Kamerayı Hissettirmemişsin Abi!

//

Sizi çekmek isteyen bir fotoğrafçı görürseniz şöyle deyin: “Tamam ama önce ben de seni birkaç poz çekeyim”. Kabul ederse ve çekilirken “eee, hümm” deyip yüzünü, çenesini oğuşturmuyorsa o zamana kadar yaşadıklarından epey bir şey öğrenmiş birini bulmuşsunuz. 

Belki fotoğrafçının “gözündeki ışıltıyı” bile görebilirsiniz!

Aşağı yukarı 30 yıldır kamerayla söyleşiler çekiyorum. Yaptığım ya da iliştiğim belgesellerin çoğunun omurgasını uzun söyleşiler oluşturuyor. Nerdeyse hiç metin yazmayıp (Ayla Dikmen belgeseli hariç) anlatımı söyleşilerle kurgulamışım. Habercilik ya da belgeselcilik yaparken çektiğim insanların bazıları artık yaşamıyor. Saddam Hüseyin öldü. Ahmet Şah Mesud, Erol Büyükburç ve Fikret Şeneş de. Her birine farklı gerekçelerle gitmiş ve o işin izin verdiği kadar yaklaşabilmiştim. Uzun zaman sonra bulduğum 1991’den kalma bir videoda kendimi ilk kez iş üstünde çekilmiş görüntüsünü gördüm. Saddam Hüseyin ile tanıştırılırken ona asker gibi baş selamı vermişim. Yüzümde sakin bir korku vardı! Kameraya çektiğim aklımda bile yok. Oysa biraz mağrur durur di mi insan? Kaç kişinin Saddam ile tokalaşma görüntüsü var? 

Belgeselab’ın daveti ile “Üç Mevsim Bir Ömür” belgeselini göstermeye İFSAK’a gelirken, filmin ardından “mesafe” üzerine konuşalım diye öneride bulunmuştum. Hem kameranın çekilenle fiziksel mesafesi, hem de çeken ile çekilen arasındaki insani mesafe. İşlerimi ilk kez izleyen meslektaşlarımın bazılarının ilk tepkisi “kamerayı hissettirmemişsin” oluyor.

Kamera nasıl hissedilmez ki? Doğrultulmuş bir silah gibi duruyor karşında. “Kamerayı değil çekeni hissetmemişsinizdir” diyorum ben de. 

Tanışalı bir iki dakika olduğunuz bir insanın, sizinle dağa yürürken, hayatının geçmişi ve geleceği ile hesaplaşmasını, körük gibi nefesini duyacak kadar yakından kaydediyor ve bunu da anlatımınızın bir parçası olarak kullanıyorsunuz. Bir insana nefes alışını kaydedecek kadar nasıl yaklaşabiliriz ki? Neredeyse burnunun dibinde olmasına rağmen varlığını unutturabilmesi için “belgeselcinin” başkalarının yaşamlarını kendisinin “oyun” alanı değil, sohbet edilen ve bu sohbete davetle gelinen özel bir yer olarak düşünmesi gerekir. Bu davet adı zor konulur bir güven/kabul ilişkisinin kurulmasıyla olabilir. O sizden çekinmediği zaman ve izin verdiği kadar. Anlatacağınız bu hikayeyi belgeleyecek görüntüleri, yani fotoğrafları/sesleri elde etmek başarmanız gereken sonraki şey. Sizi o fotoğraflara götürecek zaman/mekan kesişmesini yine o ilişki sağlayacak. Fakat aynı zamanda burası kameranın kendini hissettirmeye başladığı an da olacak.

Bazen yönetmenler (hem yönetmen, hem kameraman olanlar da) çekime çıktığında o anda her şey onun çekmesi için oluyormuş ve hiç bir şeyi kaçırmadan çekmesi gerekiyormuş gibi düşünebilirler. Televizyonculuk mantığı teknik olarak bunu gerektiriyor olabilir. Zaman dardır, çekim yöntemi, takvimi,  vesaire… ”Gerçeğin” peşinde koşan, ama “burada çekim yapıyoruz ama” havası ile çalışan birisine, günün sonunda (ya da işin sonunda) herkes görmek istediğini vermeyebilir. Belgeselciliğe av/avcı gibi bakanlar için diyelim ki “av da sizi gözlüyor”. Şuradan yürü, şöyle otur, buraya bak, ayağın da böyle dursun diye komut verdikten sonra arkanızı dönüp “fonda şu ağaçları görelim, ışık şuradan gelsin” yaratıcı sürecine girdiğinizde, “konunuz”la oluşturduğunuz ilişkiniz hızla ilk heyacanını kaybedecek. Sonra muhtemelen “konu” kameraya oynamaya başlayacak. Buna uyanan yönetmen olaya küçüklü büyüklü müdahalelerle yön vermeye çalışacak. Sonunda tiyatrocuların deyimiyle “yönetmen sahnede kalacak”. 

