15. Festival Lumière (12-20 Ekim 2024)
2009 yılından beri gerçekleştirilen Lumière Film Festivali çok yeni sona erdi. Bu yılki programın kapsayıcı ve zengin içeriği hedefleyen bir içeriğe sahip olduğu söyleniyor.
Dünya çapında bağımsız sinemanın (Ne kadar bağımsız?) örnekleri olduğu iddia edilse de film üretim sistemi endüstriyel üretime hizmet etmektedir. Özel gösterimler, galalar, davetlerle başka bir öteki yaratılırken, sıradan izleyici dışarıda bırakılmaktadır.
Kurucu-direktör Thierry Frémaux tarafından gerçekleştirilen festivallerden Cannes Film Festivali; kırmızı halılarla görece “Hollywood“ muhalifi iken Lyon’da gerçekleştirilen, ilkeleri taban tabana zıt, Lumière Film Festivali daha “halk sineması“ nitelikli bir festivaldir.
Festival, kült filmlerden sessiz sinemaya, uzun metrajlı filmlerden restore edilmiş filmlere, korku filmlerine kadar pek çok türü içinde barındırmaktadır. “Lumière Kardeşler“‘e vefa, onlarla özdeşleşmiş ve sinemanın merkezlerinden olan Fransa’nın Lyon şehrinde, Avrupa’nın en önemli festivallerinden biri olarak bölge sakinlerine, şehrin ve ülkenin sorunlarını da kapsayan mottolarla hayata dokunmaktadır. Dünyaca ünlü kült filmler, yeniden keşfedilen sinemacılar, yönetmen ve oyuncularla festivali derinleştirmektedir.
“Nasıl bir festival?“ derken; önümüzde renkli, bağımsıza yakın, ötekileştirmeden, gençlik ve toplumun değişen ihtiyaçlarıyla da ilgilenen bir örnek bir festival karşımıza çıkıyor. Hem de sinemanın beşiğinde, Lyon’da.
Festival, Lumière kardeşlere vefa ve onlarla özdeşleşmiş demişken, fotoğraf derslerimizin başında Lumière kardeşlerden hep bahsedilir. Benim de her Lyon‘a gidişimde ziyaret edip keyifli ve uzun zaman geçirdiğim “Lumière Enstitüsü“ ile Lyon Old Town ‘da bulunan, gidildiğinde tüm dünya filmlerinden örnek afiş ve gösterimlerinin yer aldığı “Lumière Sinema Müzesi“ önemlidir. Sen de ey sevgili okur, sinemasever ve gezgin, o tarafa yolun düşerse mutlaka ziyaret etmelisin. Tarihte gezinmek, bakış açımızı, ufkumuzu zenginleştirir. Geçmişi bilirsek, bugüne ve geleceğe dönük daha yaratıcı 7.sanatın ürünlerini gerçekleştirebiliriz.
Tarihteki ilk film çeken ve gösteren yapımcılar olarak kabul edilen Lumière Kardeşler ’in hikayesinin yer aldığı “Dünya Tarihinin Dönüm Noktaları” TRT TV’de yer alıyor. (https://beta.trt.tv/belgesel). Lumière kardeşler Luis ve Auguste, babalarının kendilerine hediye etmiş olduğu, Edison’un mucidi olduğu “Kinematoskop“ ‘un üzerinde haftalarca süren çalışmalar yaparlar ve Lois’in aklına çılgın bir fikir gelir. Durmadan çizerler, denerler, yeniden çizer, yeniden denerler. Ta ki görüntüyü perdeye yansıtıp sistemi kuruncaya kadar! Ve 28 Aralık 1895 tarihinde Paris’te Salon İndian (Du Grand Cafè ‘de) tarihe geçen Lumière Kardeşler’in ilk filmi olan “Sortie des Usines Lumière à Lyon” (Lumière Fabrikası’ndan Çıkan İşçiler) ve bir trenin istasyona yaklaşmasını kesit alan filmin de aralarında bulunduğu 10 kısa metrajlı film gösterilir. Her film 17 metre uzunluğundaydı ve yansıtıcı ile çevrildiklerinde 46 saniye sürüyorlardı. Sinema tarihçileri, Lumière kardeşlerin Grand Café ‘deki sunumlarını sinemanın gerçek doğuşu olarak kabul ederler.
Paris’te bulunan “Ulusal Sanayi Destekleme Derneği“ bu projeyi ve buluşu destekler. Dünyayı etkileyecek ve değiştirecek kadar önemli olan sinema böylece doğar. Hayallerinin peşinde koşan bu meraklı, kararlı kardeşler, babalarının da el vermesi ve desteğiyle bu şaheser sinema makinesini herkesin beğenisine sunarlar.
Buradan çocukluk düşlerinin peşinde koşan Lumière Kardeşlere, babalarına ve tüm hayallerinin peşinde koşan çocuklar, gençler ve ebeveynlere selam çakarak sevgilerimizi iletelim.
