Evet, mezarlıklarda Öteki ile karşılaşırız, ya da Öteki’nin bıraktığı izler ile. Ölülerimize nasıl davrandığımız da serilidir önümüzde. Onları nasıl andığımız üzerine düşüncelere dalma mekânlarıdır mezarlıklar. Bir gün öldüğümüzde ardımızdan nasıl bir temsille anılacağımızı düşünürüz ister istemez.
Bir anıt mezar
1824’de açılan Paris’in ikinci büyük mezarlığı “Montparnasse”dayız1. Anıtsal bir mezar2karşılıyor bizi. Burada, sütunların arasında, yerlere dökülen yırtık pırtık uzun giysisi ve yıpranmış, deforme olmuş kanatlarıyla bir melek, sağ ayağı ve parmakları giysinin ucundan dışarıya fırlamış. Sağ memesi açıkta, sol kolu ise diğer memesini örtüyor. Üzgün duru yüzü toprağa dönük. Elleri yüzü kadar çarpıcı; heykeldeki tek hareket ellerinde. Kimbilir, dünyanın hay huyundan sakındığı, koruduğu değerli bir şey, belki de bir hayat var ellerinde. Heykelin alt köşelerine uçuşmuş kuru sonbahar yapraklarına; üzerinden akıp gitmiş nice yağmura, doluya, fırtınaya karşı şefkatle, sebatla koruduğu hayatlar, anılar var ellerinde belki de…
Paris Père Lachaise Mezarlığı: ilginç bir tanıtım öyküsü3
Anıt mezarları sonradan Paris Père Lachaise mezarlığına nakledilen iki komşu mezarı ziyaret edeceğiz şimdi. Ama önce bu mezarlığın ilginç tarihine kısaca bakalım: 1804 yılında açılıyor ve Napoleon tarafından “ırkı veya dini ne olursa olsun her vatandaşın buraya gömülme hakkı vardır” diyerek yurttaşlık zemininde kuruluyor. Şimdilerde her ne kadar kentin içinde yer alsa da, açılışında, kentten uzakta ve hiç ilgi çekmiyor, öyle ki dört yılda ancak yaklaşık sekizyüz defin yapılıyor. Bunun üzerine yönetim bir tanıtım ve pazarlama çabasına giriyor ve önce Jean de La Fontaine and Molière’in mezarları buraya naklediliyor. Bunun etkileri günümüzde de sürüyor; birçok kişi, özellikle çocuklar önünde anı fotoğrafları çektiriyor.
Fabl ustası: La Fontaine
Evet, buraya nakledilenlerden biri de La Fontaine’in anıt mezarı. 17. Yüzyılın çok okunan fabl4, masal, şiir ve drama çalışmalarını de içeren çeşitli edebiyat metinleri yazarı. En çok fablları ile tanınıyor ve yaklaşık dört yüzyıla yakın süredir hala okunuyor, biliniyor. La Fontaine5, özellikle, Frigya’lı Ezop (Aisipos)’un masallarından ve Akdeniz, Hint kaynaklı metinlerden yararlanıyor; 238 fablı on iki ciltlik Fabllar (Hayvan Masalları) adlı kitapta toplanmış. Birçok kentte heykelleri, paralarda silüeti, edebiyat eserlerinde izleri var; hatta 1995’de bir asteroid (5780 Lafontaine) onun anısına isimlendiriliyor.
La Fontaine’in komşusu: Molière
La Fontaine’in yakın çalışma arkadaşı Molière5 şimdi de yan yana onunla sonsuzluğu paylaşıyor. Fransızca’nın en iyi yazarlarından kabul edilen bir oyun yazarı, oyuncu ve şair. Öyle ki, Fransızca sıklıkla Molière’in dili olarak anılıyor. Bir yandan da hemen tüm dillere çevrilen, iğneleyici, eleştirel diliyle dolu müzikli komediler, farslar, trajikomediler, komik baleler yazıyor. Günümüzde halen “Comédie-Française”de7 en çok sahnelenen oyun yazarı; Fransız komedisinin yaratıcısı.
