Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Zuhal Ateş tarafından hazırlanmıştır.
******************
"Bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkek görüntüsünü gerçek boyutlarının iki katında gösterebilen büyülü ve enfes bir güce sahip birer ayna görevini yerine getirmişlerdir. Bu güç, olmasaydı dünya hâlâ bataklıktan ve sık ormanlardan ibaret olurdu. Savaşlarımızın parlak zaferleri bilinmezdi... Çar ve Kayzer hiç bir zaman taç giyemez ya da taçlarını yitiremezlerdi. Uygar toplumlarda kullanımları nasıl olursa olsun aynalar, tüm şiddete dayalı ve kahramanca eylemler için gereklidir. Napoléon da Mussolini her ikisi de, bu nedenle kadınların zayıflığı üzerinde önemle dururlar, çünkü kadınlar daha aşağı düzeyde olmasalardı büyüteç işlevini yerine getiremezlerdi. Bu durum, kadınların, erkekler açısından gerekliliğini kısmen açıklamaya yarar… Çünkü kadın gerçeği söylemeye başlarsa erkeğin aynadaki görüntüsü küçülmeye başlar; yaşam karşısındaki uyumluluğu yok olur."
Bu satırlar Virginia Woolf‘un Kendine Ait Bir Oda kitabını okumuş olan çoğu insan için, kitabın en etkileyici ve iz bırakan satırları.
Kendine Ait Bir Oda, Ekim 1928’de Cambridge Üniversitesi‘ne bağlı ve kurucuları kadınlar olan kolejlerde (Newnham Koleji ve Girton Koleji) verdiği iki konferansa dayanan bir makaledir; 1929 yılında kitaplaştırılmıştır.
Virginia Woolf’tan kadınlar ve kurmaca üzerine konuşması istenmiştir; bu konuşma üzerine düşünür ve hazırlanırken, kadın ve kurmaca yazın üzerine çözümsüz sorularla karşılaşır. Yazı yazmak isteyen bir kadının parası ve kendine ait bir odası olması gerektiği görüşüne nasıl vardığını makale boyunca anlatmaya çalışır.
Bu konuşmayı hazırladığı sırada, İngiltere’de ataerkil bir düzen devam etmekte, önde gelen üniversitelerinde kadınlarla erkekler çok farklı koşullarda öğrenim görmekteydiler. Aynı üniversite çatısı altında, kadınlar sadece onları kabul eden ve eğitim düzeyinin çok daha düşük olduğu kolejlere girebiliyor; kütüphaneleri kullanmak için bir refakatçi veya tavsiye mektubuna ihtiyaç duyuyor; özgürce kütüphanelere giremiyor; hatta erkeklere ayrılmış alanlarda dolaşamıyorlardı. Küçük yaşta kendi kararları dışında evlendirilen kız çocuklarından çok sayıda çocuk yapması beklenmekteydi. Kadının özel alanı ile erkeğin “dünya” görevini yerine getirdiği kamusal alanı birbirlerinden keskin çizgilerle ayrılmıştı. Dönemin özdeyişi bu durumu en açık şekilde yansıtmaktadır: “Devlet erkeğin, aile kadının”. Kadınlar korunan cins olarak, eylem ve etkinlikten, eğitimden yoksun, sahip oldukları yetenekleri, kendileri ve ruhları yok olup gitmekteydi. Woolf’a göre ise ‘…ilkbaharın yeni açmış çiçeklerini kemiren, ağacı can noktasından yok eden hastalık gibiydi’.
Viktorya Döneminde Virginia
Virginia Woolf, üst orta sınıf bir aileden gelmekteydi ve küçüklüğünden beri kendisine ait bir odası olmuştu. Babası Leslie Stephen, entelektüel bir adamdı ve yayıncılıkla uğraşıyordu. Viktorya çağının gereği kızlar okula gönderilmediği için Woolf kendisini babasının kütüphanesinde ve özel derslerle geliştirmeye çalışmıştı. Bu koşullar onu özgür kılmıştı, özgürleşmenin kadınlar için ekonomik bağımsızlıktan geçtiğini biliyordu.
Kitap ölümünden yıllar sonra etkisini gösterecek olan feminist, liberal, sosyalistler için bir noktaya kadar temel oluşturmuştur. Woolf’un feminist anlayışı; erkek karşıtlığına değil, kadın erkek eşitliğine dayalı bir temel hak savunmasıdır.
