Dünyayı saran COVID-19 bizi özel alanlarımıza kapadı. Bugünlerin normali filmleri cep telefonumdan ya da bilgisayar ekranından izlemek oldu. Sinemalar yeniden açılacak. Tabii ki önlemlerle. Sinemalar deyince şöyle kocaman bir sinema salonunda film izlemenin keyfi nasıl da güzeldir. Ben kendimi bir Emek Sineması aşığı olarak tanımlardım. Artık yok. Var da yok. Beyoğlu Sineması’nın hikâyesi de ayrı. Pasaj içindeki giriş kapısını ve sokağa açılan çıkış kapısını açık tutmak için Fongogo üzerinden bir yardım kampanyası gerçekleştirildi. Anadolu yakasında Kadıköy Sineması pandemi sürecinin sonunda sürdürülebilirliği sağlamak için Koltuk Destek Kampanyası başlattı. Rexx kapandı, Atlas Sineması’nın aslına uygun restore edileceği duyuruldu. Gençliğimin en güzel salonları yok olup gidiyorlar. Yazlık bahçe sinemaları çoktan yok oldular.
Benim doğduğum mahallede üç bina arayla iki tane yazlık sinema vardı (*). Bunlar o semtteki yazlık sinemalardan sadece ikisiydi (**). Bugünse aynı mahalleye gittiğimde nefes alamayan İstanbul sokaklarından birine daha giriyorum. Boğulacakmışım gibi hissediyorum. Bizim eski mahalledeki yazlık sinemaların her ikisi de yıllar önce apartman olmuşlardı. Artık perdelerin ardında televizyon ekranlarında yaşanan hayatlar var oralarda. Hatta bu apartmanlardan bir tanesi kentsel dönüşüm nedeniyle yıkıldı. Belki belediyenin oto parkı olacakmış. Bilmiyorum ne olacak, ilgilenmedim de. Bir bahçeden diğer bahçeye arkadaşlarımıza, komşularımıza seslendiğimiz günler de yok ki artık. Dokuz katlı bir apartman dairesinde evden çıkmadan, kimseye selam vermeden günler geçirebiliyorum.
yazın serin geceleri
devin renkli görüntüleriyle şenlenen yazlık sinemanın beyaz duvar perdesi
geçmiş günler ay çekirdeğinin tuzu gibi yakıcı
gazozun şekeri kadar ferahlatıcı
tahta sandalyelerde anne babalarının dizlerinde uyuyakalan çocukluk
Bir zamanların yazlık sinemaları… Yazlık elbiseler gibi, yazlığa gitmek gibi…
Yaz sinemaları deyince çocukluğumun geçtiği bahçe içindeki evimizi hatırlıyorum. Evin ön cephesinde kocaman bir balkon vardı. O balkondan açık hava sinemasının film görüntülerinin yansıdığı duvarı görünürdü ama tabii ki oynayan filmi göremezdik. Filmi görebilmek için minderimizi, serin yaz akşamlarında ince merserize hırkamızı alıp, belki ay çekirdeği torbamızı da, sinemaya gitmemiz gerekiyordu. Ben daha akşam olmadan kafamda filmi kurardım. O duvar benim çocuk gözüme bir dev gibi görünürdü. Duvarın gökyüzüne uzanan kısmında devin kocaman gözleri vardı. Biraz aşağıda ağzı. O da kocamandı. Korkardım.
Üç bina ötedeki diğer yazlık sinemanın perdesinin tam karşısına bir apartman yapılmıştı. Dairelerin küçücük tuvalet pencereleri filmin oynadığı duvarı görüyordu. Bu durum benim için eğlence konusuydu. İnsanları tuvaletin küçücük penceresinden film izlerken düşünürdüm. Benim hayalimde belki birbirlerinin omuzuna çıkıp filmleri izliyorlardı.