Abélard8 ve Héloïse9: Ortaçağdan trajik bir aşk öyküsü
İşte yine bu mezarlığın tanıtımı için buraya 1817’de nakledilen Abélard and Héloïse’ın anıt mezarındayız. Orta çağın en trajik aşk hikâyelerinden10 birinin kahramanları bu adam ve kadın. Abélard’ın mektuplarından birinde dile getirdiği, “Umarım öldüğünde yanıma gömülmek istersin, toprağa karışmış kollarım uzanır, kucaklar seni…” arzusu ölümlerinden yüzyıllar sonra Paris Père Lachaise mezarlığında gerçekleşiyor.
Mektuplar
Abélard ve Héloïse arasındaki aşk öyküsü ve mektuplar11 neredeyse bin yıldır, sanat, resim, heykel, edebiyat dünyasında defalarca işleniyor, yankılanıyor. Âşıklar ve gerçek aşkı bulmak isteyenler bu çiftin anısına bu anıt mezarı ziyaret ediyor, mektuplar, çiçekler, kuredelalar bırakıyor.
Mezar taşınızda ne yazsın istersiniz?
Bu mezar taşında önemli felsefeci Levinas’ın12 sözleri yazılı: “Benim Öteki ile karşılaşmam: sonsuz bir sorumluluk…” bunu Simon’un13 kendisi mi öyle vasiyet etmiş, ardından dostları mı öyle uygun görmüş, bilemiyorum.
Evet, mezarlıklarda Öteki ile karşılaşırız, ya da Öteki’nin bıraktığı izler ile. Ölülerimize nasıl davrandığımız da serilidir önümüzde. Onları nasıl andığımız üzerine düşüncelere dalma mekânlarıdır mezarlıklar. Bir gün öldüğümüzde ardımızdan nasıl bir temsille anılacağımızı düşünürüz ister istemez. Kimisi bunu vasiyet eder ya da hatta kendi mezarını ölmeden önce kendisi14 tasarlayanlar bile var. Kimisinin mezarını ardında kalanlar inşa eder; ya görkemli bir anıt mezar ya da üç satır söz düşer oraya. Ama en azından mutlaka bir isim ve iki tarih; doğum ve ölüm yılları ve arasında, o kısa, küçük yatay bir çizgi; ölenin ömrünü simgeleyen o çizgi.
Peki, ya siz, mezar taşınızda ne yazsın istersiniz?
Meraklısı için notlar
Bu metin, ilgili fotoğraflar ile birlikte Serkan Turaç (Akya Film) danışmanlığında yürütülen “Anektod” projesi (2023-24) kapsamında hazırlanmış, konuyla ilgili açık internet web sitelerinden, kişisel deneyim, izlenim ve çıkarımlardan yararlanılarak oluşturulmuştur. Metin başlığı Mussorgsky’nin “Bir Sergiden Tablolar” eserinden devşirilmiştir. İlk ve son fotoğraflar Paris Montparnasse Mezarlığında, diğerleri ise Paris PèreLa Chaise Mezarlığında2019 Mart’ında çekilmiş, 2023 Kasım’ında “Photoshop” programı ile işlenmiştir.
1. Paris Montparnasse Mezarlığı birçok ünlü yazar, politikacı, sanatçı, edebiyatçı ve felsefeciyi de içeren yaklaşık üçyüz bin kişiyi ölümsüzleştiren, kentin merkezinde adeta bir müze park.
2. Bu anıtsal mezar Reitlinger ailesi için, heykelin sağ alt köşesinde imzası görünen, heykeltraş Pézieux tarafından 1897’de inşa edilmiş. Görkemli iki pembe mermer sütunu, yumuşatılmış stilize dorik tarzda sütun başları ve sade alınlığıyla antik çağ İyon ve Roma yapılarını andırıyor. En altta ortada, iki kurdele ile süslenmiş küçük bir çelenk kabartması. Hemen yanında göğe uzanan bir ağaç; bir hayat.
