Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Tülin Safi tarafından hazırlanmıştır.
*********
Feminist sanat tarihi arıza çıkarmak, sorgulamak, ataerkil yuvalanmaların tepesini attırmak için var.
Lında Nochlın
Doğru Sorular Üzerinden Sanat Tarihinin Yeniden İnşası
Amerikalı sanat tarihçisi Linda Nochlin’in Kadınlar, Sanat ve İktidar kitabı yayımlandığı 1988 yılından bugüne feminist sanat tarihinin kaynak metni oldu. 1971’de kaleme aldığı “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Çıkmadı?” isimli tarihi yazısı ile başlayan süreç yirmi yıla yakın bir dönem çalıştığı konu üzerine yazdığı yedi makale ile kitaba dönüşmüştü. Geçtiğimiz aylarda kitap yazar, editör Süreyyya Evren’in çevirisiyle Türkçe’ye kazandırıldı.
Nochlin’e göre kadınlar, sanat ve iktidar ilişkisi ucu açık bir şekilde irdelenmeye devam edilmesi gereken bir süreçtir ve tamamlanmamıştır. Yazar kitapta ters bir kronolojik akışı tercih etmiştir. Güncel olandan sorunun ilk ele alındığı kaynak metne giden tarihsel bir geçişi hedefler. Sorunların, sorularla açıldığı kendisinin deyimiyle her biri yeni bir devrim vaad eden, her biri bir yenisine çıkan sayısız aydınlık odalara doğru kapıları açmaya devam eder. Kadınların sanatla nasıl ilişkilendiklerini ve iktidar ilişkilerini detaylıca sorgular. İktidar ilişkileri ile vurgulanan tüm ana akım sanat tarihinin oluşumunu kapsayan güç ilişkileridir. İhmal edilmiş kadın sanatçıları kanona geri kazandırmayı hedeflemek yerine, tüm kanonun yazılımını alaşağı eden sorularıyla eleştirisini dile getirir.
Sanatta değerler nasıl oluşmuştur, kanıksanmış olguların temelleri nelerdir, sanatçı kimdir, nasıl olunur? Dahi sanatçı imgesi nasıl inşa edilmiştir ve kadınlar tüm bunlardan nasıl mahrum bırakılmışlardır?
Nochlin’e göre sanat tarihi, elitist beyaz orta sınıf erkeğin bakış açısına göre oluşmuştur. Bu durumu sorgulamadan “doğal” kabul etmek büyük sorunlara neden olur. Kadın ve erkek eşitse “Neden hiç büyük kadın sanatçı çıkmadı?” sorusu tamamen yanıltıcıdır, bu soruyu tarihte unutulmuş kadın sanatçıları bulup hatırlatarak yanıtlamaya çalışmak bir nevi tongaya düşmektir ve aslında sorunun ima ettiği olumsuzluğu örtük olarak pekiştirir. Onun bakışına göre tüm kadın aydınlar, yazarlar ve sanatçıları birbirine bağlayan ortak bir üslupsal kadınlık özü yoktur. Kadın sanatçılar, yazarlar cinsiyetten bağımsız olarak kendi dönem sanatçılarına yakındır. Erkeksilik, kadınsılık üzerinden sanatta bir yere varılamaz. Problemin sanatın tanımının yanlış değerlendirilmesinden kaynaklandığını söyler. Sanatın bireysel duygulanımların, deneyimlerin kişisel bir dışa vurumu olmaktan öte kendi içinde tutarlı bir form dili gerektiren, zaman içinde oluşmuş gösterim sistemlerine dayanan, eğitimle, çıraklıkla ya da uzun süren bireysel deneyimlerle öğrenilmiş bir şey olduğunun altını çizer. Geçmişte hiç büyük kadın sanatçı çıkmadığı gibi neden hiç büyük Litvanyalı caz piyanisti ya da Eskimo tenis oyuncusu çıkmamıştır sorusuyla problemin özünü ortaya koyar, şöyle devam eder:
“Sorun bizim burcumuz, hormonlarımız, adet döngümüzde veya boş, ev içi mekanlardaki varlığımızda değil, bize sunulan kurumlarda ve eğitimdedir -burada eğitim sözcüğünü anlamlı simgeler, göstergeler ve işaretlerle çevrili dünyamıza adım attığımız andan itibaren yaşadığımız her şeyi kapsayan bir anlamda kullanıyorum.”
