Düşününce…
Ne çok yaslandık felsefeye, ararken kendimizi. Sözcüklerin burgacında kaybolmayı denedik. Her sözcük bir düşünceye ve kendisiyle ilgili bir eyleme karşılık geliyordu. En zararsız olanıydı düşünmek ve en yorucu olanı. Düşünce, düşünce olarak kaldığında sınırlarını zorluyor, insan beynini habis bir ur gibi kemiriyordu. Dışa vurunca, dizginlenemeyince de bedeli ağır oluyordu. Düşünen insan, aynı zamanda acı çeken insandı.
Bulduklarımızla yetindik. Bir de baktık ki yıllar boyunca okuyarak, öğrenerek, gözlemleyerek sahip olduğumuz her şey boşa çıkıyor.Kurallar deliniyor, yasalar çiğneniyordu. Üstelik negatif eylemin sayıca artması suçu anonimleştiriyordu. Hatalar sıradanlaşıyor ve özellikle yapılmaya devam ediliyordu. Otorite kendi alanını koruma derdine düşmüştü. Herkes birine yaslanmayı seçiyordu. Öylesine bozulmuştu gen, kirlenmişti döl. Kötülük affediliyordu.
Düşününce buluyordu insan, neden böylesine düştü insanlık diye. Oysa ilk nerede düştü diye sormak en doğrusuydu. Mahir beyinler buluversin diye, tarih öncesi bir hikayede ya da doğruluğu su götürmez bir masalın finalinde mi terk edilmişti. Bir atasözünde ne kadar ipucu olabilirdi, bir anının unutulmuş dip odalarında mı gizliydi. Belki de vakanüvislerin, o yanlı tarih yazıcıların kullanılmamış mürekkep şişeleri ve boş kağıtlarında hayaldi. Bilemedik. Hissettik!
Düşünmenin sonu yoktur ve düşünen insanlar bunu hayatlarıyla ödemişlerdir. Kimileri zindanlarda çürümüş, kimileri tefrika edilmemiş defterlere zihinlerini gömmüş, kimileri de akıl sağlıklarını bir akıl hastanesine rehin bırakıp deli damgasıyla hayatlarını sonlandırmışlardır. Oysa akıl soyuttur; somut bir et parçası olan beyin, görünmez hissiyat ile kundaklanmış -ki kalp olduğu söylenir her şeyi karıştıranın- taze düşünceyi bir mancınık gibi hedeflerine doğru atmıştır. Hocalar, politikacılar, ağalar, derebeyleri görünmez bir Tanrının kendilerine verdiği yetkiyle insanlığın düşüncelerini biçimlendirmeye çalışmışlardır.
Filozoflarınki en masumu ve yararlı olanıdır bunların içinde. Düşünmüşler, bulmuşlar ve dile getirmişlerdir. Doğanın verdikleri ve sakındıkları, akışın içindeki anlam ve anlamsızlık, insanların iyilikleri ve kötülükleri, azla yetinenler ve istemeye doymayanlar, barışa ömürlerini adayanlar ve savaşlarla ayakta duranlar, hepsi filozofların radarındadır. Onlar düşünce hızını -bir yandan da esnetip yavaşlatarak- eylemle koşut hale getirmişlerdir. Her şeyin zihinde bittiğinin farkındadırlar. Ve başladığının elbette…
Belki de düşünce tarihinin en büyük eksikliği, sonuç ile düşünce arasında -tıpkı mühendislerle işçiler arasında olduğu gibi- ustaların ya da teknikerlerin olmamasıdır. Uygulama, büyük bir tecrübenin yanında devamlılık ve disiplin de gerektirir. Görüldüğü gibi sorun, arada uygun bir ara elemanın olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden toplumların ara elemanlara gereksinimleri vardır. Kanun koyucular ile kanuna uymak durumunda olanlar arasında yürütücü bir mekanizmaya daima gereksinim vardır.