Bizim evde akşam yazlık sinemaya gidilecekse tatlı bir telaş olurdu. Niye bilmiyorum. Annem ismimi bir Türk filminde duymuş. Filmde Türkan Şoray’ın ismi Berna’ymış. Annemin doğum yaptığı günün akşamı sinemaya gitmeyi planlıyorlarmış. Ben gelmişim, olmamış. Bilmem bunlardan mıdır sinemaya olan sevdam.
Annemlerin komşusu Neriman Teyze sinemaya gidince iki bilet alırdı. Birisini oturduğu sandalyenin önündeki için tutar, ona bacaklarını uzatırdı. Gündüzlerini konserve teneke kutuları üreten fabrikada çalışarak geçirirdi. Televizyonun olmadığı o günlerde yazlık bahçe sinemaları mahalle sakinlerini bir araya getiren güzel bir eğlence idi. Sinemacıların hayal dünyasına misafir olan izleyicinin peşini bırakmayan gerçek hayatın sesiyle filmlerin sesi iç içe geçerdi o karanlık bahçelerde. Komşular filmi izlerken yorum yapmayı da ihmal etmezlerdi. Çocuklar yürüyerek girdikleri bahçe sinemalarından kucakta çıkarlardı. Çıt çıt ay çekirdeği sesi bile uyumalarına engel olmazdı.
Bahçe sinemasının taşların üzerine yerleştirilen tahta sandalyeleri, sağdan soldan duvarlardan sinemaya uzanan ağaçlar, sokağından yürüyüp giderken gözüme takılan film afişleri…
Bir de gündüz hoparlörden geceki filmi anons ederek geçen Renault-12 var hafızamda. Yoksa Murat-124 müydü?
Bazen de bizim balkonun camekânına komşu sinemada gösteri yapmaya uzun tahta bacaklı bir adam gelirdi. O da çocukluğumun ikinci deviydi. Ondan korkmazdım. Üzülürdüm ya tahta bacaklarının üzerinde duramaz da düşerse diye. Hiç düşmedi.
Çocukluğumun bahçe sinemaları arabalı yazlık sinemalarda hayat bulmaya yeltendi. Hiç birine gitmedim. Tahta sandalyelerde minderde oturmayı isterdim. Bu yaz yazlık sinemaları daha çok düşünür ve özler oldum. Bunun tabii ki yaşadığımız korona günleriyle ilgisi var. Bakalım Eylül geldiğinde nasıl bir sonbahar karşılayacak bizi.
Yazımı bitirmeden 39.İstanbul Film Festivali’ne dair bir gelişmeden de bahsetmek istiyorum: COVID-19 salgını nedeniyle ertelenen Ulusal Yarışma ve Ulusal Kısa Film Yarışması 17-28 Temmuz tarihlerinde gerçekleşecek. Gösterimler Sakıp Sabancı Müzesi’nde kurulacak açık hava sinemasında yapılacak. Her gece 21.00’de bir uzun ve bir kısa metrajlı film gösterilecek. Gösterimler sırasında film ekibi de olacak. Bu da festivale dair değişik bir deneyim olacak. Belki bundan sonrası için alternatif gösterim mekânları konusunda hoş bir gelişme olur.
Yıldızların ışıl ışıl aydınlattığı gökyüzünün altında açık mekânlarda film izlemek güzel ama hiç birinde eski yazlık sinemaların tadı yok çünkü artık İstanbul apartmanların şehri oldu. Ateş böceklerinin göz kırptığı bahçeler, bahçeden evin duvarına sevdalanan hanımelinin kokusu ve bahçeleri renklendiren aslanağzı çiçekleri hatıralarda kaldı.
(*) Yazıdaki mahalle İstanbul’un Anadolu Yakası’nda Kartal’dadır. Bahsi geçen sinemalar Kervan ve Çınar sinemalarıdır.
(**) İstanbul’un yazlık sinema listesiyle ilgili sadibey.com adresinde detaylı bilgiler bulabilirsiniz.
Bize Ulaşın