3. Paris Père Lachaise Mezarlığı’nın bu tanıtım çabaları giderek daha da etkili oluyor. 1830’da 33 bine çıkıyor buranın nüfusu ve halen birçok sanatçı ve Paris Komünü ertesinde kurşuna dizilenler de dâhil olmak üzere yaklaşık bir milyon insana mezar sahipliği yapıyor. Aynı zamanda korunan biyo-çeşitliliği ile de zengin bir bitki varlığı var. Ayrıca içinde 1894’de inşa edilen bir krematoryum (yakmalık) ve kolumbaryum (küllerin korunduğu duvar ya da güvercinliğe benzer yapı) da bulunuyor. Günümüzde, yılda yaklaşık 3.5 milyona varan ziyaretçisi ile dünyanın en çok ziyaret edilen nekropolü kabul ediliyor. Çarpıcı heykelleri, bakımlı anıt mezarları ile bir açık hava müzesi. Bunu sağlayan bir diğer ilginç özelliği de, her on yılda bir bakımsız, sahipsiz mezarların tasfiye edilmesi.
4. Fabl: Latince “fabula” sözcüğünden köken alıyor. Kahramanları genellikle insani özellikleri simgeleştiren hayvanlardan oluşuyor ve öğretici bir hayat dersi (kıssadan hisse) içeriyor. Canlı ve mizahi bir dil, kısa, berrak bir anlatım ile insana yönelik eleştiriler getiriyor. Bu derecede evrenselleşmesinin nedeni temel insani ve etik değerlere yaslanmasında. Kurtla Kuzu, Karga ile Tilki, Ağustos Böceği ile Karınca, Horozla Tilki en çok bilinenleri arasında. Ülkemiz edebiyatında da, çeviri yoluyla ve kendi şiirsel anlatımlarını da katarak, Şinasi, Ahmet Mithat Efendi, Recaizade Mahmut Ekrem, Orhan Veli Kanık, Sabahattin Eyüboğlu ve Nâzım Hikmet zevkle okunan fabllar yazıyor.
5. Jean de La Fontaine (1621 – 1695): İlk kitabı “Contes” ancak kırküç yaşında iken yayınlanıyor, 12 fabl kitabı ise 1668-1694 arası yayınlanıyor. Yalın dizeleri yıllar içinde deyimlere, adeta atasözlerine dönüşüyor. Paris’te, “Rue du Vieux Colombier” dörtlüsü olarak bilinen, kendisi dışında Racine, Boileau ve Molière’den oluşan grubun bir parçası. 73 yaşına dek yaşıyor ve ortaçağdan beri bilinen fabl geleneğini zirvesine taşıyor.
6. Molière (1622-1673): Oyunlarındaki birçok söz ve karakterlerin özellikleri neredeyse atasözleri kadar yaygınlaşıyor. İnsan ilişkilerindeki, özellikle evlilik ilişkilerindeki samimiyetsizlikleri iğneleyici bir dille sergiliyor. Paris’teki 14 yılında tiyatrosunda sahnelenen 85 oyunun 31’ini kendisi yazıyor. Cimri, Hastalık Hastası, Kibarlık Budalası, Don Juan, Zerafet Budalaları ülkemizde de sergilenen en çok bilinen eserleri arasında. 17 Şubat 1673’de son oyununda (Hayali Hastalık; Le Malade imaginaire) hastalık hastası Argan’ı canlandırırken akciğer tüberkülozuna bağlı bir kanama ve öksürük atağı geçiriyor, ısrarla oyunu tamamlıyor ama birkaç saat içinde ölüyor. Aktörlerin yeşil rengin kötü talih getirdiği batıl inancı Molière’in bu oyunda giydiği giyisinin renginden geliyor. 1817’de mezarlığı Père Lachaise Mezarlığına naklediliyor.
7. Comédie-Française 1680’de kurulan bir devlet tiyatrosu. Bu tiyatro “Cumhuriyetin Tiyatrosu” (Théâtre de la République) ya da “Molière’in evi (La Maison de Molière) olarak anılıyor.
8. Peter Abélard (1079 – 1142) çağının önde gelen bir felesefecisi, mantıkçısı, ilahiyatçısı, şairi, bestecisi ve müzisyeni. Onikici yüzyılın Descartes’ı. İnsan davranışlarının altında yatan öznel niyetin önemini vurguluyor. Rousseau, Kant ve Spinoza’nın ve bazen de modern amprisizmin öncülü olarak kabul ediliyor. Öğrencisi ve sonra karısı Héloïse d’Argenteuil ile olan aşkı ve felsefi yazışmaları ile tanınıyor; kadınların eğitiminin savunucusu. Rönesans öncesi seküler felsefi düşüncenin ve seküler üniversitenin kurucusu kabul ediliyor.