’Kadınlar erkekler gibi yazıp, erkekler gibi yaşar ya da erkeklere benzerlerse, çok yazık olur, çünkü dünyanın büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, iki cins bile yetersiz kalırken, yalnızca bir tanesi ile nasıl idare ederiz? Eğitim, benzerlikler yerine ayrılıkları ortaya çıkarıp güçlendirmemeli midir? Zaten benzerliklerimiz gereğinden fazla …’
Yüzyıllar Geçerken Yazın ve Kadın
Makale için kütüphanede çalışan Woolf, 15. yüzyıldan 18. yüzyılın sonuna kadar kadınların yazın hayatında ve dolayısı ile kütüphane raflarında olmadığını tespit eder.
‘Onaltıncı yüzyılda üstün bir yetenekle doğan herhangi bir kadın hiç kuşkusuz çıldırır, kendine vurur ya da yaşamına köyün dışında bir kulübede, korkulan ve alaya alınan bir yarı cadı, yarı büyücü olarak geçirirdi. Çünkü üstün yeteneğini şiire dökmeyi denemiş bir kızın başkalarınca önüne çıkarılmış engellerin ve zorlukların altında ne kadar ezildiğini, öte taraftan kendi çelişik güdülerinin etkisinde bir o yana bir bu yana çekilip acı duyduğunu, bu yüzden beden ve akıl sağlığını bir ölçüde yitirdiğini bilmek için ruhbiliminden bir parça anlamak yeterlidir’.
19. yüzyıl için kütüphanede bulduğu kadın yazarlara ait kitaplar çoğunlukla roman türündedir. Çünkü roman yazmak, şiir ve oyun yazmaktan daha kolaydı; hiçbirinin kendine ait bir odası yoktu ve yazma esnasında ortak oturma odasında yüzlerce defa bölünmek zorunda kalıyorlardı. Gördükleri tüm yazınsal eğitim kişilik gözlemciliğinden ve duyguların incelenmesine dayanmaktaydı. Bu nedenle kadın yazarlar orta sınıftandı ve roman türünde yazarak yazın hayatına katıldılar.
Woolf bu arada, hem gerçek hem de kurgusal kişiler üzerinden kadınların o dönemdeki konumunu, yazma koşullarını, neler yazabildiklerini aktarır. Gerçek kişiler arasında Charlotte ve Emily Bronte, Jane Austen, George Eliot gibi yazarlar vardır. Kurgusal kişiler içinde en çarpıcısı, Woolf’un Judith adını verdiği Shakespeare’in yetenekli bir kız kardeşi olsaydı neler olurdu? üzerine yazdıklarıdır. Metafor Judith, erkek kardeşi Shakespeare gibi bir yeteneğe ve çok iyi bir imgeleme sahip olsaydı; önce aile içinde teşvik görmeyecek ve istemediği birisiyle evlendirilmek istenince hayallerini gerçekleştirmek istiyorsa evden kaçmak zorunda kalacaktı. Woolf, Judith için daha sonra kurgusunda, kızın sonunda intihar etmek zorunda kalacağı koşullara itilmesini ataerkil düzenin kadınlara erkeklerle eşit koşulları tanımamasının sonucu olarak görür.
Yüzyıllar Sürdü, Sürecek ama Değişim Kaçınılmaz
Woolf 15. yüzyıldan başlayarak kadın ve kurmaca yazın konusunu araştırır ve konferansı için hazırlanır. Makalede, yüzyıllar içinde kadınların, kurmaca yazın içinde yoktan var oluşunu ve yüzyıllar geçtikçe kadınların, güçlenerek değişecek ve korunan cins oldukları dönemde kendilerine atfedilen tüm özellikleri yok edecek olmalarına inanır.
Günümüze geldiğimizde, kadınların hak ve yaşam mücadeleleri dünyanın her tarafında aralıksız devam ediyor. Kadınların değiştirip, güzelleştirdiği onca şeyle beraber; kadınları yaşamdan koparmak, özel alana hapsetmek isteyen patriarkal zihniyetin ezmeye çalıştığı kadınlar ‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ çığlıklarıyla bugün sokaklarda hak ve eşitlik mücadeleleri yükseltmekte, çoğaltmakta ve sonuç almaktadırlar.
‘Mümkün olsaydı kadınların katılımıyla edebiyat tarihini bile değiştirecek bir kudrete sahip olan odalar, bugün mevcut haliyle içerde ve dışarda nasıl bir gücü imliyor? Bugünün odalarının sahiplerini aramak, anlamaya çalışmak, bizi var olan sistemi ve buna karşı geliştirilen mücadele alanını tanımlamaya götürecektir.’ diyor Burcu Göknar ve bizi İFSAK üyeleri için düzenlenen, 21 Kasım’da başlayacak Kime Ait Bu Oda? atölyesinde bekliyor.
(Atölye ile ilgili daha detaylı bilgi için tıklayın)
Kitap Künyesi:
Alfa Yayınları, Mayıs 1987, 2.Baskı
Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf
Çeviri: Suğra Öncü
Bize Ulaşın