Yaraları sararken
Belki de fotoğraf yeryüzüne bu eksikleri gidermek, geçip gitmekte olanın üzerinde düşünmek ve yaşama yeni anlamlar atfetmek için gönderildi. Salt düşünmenin eyleme dönüşmesi aşamasında yetersizlikleri de olsa, bırakın fotoğraf çekmeyi, fotoğrafa bakmanın bile bir terapi, hafızanın görevini devralma, tarihle buluşma, gidemeyeceğimiz coğrafyalara yolculuk yapma ve en önemlisi de görüntüler üzerinden haber edinme görevlerini başarıyla yerine getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Öncelikle fotoğrafın değişimi belgelemesi ve çekilen fotoğraflardaki her nesnenin o yaşta ve fiziksel yapıda kalması -ki fotoğrafı tanımlamama biçimlerinden “zamanı dondurma” deyimi bu yüzden çıkmıştır- fotoğrafı diğer sanatlardan ayıran en önemli özelliktir. Fotoğraf, sahtekârların eline geçmedikçe, yanılsamalara kurban gitmedikçe ve fiziksel boşluklara düşmedikçe hep doğruyu söyler. Aslında fotoğraf ve dolayısıyla fotoğrafçı buna aracılık eder. Fotoğraf, zihnin anlar üzerinden nesne ile buluşması ve sonsuza dek sabitlenmesi işlemidir. Sonrası yoruma girer ve tartışmaları ortaya çıkarır. Gerçi, bir fotoğrafın okunması da ancak böyle bir platformda gerçekleşir.
Sanılanın aksine, iyi fotoğrafların üzerine daha çok konuşmak gerekir. Anlamak sevmenin başlangıcıdır. İnsan anlayıp içselleştirdiği şeylerin üzerine daha doğru konuşabilir. Ateşlemeyi duygular yapsa da konuşmak için nesnelerin adlarına ve kavramlara gereksinim vardır. Sanatın matematiği, çıkacak sonuçları belirler. Dil gösterilen ile gösteren arasında bir aracıdır. Zihin üretir, mühendislik de gereğini yerine getirir. Bunun adına kolaylık olsun diye teknoloji denilmiştir ve insanlar icatların birer yalvaç gibi gelip ruhlarını tutsak etmesini beklemiştir. Fotoğraf çekmek bir biçimde haç çıkarma ritüeline dönüşmüştür. Ve Nietzsche’ye de bir gönderme yaparak “Fotoğrafsız bir hayat hatadır.” diyebiliriz.
Biz yine de her şeyi bir yana bırakıp fotoğraf makinesinin sağaltıcı yönlerine dikkat çekelim. İnsanların çaresiz kaldığı ve ancak gazete sütunlarındaki gölge uzmanlarla cinsel sorunlarını -bu kez tinsel değil- paylaştıkları dönemlerde pratik -hızlı çözüme yönelik- öneriler vardı. Açık havaya çıkın, karşı cinsten arkadaşlar edinin, yürüyün, voleybol oynayın ve birkaç kez rastladığım önerilerden biri de “fotoğraf çekin” idi.
Elbette başka medeniyetlerde böyle konuların bir fotoğraf makinesi ve fotoğrafçılıkla birleştirilip birleştirilmediğini bilemeyiz. Bir yabancı dilde “yetkin” yabancı literatürü takip eden kolejli arkadaşlarınıza gençliklerini sorabilirsiniz. Hatırlayabilir ve çekinmezlerse size söyleyebilirler.
Kaç kişi bu önerileri dinledi bilmiyorum. Bırakın sivilceleriyle boğuşan delikanlıları, ülkemizde o dönemde ebeveynlerde bile fotoğraf makinesi olmazdı. Yine de bilinçaltımıza işleyen bu öneri, o satırlara denk gelen kim bilir kaç kişiyi ileride hobi dahi olsa fotoğrafçılığa yöneltmişti. Haydar Dümen, Güzin Ablalar ve adlarını sayamadığımız kıymetlerimiz, takipçileriniz olarak iyi ki sizlerle aynı dönemde yaşamışız. Yaralarımızı siz sarıp, geleceğe umutla bakmamızı sağladınız. Öğretmenlerin, ailelerin esirgediklerini bize siz bağışladınız. Duygularımıza gem vurmayı, içe atmayı ve devamında tevekkülü sayenizde öğrendik. Dozu kaçmış bu sabırla karanlık odalarda fotoğraf basacağız diye yıllarımızı harcadık. Işıklarla uyuyun, ışıklarda uyuyun.
