“Hafıza-i beşer
Nisyan ile malüldür.
De ki unutulmasın ! “
“Karanlık Gece” hakikatin izinde kendisine bir umut verme değil tefekkür etme (derin düşünme) , empatiden diğerkamlığa (özgecilik/başkasının yararını kendisi kadar gözetme) bir yolculuk düşüncesi, adalet mümkün mü? arayış gerekli mi ? Vicdan denilen derin duygu ve düşünce nereye kadar gelebilir? Seni de götürürse yine vicdanlı olabilir misin?
Taşrada bir evrensellik bulunabilir mi? (Valla Nuri Bilge Ceylan buluyor) Suçun üstü ne kadar örtülebilir?
İnsanların yaşam hakkı dışında ölülerinin kemiklerine sarılma hakkı ne kadar kıymetli ve anlaşılır?
Kendine bir gurbet yaratmak mümkün mü? Nereye gidersen git kendini de götürmekte misin? Geçmiş geçer mi? Hafızasızlık bireyden topluma nasıl bir bulaşıcılık taşır? Sanatçı umut vermek zorunda mıdır? Yapay umut yerine çatışmalardan içsel dönüşüm yaratmak mümkün mü? İçsel hapishaneden kurtulmak dışsal hapishaneden çıkmaktan daha mı? zor. Hayat siyah ve beyaz mıdır? Gri, füme alanlar da var mıdır? Toplumda kişiliğin oluşmasında, homofobide , tahakkümde erkeklik ne kadar etkili? Avcılık da bir hayvan tahakkümü müdür? Sinemada seyirciyi aşırı manipüle etmek düşünmekten, dinlemekten alıkoyar mı? Özgür düşünce nerededir?Türcülük karşıtı (hayvan-insan) bir dil sanatta ve hayatta mümkün mü? Vicdan denilen kara kutu …
Soruları, sorunsalları, cevap arayışları ve hakikate bağlılık var filmin her yanına nakşedilmiş…
Özcan Alper’in yönetmenliğini yaptığı “Karanlık Gece“ en iyi film, en iyi senaryo ödüllerini aldı. Murat Uyurkulak gibi iyi bir edebiyatçı ve senaristinin yönetmen Özcan Alper’le birlikte ürettiği sağlam senaryosuyla katkısını ortaya koymak lazım. Elbette oyuncu kadrosunun filmi sahiplenişi , kurgudan görüntü yönetmenine , müziğine kadar evrensel olma yolunda bir klasik film yapmışlar. Ellerine, fikirlerine, emeklerine sağlık. İfsak’ta Sinema Birimi etkinliği olarak “ Edebiyat ve Sinema “başlığıyla Özcan Alper ve Murat Uyurkulak’u davet etmiştik. Ama elde olmayan nedenlerle etkinliği gerçekleştirememiştik. Ama bu iletişim ve teması bu konuda çok da vakit geçmeden bir blog yazısıyla yazıya geçirmek istedik. Öyle değil mi? Söz uçar yazı kalır.
Filmin şansı bir taraftan Antalya Altın Portakal, Boğaziçi Film Festivali, Ankara Film Festivalinden bol ödül almaları kadar şanssızlığı da festivaller dışında filmin izleyicinin karşısına geç çıkması görünüyor. Sezonda araya hemen her sinemaların seanslarını dolduracak kadar “Avatar “ ‘ın uzun bir gösterimde
oluşu , araya giren yıkımlı ölümlü, yurttaşın yıkıntı altında ölüme terk edildiği, sokakta karda kışta aç açıkta bırakıldığı deprem. Ama Özcan Alper filmini Anadolu’nun birçok şehrinde kendi ve film ekibinden arkadaşlarıyla izleyiciyle buluşturdu.