Kadın sorunu denen şeyin aslında tersine çevrilerek bakıldığında egemen eril iktidar sorunu olduğunu ve bu sorunun çözümünün onların bakış açılarıyla değil, kadınların kendi durumlarıyla yüzleştikleri, mevcut yapıyı sorguladıkları radikal bir tavır ve program değişikliği ile mümkün olduğunu söyler. Ayrıcalıklara sahip olanlar hali hazırdaki konumlarına tutunurlar. Kadınlarsa erkek egemen toplumun değerlerini içselleştirdikleri için farkındalıktan uzaktırlar ki tam da burada ideoloji devreye girmektedir. Nochlin’e göre ideoloji, iktidar sahipleri ve ona tâbi olanlar aynı görüşleri paylaştığında başarılı olur. Sanat tarihi açısından yokluktan çıkmış, kendini var etmiş, keşfedilmiş büyük dahi sanatçı miti yanıltıcıdır. Zekâ doğuştan olağanüstü yeteneklerle donanmış olmaktan öte çocukluktan itibaren çevresel olarak gelişir.
Tarihe bakıldığında tüm büyük sanatçıların örneğin Hollbein, Dürer, Rafaello, Picasso, Giacometti ve daha pek çoklarının sanatçı babaların çocukları oldukları ve özellikle 17 ve 18. yüzyılda sanatın babadan oğula geçen bir meslek olduğu görülür. Nochlin’in verdiği Picasso örneği çok çarpıcıdır. Picasso’nun sanat profesörü babası acaba bir oğlu değil de kızı olsaydı yine aynı hırs ve inançla onun sanatçı olması için çabalar mıydı? Ayrıca 19. yüzyılın sonuna kadar kadın sanatçıların, resim eğitiminin temelinde yer alan nü modellerle çalışmaları tabu sayılıyor ve izin verilmiyordu. Bu nedenle birincil konumdaki “Tarih resmi” yapmak yerine manzara, portre, natürmort gibi yan alanlara yönelmişlerdi.
Kadınlar işlerinde profesyonel sayılmıyor, sanat akademilerine kabul edilmiyor, resmi kurumlardan yok denecek kadar az sipariş alabiliyorlardı. Sanat için gerekli olan sosyalleşme ve seyahat özgürlüğünde de sıkıntı yaşıyorlardı. Kadınların uğraştıkları sanat dalında amatörlük seviyesinde olmaları onlara uygun görülüyor; tek bir konuda derinlemesine bir adanmışlıkla yetkinleşmeleri yerine her şeyi biraz bilen, gündelik yaşamda becerikli, iş gören kişiler olmaları bekleniyordu. Aşk ve evlilik yaşamının fedakârlık yükü de kadınlara düşüyordu. Az sayıda başarılı olmuş kadın sanatçıysa çoğunlukla bir erkek sanatçının yakını, çocuğu gibi konumlardaydılar ve sanata erişimleri bu yolla olabiliyordu.
Ana metinden yola çıkan kitabın diğer bölümlerinde sanatta kadının temsil edilme biçimleri ve güç ilişkileri ele alınır.
Kadınların zayıf edilgen gösterilmesi, erkeklerin ihtiyaçları için cinsel bir obje haline getirilmeleri, doğa ile özdeşleşmiş müşfik hanımefendi kadın imgesi, annelik üzerinden iffetlilik vurgusu, bolca boş zamanı olan kişi gibi gösterilmeleri, erkeğe verilmiş kadın bedeninin doğal sahibi olma yetkisi tüm sanat tarihinden örneklerle anlatılır. Kadınların sanatın öznesi olmaktansa nesnesi oldukları için var oldukları fikrinin inşa edilmesi görülür. Berthe Morisot, Emily Mary Osborn, Rosa Bonheur, Florine Stettheimer, Alice Neel, Sylvia Sleigh gibi kadın ressamların üretimleri üzerinden, eril bakış açısıyla sanat üretimini ters yüz edebilen farklı örneklerle başka türlü bir sanat tarihinin var olabileceğini detaylı bir biçimde anlatır Nochlin. Ona göre kemikleşmiş yapıların, kurumların sorgulanmasıyla, cesaretle ve her kadın sanatçıda var olması gerektiğini vurguladığı isyan duygusuyla, risk alarak, bilinmeyeni keşfetmeye açık olarak, eşitlikçi ve kapsayıcı kurumların oluşmasına katkıda bulunulabilir.
Kaynak:
Kadınlar, Sanat ve İktidar, Linda Nochlin
Çeviri: Süreyyya Evren
Yapı Kredi Yayınları
Bize Ulaşın