9. Héloïse d’Argenteuil (1100–01?-1163–64?) bir başrahibe, felsefeci, yazar ve düşünür. Aşk ve arkadaşlığın felsefecisi olarak tanınıyor ve 1147’de Katolik kilisesinde psikoposun düzeyinde yetkilere sahip bir başrahibe oluyor. Tarihte ve popüler kültürde, en çok, Peter Abélard ile yaşadığı aşk ve yazışmaları ile ünleniyor. Kocasını entelektüel açıdan bir hayli zorluyor ve ona bir mektup şeklinde yazılan, 42 temel soru içeren “Problemata Heloissae” eserini yazıyor. Fransız ve dünya edebiyatında, mektup edebiyatının temsilcilerinden kabul ediliyor ve cinsiyet ve evlilik konularındaki yenilikçi görüşleri ile modern feminizmi etkilediği düşünülüyor. Kendisinden sonra gelen Madame de Lafayette, Thomas Aquinas, Voltaire, Rousseau gibi yazarları da etkiliyor.
10. Héloïse, amcası/dayısı kilise rahibi Fulbert’in yeğeni ve gururu; hem çok güzel hem de zamanının en iyi eğitim görmüş kadınlarından. Yüksek rütbeli bir memur olan Fulbert, Paris’in seçkin filozofu Abélard’ı yeğeni Héloïse’ye öğretmen olarak tutuyor. Öğretmen ve öğrencisi birbirlerine âşık oluyor, bir çocuk sahibi oluyor ve Héloïse’ın isteksizliğine rağmen gizlice evleniyorlar, çocukları Astrolabe’ı Abélard’ın kız kardeşine bırakıyorlar. Ancak, bunu öğrenen Fulbert çok öfkeleniyor; bu yüzden Abélard, Héloïse’i manastıra kapanmaya ikna ediyor, adeta onu saklıyor. Ancak Fulbert, adamlarına Abélard’ı uyurken hadım ettiriyor. O da bir manastıra kapanıyor ve iki âşık birbirlerini bir daha hiç görmüyorlar.
11. Yaklaşık on yıl hiç haberleşmiyorlar. Sonra, Abélard otobiyografisini yazdığı “Historia Calamitatum”u Héloïse’a gönderiyor ve Ortaçağın en ünlü mektuplaşmaları başlıyor. Tüm zorluklara rağmen çift birbirlerine olan aşklarını mektuplarıyla sürdürüyor; tutkunun, bağlılığın, yoğun entelektüel tartışmaların dile geldiği bu erotik, poetik mektuplar ilk kez 1130’larda yayınlanıyor. İlk dört mektup kişisel mektuplar (“Personal Letters”) ve son üçü yön çizen mektuplar (“Letters of Direction.”) olmak üzere… 1970’lerde ise daha önceki 113 mektup daha yayınlanıyor.
12. Emmanuel Levinas (1905–1995) geçen yüzyılın önemli Fransız felsefecilerinden. Özellikle, başka bir kişiyle (Öteki ile) karşılaşmanın betimlenmesi ve yorumlanması üzerine görüşleri ile biliniyor. Varoluşu ve özneler (bireyler) arası sorumluluğun fenomenolojisini inceliyor; Husserl, Heidegger ve Hegel ile eleştirel bir diyalog sürdürüyor.
13. Simon Dahan (5 Nisan 1931-16 Mayıs 2009).Kazablanka, Fas’da doğan ve Paris’de ölen bir tasarım ve üretim mühendisi.
14. Kendi mezarını önceden tasarlayanların en ünlülerinden birisi Salvador Dali (1904-1989).Ölümünden önce kendisinin tasarladığı ve 1974 yılında açılan Dali Tiyatro ve Müzesi (Teatro Museo Dali)’nde (Figueres, Katalonya, İspanya) gömülü.
Bize Ulaşın