Savaşma, diren
Başlangıçtan bu yana -ki her başlangıcın zembereği bitişe ayarlıdır- iki türlü savaş insanların hayatlarını belirledi. Birincisi insanların hayatta kalabilmek için birey olarak verdikleri savaş, ikincisi ise özellikle mülkiyet duygusu geliştikten sonra insanların topraklarını korumaya yönelik savaşları… Her ikisi de uzun vadede insanların hayatlarını zora soktu, başka kişilik yapılarını ön plana çıkararak genetik kodlarını belirledi.
İnsan yaşamak zorundadır; karnını doyurmak, barınmak ve beşeri ilişkilerini sürdürmek zorundadır. Bunun için kapitalizmin getirdiği iş bölümü ve mesailere uyar. Çoğu kez sevmediği ve inanmadığı işleri yapar. Üzerinde hep yoğun bir baskı vardır. Ruhunu arıtacak faaliyetlere zaman ya da para ayıramaz. İkisi de olduğunda iş yorgunluğu ve para kazanma tutkusu buna engel olur. Hobilere yönelemez, müzik dinleyemez, sergilere gidemez. Günlük yaşamın içindeki doğal ihtiyaçlar gibi bunlar da lüks tüketime girer. Ve toplumun büyük kesimi tarafından boş işler olarak değerlendirilir. Herkesin hayalinde eş ve iş bulma, otomobil ve ev sahibi olma vardır. Tüm ömür bu uğurda tüketilir. Toplumdaki saygınlık da bu şekilde elde edilir.
İnsanın önce ruhu doymalıdır; tatil yapmalı, ülkesinin şehirlerini ve dünyayı görmelidir. Tarih okumalı, arkeoloji bilmeli, antropolojiyle ilgilenmeli, sanatın herhangi bir dalına aktif olarak ya da izleyici konumunda yönelmelidir. Kitaplar almalı, filmlere, tiyatrolara, konserlere gitmelidir. Sanatı seven kendisi gibi insanları bulmalıdır. Biriktirmeli, arşivlemeli, koleksiyon yapmalıdır. Avcıdır insan hâlâ, toplayıcı olamamıştır; ekip biçmeye başlamış, saklayamamış ve doğal olan her şeyi yitirmiştir. Kimyasallarla kutsanmış ve kısır tohumlarla ekilmiş topraklardan kanser biçmektedir. Turfanda ile sezon sonu arasında sıkışmış ve bir türlü mevsimini bulamamıştır. Geni bozulmuş, ağzının tadını kaybetmiştir; hayal eleğinden geçirdiği binlerce anıyla dolu nostaljisiyle avunmaktadır.
Yakın tarihte iki büyük, daha önce de binlerce küçük savaş atlatmıştır insanlık. Diktatörleri baş tacı etmiş, ebedi olan dururken fani olanın arkasından gitmiştir. Sanılanın aksine tüm zorbaları destekleyerek yükseltmiştir. Cahillerin oluşturduğu ve sürü psikolojisiyle güdülmüş insanların oluşturduğu hazır kıtada yer almıştır. Dünyaya tarifsiz zararlar vermiştir. Bazen din, bazen toprak, bazen de bir iddia üzerine başlamıştır en büyük savaşlar. Acemiliklerini bu insanlar üzerinde sınamıştır krallar, hükümdarlar, padişahlar ve üst kademelerdeki devlet başkanları. İnsanlar ölmüş sonra herkes gibi savaşları çıkaranlar da ölmüştür. Barış kötülerin aynasıdır. Orada karanlık ve çirkin yüzlerini görürler.
Evrensel bir yazgının parçasıdır, savaşa çanak tutanların varlığı. Onlar olacak, kötülük yapacak ve yeryüzünde barışın önemini insanlara hatırlatacaklardır. Silah tüccarlarına para lazımdır. Çeteleri sızdırmışlardır devletlerin içine. Rüşvet, duası olmuştur gözünü hırs bürümüşlerin. Hak verilmez, hukuk kovuğuna çekilir, taciz artar, sindirme başlar, şantaj, tehdit ve kaba güç ile işler gerçekleştirilir. Bunun adına politik başarı denilir; erdem arada ezilir ve bu uğurda nitelik ayrımı yapılmadan her yol denenir.