Belki de belgeseli kurmacadan ayıran en can alıcı nokta burası. Senaryonun, rejiniz, görüntü yönetmenliğiniz çoğu zaman anlık olarak oluşuyor. Olan bitene tepkileriniz tamamen sizin yetkinliğinize ve o anki konsantrenize (Fatih Terim deyimiyle) bağlı. Bazen umduğunuz ile bulduğunuz fark edebiliyor. Bazen de savınız doğru çıkıyor.

Kamerayı “yaklaştırmak”, karşımızdakinin ruhunun derinliklerine kadar uzatmak istiyorsak ne yapalım?

Ben fiziksel olarak karşısında durmakla birlikte aslında yanında durduğumu hissetmeyi ve hissettirmeyi öneririm. 

Herkes kendine özgü bir tavrı zamanla geliştirebilir. Doğru soruyu doğru zaman ve mekanda sormayı başardığınızda, sözcükler, hayaller, gerçekler, sırlar önünüzde çağıl çağıl akmaya başlıyacak. Tadını çıkarın. Çünkü bunları duymak ve sonrada başkalarına anlatmak için yapmıyor musunuz bu işi? Sizi gidi tatlı dedikoducular! 

Sağlıcakla.

Belgesel film yapımcısı ve yönetmeni.
Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu mezunu.
1990-92 arasında 32. Gün programında kameramanlık, yapım yardımcılığı ve kurgu yönetmenliği yaptı. Körfez Savaşı'nda Irak'ta, Cezayir’de, Yugoslavya’da ve Afganistan'daki savaşlarda kameraman olarak çalıştı. Aynı ekibin hazırladığı yakın tarih belgesellerinde görev aldı.
1993'de Ankara'da Shakti Habercilik ve Yapımevi'nin kuruluşuna katıldı. Haber programları, tanıtım filmleri ve belgesellerde yapımcılık, yönetmenlik ve görüntü yönetmenliği yaptı. Televizyon haberciliğine yeni başlayan birçok gazetecinin ilk işlerinde birlikte çalıştığı kişilerden oldu.
2001’den sonra akademiye geçti, uzman ve öğretim görevlisi olarak çalıştı. 2005’e kadar Bahçeşehir Üniversitesi, 2005-2017 arasında ise Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde belgesel film, fotoğraf, kurgu, ses, görüntü ve yapım dersleri verdi. Akademinin yanı sıra Ustaoğlu Film, İFR - (İstisnai Filmler Reklamlar) ve Kutup Ayısı Belgesel Yapımlar gibi yapım şirketleri ile bağımsız yönetmen olarak çalışarak belgeseller gerçekleştirdi.
Üç belgesel filmi ulusal ve uluslararası festivallerde gösterildi. Altın Portakal ve SİYAD adayları olarak seçildi. İki filmi TRT Belgesel Yarışması’nda ödül kazandı.
BSB (Belgesel Sinemacılar Meslek Birliği), İLEV (İletişimliler Vakfı) ve Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği üyesidir.

Yönetmenliğini Yaptığı Belgeseller:
Dişçinin Korkusu - 2019
800 Kilometre Engelli - 2012
Dumanlı Kentin Puslu Çocukları: Yeşim Ustaoğlu ile Araf - 2012
Sorore Optima - 2011
Üç Mevsim Bir Ömür - 2010
Şıhın Dolması - 2009
4 numaralı Vapur - 2009
Şehrini Arayan Gemi - 2008
Yanan Mum: Ayla Dikmen - 2007
Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü - Film Yapım Öyküsü - 2005
Kadın Çalıştıkça - 1998

1 Yorum

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Belgesel Sinema

Ünlü Var Mı?

Çağımız bir anlamda ünlü peşinde koşma, ya da ünlü olma çağı. Mütevaziliğin kırıntılarının olduğu bir çağ.…

14. Yılında Documentarist

Documentarist İstanbul Belgesel Günleri, programındaki nitelikli belgesellerle yeniden salonlarda izleyicilerle buluşmaya hazırlanıyor. 6-11 Temmuz arasında Fransız…

Carettaların Haykırışı

Su kaplumbağası olarak da adlandırılan carettalar, denizde yaşarlar ve sadece yumurtlama döneminde karaya çıkarlar. Atlantik, Pasifik…