Efendimmmm gelelim Avrupa’nın gastronomi ve kentin her yerine verdikleri isimlerle Lumière kardeşlere sevgisini, vefasını (vefa; kalbin hafızasıdır!) gösteren, Fransız metropol kenti güzel Lyon ‘a. Michelin yıldızı adı kentten gelmektedir. Herkesin ilgisini çekecek, adıyla ünlü Michelin marka lastik satışlarını arttırmak üzere yine kardeşler tarafından üretilen ve dünyada pek çok ülkede yaygınlaştırılan Michelin yıldızı, bir restoran projesi olmuştur. Bu başka bir yazının konusu olsun. Yalnız şundan da bahsetmeden geçilemez. Bu yıldızlarda 1 yıldız kategorisinde çok iyi bir restoran, 2 yıldız yolunuzu değiştirmeye değecek derecede mükemmel bir yemek, 3 yıldız ise özel bir yolculuğa değecek olağanüstü bir mutfak anlamına geliyor. Neyse, mutfağı yıldızlı, şehri güzel, sinemanın anası, babası, 7.sanatın doğuşuna sahne olan bu festival şehirlerinde, 43 farklı sinema ve gösterim merkezi salonları gençlerle, sinemaseverlerle muhteşem ve dopdolu.
Benim ilk Lyon ziyaretimde festivalde Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı“ gösteriliyordu. Bu da Türk sineması açısından belki bir züğürt tesellisi ama yine de mutluluk ve gurur verici bir durum. Yine siyah beyaz çekilmiş olan “Köprüdeki Kız“ filmi de bu yıl gösterime alınmış bulunmaktadır. Ünlü filmin aşk hikayesi, İstanbul’da bir köprüde son bulmaktadır.
Dönelim Festivalimize: bu yıl 15.si düzenlenen festivalin her yıl sinema tarihine damgasını vuran bir kişiye layık gördüğü geleneksel Lumière Ödülü’nün sahibi ise bu yıl, Fransa ve dünya sinemasının taçsız kraliçesi Isabelle Huppert oldu.
Şehrin 43 farklı sinema salonu ve etkinlik merkezinde, 450’nin üzerinde gösterim gerçekleştiren 15. Festival Lumière; bu yıl LGBT+i sinemasının dünyaca ses getiren yönetmenlerinden Kanadalı yönetmen Xavier Dolan Tadros’a yer verdi ve birçok salonda konuşmacı olarak sinemaseverlerin karşısına çıktı. Çocuk oyunculukla sinema kariyerine başlayan ve annesiyle babasının soyadını birlikte taşıyan Xavier, ilk jüri özel ödülünü Cannes Film Festivalinde 2018 yılında “Annemi Öldürdüm“ filmiyle aldı ve sanırım 15 yaşında 3 ödül kazandı. Eşcinsel olduğunu açıklayan yönetmen, queer (kuir) film temalarını sıklıkla kullanmaktadır. Mommy (Anne) filmi etkileyici bir film olup MUBİ ‘de uzun bir zaman oynatılmıştı.
Yine festivalde Fransız sinemasının efsane ismi Vanessa Paradis ile söyleşilere de programda yer verildi.
Ayrıca, #Me Too sonrası dönemin zorluklarıyla yüzleşen yuvarlak masa toplantılarında, Me Too hareketlerinin yol açtığı toplumsal ayaklanmalar çağında sinematografik mirasın nasıl canlı tutulabileceği ve bunun mümkün olup olmadığı çok tartışılan bir konu olarak festivalin merkezinde yer aldı. 1977’den beri tecavüzle suçlanan Roman Polansky özelinde “Paris’te Son Tango“ filmi sonrasında travma geçiren Maria Scheneider’ın durumu uzun uzun tartışılmıştır. Köşe yazılarında ve toplantılarda yazıldığı gibi, uyarıyla basit bir bağlam savunulurken birçok kişi de bu filmlerin yayınlanmamasını savunmaktadır. Ya sen sevgili okur bu konuda ne düşünürsün?
Yine özellikle yeni nesillerin cinsiyet ve temsil sorunlarını önemseyen değişimci sinemaseverler klasik sinemayı sorgulamaya devam etmektedir.
Bu kadar şeyi neden yazdın dersen ey okur? Ben de derim ki : Başka bir sinema mümkün mü?
Bize gelirsek; Türk sinema tarihinde önemli yeri olan Altın Portakal film festivaline, jüri başkanı olarak Ferzan Özpetek ‘in getirilmesi ancak yarışmaya LGBT+İ filmlerinin alınmaması gibi bir sansürünün kabul edilir tarafı bulunmamaktadır. Sinema toplumdan, yeni kuşaktan, hayattan bağımsız değildir. Her şey değişir. Değişmelidir de. Öyleyse değişen, dönüşen gençlik ve toplum da dikkate alınarak yaşasın sinema, yaşasın sansürsüz ve ayrımsız festivaller.
Teşekkürler, bana bu yılki festival bilgilerini aktaran Gökçen Karakavak.
Bize Ulaşın