Filme; öncelikle sinematografik açıdan bakmaya çalışırsak kamera kullanımı, gece çekimleri, obruk içine girişlerdeki yakın kamera kullanımı çok başarılı . Özcan Alper & Murat Uyurkulak senaryoda ve filmde pek metafor kullanmayı tercih etmemiş (belki nesli tükenmekte olan Karakulak yaban hayatı fiziğindeki zaman kavramının kullanıldığını söylemiş .
Filmde abartılı renkler yok. Toroslar, obruklar neyse o.(Obrukları da duymuşluğumuz var ilk kez görüyoruz .İfsak ‘ın en son bölgeye yaptığımız gezisinde Özhan Özde ‘ye söyledik . Bizi obruklara götür dedik ama o bizi Kovada gölündeki kuşlara götürdü. Belki büyüyünce götürür! Yani bir Ferzan Özpetek’in ” İstanbul Kırmızısı “ büyülü çekimleri yok. Ama tercih sanırım.
Bazı sekanslar da bir taraftan (özellikle filmin ve hikayenin ana kahramanı Ishak’ın geçmişe dönüşünü anlatan eski yavuklu Sultan’la kamyonette gidişlerindeki şarkılı türkülü İshak‘ın coşkusu “ Al Yazmalım Selvi Boylum “ ‘u anımsatıyor.
Belki Murat Uyurkulak ve Özcan Alper’den Cengiz Aytmatov’a ve Atıf Yılmaz’a bir selam çakma vardır. Akılda kalıcı bir aşk sahnesi…
Yine film fotoğraflarından bu yazı arasında yayınlayacağımız/yayınladığımız İshak’ın köpeği Palyaço’yu motorla giderken arkasına aldığı sahne çok etkileyici ve samimi bir sahne.
Sinema dili açısından türcülük (insan hayvan ayrımı) karşıtı bir dil kullanılması deneyimlenmiş.
Sibel Kekilli (Sırma-Ali’nin-linç edilen –ablası) ve Taner Birsel (Ferhat Ali’nin babası-deneyimli oyuncu filme çeşitlilik ve derinlik katmış . Baba rolündeki oğlunun bedeni ve kemiklerini ararken bizi bir Türkiye ve dünya panoramasına götürüyor. Uzun yıllardır gözaltında kaybedilen kayıp yakınlarının Cumartesi anneleri /insanlarına götürüyor. Daha geçen hafta sonu İstiklal ‘deydiler.16 Baro Başkanı da yanlarındaydı . İfade özgürlükleri, yaşam hakkı ihlali talepleri yok sayıldı. Yine gözaltına alındılar. Oysa kayıpları bulunmalı, cesetse ceset, kemikleriyse kemikler verilmeli, özür dilenmeli, unutturulmamalı. Tıpkı Bosna ‘da olduğu gibi buradaki adalet arayışı da cezalandırılmamalı, desteklenmeli .
Filmde anlatılan taşranın linç kültürü, içimizdeki şiddet ve şeytan durdurulmalı, susturulmalı, şiddetsizliğin gücü hayatımıza girmeli.
Bu linç kültürü esasında yalnızca taşrada değil birçok yerde insanları ve kişiliklerini yok etmeye devam ediyor. ABD ‘de siyahlara , Norveç’te Ortadoğululara , Fransa’ da Cezayirlilere karşı…
Sıradan şiddet de LGBTİ Q ‘lere karşı homofobi olarak devam ediyor. Özcan Alper filmlerinde dönemine de tanıklık ediyor ve bir sorunun peşinden gidiyor.
Yine filmde İshak’ın annesinin yanına uzanarak Jung’un “bireyin anne arketipiyle yüzleşmesini“ görürüz. Maalesef anne de hakikatin değil taşranın , ikiyüzlülüğün, gerçek ortaya çıkarsa hepimiz yanarızın annesidir.
