıştaylarda bildiri sundu.
Fotografın farklı kulvarlarındaki usta fotografçılarla bir dizi söyleşi/röportaj gerçekleştirmek suretiyle onların yaşam öykülerini, fotograf serüvenlerini, duygu ve düşünce dünyalarını kitaplaştırıp sonraki kuşaklara aktarmaya çalıştı.
Kitapları:
“Fotograf Sanatı Üzerine” 4 cilt.
“Fotoğraf Ustaları” 10 cilt
“Işıkla Resmedenler” 16 cilt
“Handan Tunç ile Sanat (Özelde Fotograf) Üzerine Söyleşi
“Kan Çiçekleri” (Ressam Hikmet Çetinkaya’nın otobiyografisi)
“Sicim” (Ressam Ahmet Yeşil’in biyografisi)
“Bir Lisan-ı Münasip Foto-Graf”
“Dikensiz Kirpi” (Eleştirel Deneme)
“Köhne Bahar” (Roman)
“Demir Çıra” (Öykü)
“Kırık Köşe Taşları” (Öykü)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Kültür Sanat

Gerçekliğin Olağanüstü Cazibesi

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Ahu İncekaralar  https://instagram.com/ahuincekaralar  tarafından yayına hazırlanmıştır. . . .…

Foto Patinaj

Daha ziyade motorlu araçların çamurda, buzda, kumda veya benzer zorlu zeminlerde lastiklerinin (tekerleklerinin) hareketine rağmen ilerleyememesi,…

Doğal Seçim…

Uzun zamandır özünde “fotoğraf” olan yazı klavyeden akmıyor. Ancak fotoğraf kullanarak fotoğrafın etrafında döndüğümüz yazılar sunmakla…

Beatrice’den Gelen Mektup

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Özlem Dikeçligil  https://www.instagram.com/ozlem_dikecligil/  tarafından yazının sonunda künyesi verilen kitapların esiniyle…

S e m b o l i z m

İnsanın sembolik bir evrende yaşadığı bir gerçek. Sembolizm adı 1886 yılında Jean Moreas tarafından akımın bildirisinin…