Savaş güçsüzün çözümüdür. Hesapta, yangın yerinde delil bulunamayacaktır. Ateşe verilmiş binalardan sadece duman tütsün isterler. Zihin, hafıza, hatıra ve de fotoğraflar: İktidar hırsıyla beyinleri dumura uğrayanların atladıkları budur işte. Fotoğraflar, bu dünyaya doymamış ruhlar gibi ortaya çıkıp hesap soracaktır sebep olanlara. Savaş, suçlular cezalandırıldığında biter. Kötülüğü yer yüzünden silmek olanaksızdır. İnsan oldukça kötülük de olacaktır. Yine de hatırlatalım; şeytanın tacıyla kral olunmaz.
Var olmanın dayanılmaz ağırlığı
Hayatın yükü, giderek artıyor omuzlarımızda. Kendimize dahi katlanmakta zorluk çekiyoruz. Birçok şey anlamını yitiriyor. İnatla biriktirdiğimiz nesnelerimiz bile bize rahatsızlık veriyor. Yolların kapandığını, akışın sekteye uğradığını görüyoruz. Sabır, eylem ile yer değiştirmeye hazırlanıyor. Dünya sıklıkla yaşadığı karanlık dönemlerinin birinden daha geçiyor. Bu asrın vebası, insanın habis ruhu, doymak bilmez kötülük yapma içgüdüsüdür. Ve kötüler, fotoğrafın sonsuza dek unutmama potansiyelini göz ardı ediyorlar. Bellek ölecek oysa fotoğraflar ömürleri kadar hatırlayacak ve hatırlatacaklar.
Fotoğraf bizi bugün üzerinden geçmişe ışınlayan bir zaman makinesi gibidir. Hatırası solmaz, tortusu hüzün verir. Sadece bakmak yeter; fotoğraf yüzeyine kazınmış olanı gösterecek ve bizi o imgeler üzerinden yolculuğa çıkartacaktır. Tek koşul, şu anda yaşadığımızın bilincinde olmaktır. Geçmişte yaşayanlara fotoğrafın yapacağı fazlaca bir şey yoktur. Bu kişilere fotoğrafın yararı, bisiklete binmeyi yeni öğrenen çocuğa destek sağlayan yan tekerleklerden daha fazla değildir. Fotoğraf hesap sormaz, yalnızca olanları hatırlatır.
Yapay zekanın eğilimlerimizi saptayıp bize reçeteler sunduğu bir çağdayız. Yolumuz farklı bir güzergâhı içeriyor olsa da bu düzenli ve sistemli bombardımanın sonucunda biz de gönderilen reklam ve videolarla onların istedikleri kıvama geliyoruz. Beynimiz yıkanıyor ve yeni algı yönetim biçimlerinin hedef kitlesi oluyoruz. Ağır faturalarını ödediğimiz cep telefonlarıyla, bile isteye hipnoz ediliyor ve yapay zekanın arzularını yerine getiriyoruz. Sonra programlandıkları gibi yönlendiriyorlar bizi; istediklerini aldırıyor, istedikleri partilere oy verdiriyor, işlerine gelmeyen duygularımızı köreltiyor, niteliklerimizi eritiyorlar, erdemlerimizin ahmaklık olduğunu bize inandırmaya çalışıyorlar.
Haritamızı yırtıp yeni rotalar oluşturuyorlar, bizi inançlarımızdan soğutuyorlar. Sonra herkes kendi video kanalında aklına ilk geleni üstelik hiç düşünmeden söyleyerek kendi kendinin cahil tanrısı oluyor. Ve en acısı, onlara inananlar oluyor. Büzülüyor beyin, kaçıyor şiraze. Bizi mahvedip robotlaştırıyorlar. Taassup, akıl ile yer değiştiriyor, coşkuyu sözlükten çıkarıyorlar, erdemi hırsızlıkla takas ediyorlar. Oysa evren akıl ile ayakta duruyor ve felsefe bize her şeyin birden fazla yolu olabileceğini her fırsatta gösteriyor.