Siyah beyazdan çok griyi ve fümeyi de hayatımıza sokuyor.Yani şiddeti, vicdansızlığı, adaletsizliği, faşizmi her zaman dışarıda arama, o hepimizin az çok içinde var. Önemli olan ondan nasıl kurtulacağımız. Homofobiyi nasıl alt edeceğimiz, farklı olana, ötekileştirmeden nasıl kucak açacağımız, nasıl hoşgörü geliştireceğimiz ya da kendimizle eşit görme biçimiyle nasıl kabul edeceğimiz.
Unutmayalım ki ; “bugün artık yapılacak seçim şiddet ile şiddetsizlik arasında değildir. Şiddetsizlik ile var olmayış arasındadır.”(Martin Luther King.(Judith Butler-Şiddetsizliğin Gücü)
Filmi birçok açıdan okumak mümkün olabilir. Sosyolojik, psikolojik, felsefi, filmolojik. Çoğu uzmanlık alanım değil. Elbette film eleştirilerini okudum, söyleşileri izledim. Daha çok anlayabilmek için. Dönemdaşı Kurak Günlerdeki gibi çok konu var iç içe geçmiş ve anlatılmış.
İkisini de başarılı buluyorum. Karanlık Gece‘yi senaryo açısından daha sağlam gerçekçi ve samimi buluyorum. Kurak Günler de çok başarılı .
Okumalarda ekofeminist okuma yaparak yazanlar da var. Kadınların hak mücadelesiyle birlikte doğayı kucaklayan bir bakış sergilemekte.
Beni filmde en çok etkileyen ;
Ali’nin doğaya kaçarak kendine bir hayat kurması, kendi doğrularını yaşamaya çalışması, kurduğu ilişkilerdeki içtenliği. Ali üzerinden Lgbti Q’e göndermede bulunması …
Ali gibi farklı bir öteki iken erkeklik /kıskançlık üzerinden kendini bir linçin içinde bulması (kısmen katılma olabilir, engelleyememe olabilir ya da susma olabilir) buradan kurtuluşu yine kendine annesinin dediği gibi “kendisine bir gurbet kurması”…Sonra kendini ararken pişmanlıkları, adalet araması…
Güzel bir dönüşüm. Filmin sonunda da boş bir umut vermek yerine arkadaşı Ali’nin bulmayı hayal ettiği fikrinin ince gülü “Karakulak”’la karşılaşma sahnesi. Artık hayal midir? gerçek midir? bilinmez. Belirsizliğin coşkusuyla bırakmış Özcan Alper ve Murat Uyurkulak filmin finalini.
Filmin Nuh Köklü’ye atfedilmesi de anlamlı.
Ben de …
“Bir kar topuyla
Camlar şangırdar,
Canlar kırılır,
Karlar yağar…
Üstü örtülür.
Nuh Köklü ile
İnsanlık ölür.” diyerek desteklemek istiyorum.
Bugün de doğanın yok edilmesine ve şiddete karşı çıkıyorsak vicdanlı insanlar olarak Akbelen Ormanını korumaya çalışan köylülerle eko feministlerin yanında yer almamız ne güzel olur. İnsana tahakkümde şiddete, hayvanlara tahakkümde ava, avcılığa karşı çıkmakla mümkün olabilir mi ?
Yani başka bir dünya mümkünse biz bunun neresinde var olacağız?
Filmi izlemek, başta ki sorulara bulduğunuz yanıtları keşfetmek için sizinle yol alacağım. Pandamide yaşanılan yüksek farkındalık maalesef ( herzaman olduğu gibi) balık hafızalara yüklenildi. Ve adem yine evren içinde varoluşu aramak, yol almak yerine; tüketmek, yok etmek, ( duygu, doğa, düşünce) üzerine kodlarını gösterdi, göstermeye devam ediyor. Ne zaman dur diyeceğiz! İnsanı insan, doğayı doğa, hayvanı hayvan varoluşu ile kabullenmeyi.. ben umut etmeye devam edeceğim. Böyle güzel filmler, kadrajlarla farkındalığa yolculuğa vesile olunacak, umuda devam. Kaleminize, yüreğinize sağlık🙏 Sevgiyle..