İnternet ve üzerindeki tüm yapılar sahtekarların, dolandırıcıların, yalancıların ve üçkağıtçıların maharetle kullandığı bir silah haline geliyor. İki sevimli kedi, birkaç güzel kız ya da yakışıklı delikanlı göreceğiz, on altı rulo tuvalet kağıdını daha ucuza alacağız diye düştüğümüz durumlar içler acısı. Eskiden bakkala gider tek marka satılan tuvalet kağıdının dörtlü paketini alırdık. Oysa şimdi salatalık, domates ve patlıcanı tane ile, tuvalet kağıdını da otuz altılık alıyoruz, tuhaf değil mi? Değişimi anlamak için bu bile yeterli.
Algımız, salgımız
Algılarını kimsenin yönetmesini istemeyenler; köpekbalıklarını yenmeye muktedir küçük balıklar, sarılın fotoğraf makinenize, ailenizi, yakın çevrenizi, yıkılan tarihi binaları, yok olan yeşil alanları, ileride bir daha göremeyeceğiniz koyları, billboardlardaki yalanları, marketteki pazardaki etiketleri çekmeye başlayın. Geçmişe yolculuk yapmak isteyenlerin hafızası olun. Biraz sabrederseniz her şeyin değiştiğini ve bu değişimin fotoğrafı daha değerli kıldığını göreceksiniz.
Fotoğrafı dışımızda aramamalı, aksine yaşamın içinden çıkarmalıyız. Okula, işe giderken yolda, penceremizden, balkonumuzdan, alışveriş sırasında marketlerin rafları arasında, iş yerimizde çalışırken, küçük molalarda kahvemizi içerken ne çok fotoğraf bizimle buluşmayı beklemektedir Dikkat ve duyarlılıkla bakınca, fotoğraflarla köşe kapmaca oynayan anları daha iyi sezeriz. Sonra da onları fotoğraf makinemizin içine hapsetmek isteriz. Var olmasını ve ileriye kalmasını dileriz.
Sezgilerimiz kadar bilgilerimiz de ayakta tutar bizi. Fotoğrafçı, daha önce gördüğü fotoğrafların bıraktığı izlerin üzerinden gider. Sıkı fotoğrafçıların onları diğer fotoğrafçılardan ayıran farklı özellikleri vardır. Kimi üslup der buna, kimi bakış açısı, kimi de yetenek. Adı ne olursa olsun farklı olmak, yeni bir dil oluşturmak ve bilinen mesajları kendine özgü bir anlatım ile vermek, yapılacakların en doğrusudur. Her fotoğraf aynı havayı solur ve birbirleriyle aynı frekansta titreşirler. Gerçek fotoğrafçıların tüm iddiası, iddiasız olmaktır. Dünyada insanları birbirleriyle kardeş yapmak için, önce çekilen tüm fotoğrafları kardeş yapmak gerekiyor.
Bugün dünyada birçok insan oy vermedikleri, başlarında bulunan ve görüşlerine inanmadıkları kişiler tarafından maddi-manevi zarara uğratılıyor, evlerinden, ülkelerinden oluyor, yaralanıp ölüyor ve başkalarının kararlarına bağlı savaşlar yüzünden yurtsuz kalıp göçmen oluyorlar. Çaresiz insanları yalnız bırakmayan ve seslerinin duyulmasını sağlayanlar, genellikle başlangıçtan bu yana hayatlarını hiçe sayarak onların yanında olan fotoğrafçılar oluyorlar.
Fotoğrafın doğasına kazınmış olan tesadüfler, anlar üzerinden onu ileriye taşıyacaktır. Artık, dünyanın fotoğrafçılara eskisinden daha fazla ihtiyacı var. Kurguyla örselenmemiş saf belge fotoğrafları, şu an fotoğrafın en büyük kullanım alanını oluşturuyor. Tuhaflıklarla örülü evrenimizin bu geçiş döneminde, kozmik istilaların gölgesinde gereksiz müdahalelerle belgesel fotoğraflarda delikler açmadan, geleceğe sağlam işler bırakmak en doğrusu gibi görünüyor. Zaten otorite işine gelmediğinde, gerçeğe müdahale etmeye ve fotoğrafların alt yazılarını değiştirmeye kalkacaktır. O zaman fotoğrafçı doğru yolda olduğu anlayacak ve etrafımızdaki bu vampir ruhlu yaratıklar da karanlık dehlizlerine çekilerek bizi rahat bırakacaklardır.
Fotoğraflar: Almila Kuş
Instagram: @almikus
Bize Ulaşın