Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Zuhal Ateş tarafından hazırlanmıştır.
********************************
Kendine Ait Bir Oda ve Mrs.Dalloway ile ülkemizde tanınan Virginia Woolf, 1882’de ona iyi bir eğitim alma olanağı tanıyan ve zamanının en önemli düşünürlerinden bazılarıyla iletişim kurmasına olanak tanıyan bir ailede dünyaya geldi. Woolf genç yaşta yazmaya başladı ve önde gelen yazar ve düşünürlerden oluşan Bloomsbury Group’un bir üyesi oldu. 1912’de evlendi. 1915 yılında yazın yolculuğuna, Dışa Yolculuk adlı romanıyla başladı. Woolf, romanların yanı sıra çok sayıda kısa öykü ve fantastik eser yayınlamaya devam etti. 1928 yılında ilk kez yayınlanan Orlando ile yazarlığına bambaşka bir boyut kazandırdı. Yazıldığı dönemde oldukça yadırganan, fantastik ve deneysel bir biyografi olarak değerlendirilen kitap, cinsiyet, cinsel kimlik, kadın tarihi, feminist yaklaşımlarıyla dönemin kültürel standartlarının çok uzağında bir metin oldu. Bu sebeple 20. yüzyılın son çeyreğine kadar yadırganmış ve yeterince ilgi görmemiştir. 20. yüzyıl son çeyrekte marjinal düşünce akımlarının da etkisiyle Orlando yeniden keşfedilmiştir.
Woolf, yenilikçi sanatına ek olarak, depresyonla mücadelesi ve zamanının en önemli entelektüellerinden bazılarıyla olan ilişkileriyle de tanınıyordu. Birçok eleştirmen, Woolf‘un çalışmalarını kendi yaşam deneyimi üzerinden anlamaya çalıştı.
19. yüzyıl sona erip 20. yüzyıl başlarken, gerçekliğe ve onun nasıl algılandığına dair en geleneksel inançlardan bazıları hem bilim hem de felsefe tarafından sorgulandı. Örneğin Darwinizm ve Freudculuk gibi teoriler, insanları gerçekliği nasıl hayal ettiklerini yeniden incelemeye zorladı. Bu değişiklikler, daha hızlı bir yaşam tarzı ve Birinci Dünya Savaşı’na tanık olma deneyimi ile birleştiğinde, birçok entelektüel ve sanatçının geleneksel kavramları terk etmesi anlamına geliyordu. İçinde yaşadıkları dünyanın karmaşık gerçekliğini yansıtan sanat yaratmanın gerekli olduğuna inanıyorlardı. Bu, yenilikçi ve genellikle soyut sanat kullanımıyla tanımlanan modernizm olarak bilinen hareketle sonuçlandı.
Tüm modernist yazarlar arasında Woolf, modernizmin ideallerini ve değerlerini ortaya koyan anlatım üretmede en başarılı olanlardan biriydi. Woolf, çeşitli karakterlerin zihinlerine girip çıkmayı ve karmaşık, genellikle bilinçaltı düşünceleri mantıklı bir sırayla değil, gerçekte oldukları gibi tasvir etmeyi içeren yenilikçi bilinç akışı anlatımı kullanımıyla ünlüdür. Bu yazım tarzı, Woolf‘un gerçekliği akıcı bir şekilde parçalanmış olarak tasvir etmesine izin verdi ve kendisinden sonra gelen birçok yazarı bu yönüyle etkiledi.
Erkek Çocuk Olarak Başlayan ve Kadın Olarak Tamamlanan Yazarlık Tutkusu
Kitap, 1600’lerde başlar ve şair olmak isteyen genç bir adam olan Orlando‘nun deneyimlerini takip eder. Orlando dört yüz yıla yakın yaşamasına rağmen roman boyunca sadece 36 yaşındadır. Orlando asırlar boyunca hayatta kalır, bu fantastik biyografi sadece bir bireyin hayatını anlatmaz. İngiliz İmparatorluğu’nun ve toplumun geçirdiği değişimleri ve dönüşümleri bütün bunların uzun bir zaman sürecinde bireyi nasıl etkilendiğini gösterir.
Şair ruhlu Orlando, serüven dolu yaşantısına Kraliçe I. Elizabeth’in gözdesi ve haznedarı olarak başlar. Arayışlar içinde geçen inişli çıkışlı dört yüz yıllık yaşamının orta yerinde büyük bir dönüşüme uğrar. İstanbul’da II. Charles’ın elçisi olarak bulunduğu sırada mucizevi bir biçimde kadın olur. Bir süre Bursa dolaylarında Çingeneler arasında doğayla iç içe yaşar. Yeni kimliğiyle İngiltere’ye döndüğünde 18. yy edebiyat çevrelerinin ünlü nüktedanları arasında can sıkıntısından patlar, 19. yy’ın kadınlara biçtiği rolün içinde boğulacak gibi olur. Ancak aykırı, enerjik, sorgulayan kişiliğinin yardımıyla tüm toplumsal değişimlerin ve kendi yaşamındaki büyük dönüşümün üstesinden gelmeyi başarır. Romanın sona erdiği 1928 yılında boyun eğmez çağdaşlığıyla dimdik ayakta duran bir kadındır.
Woolf‘un Fantastik Kurgusunda Feminist Bakış Açısı
Çeviriyi yapan İlknur Özdemir, Orlando için şöyle yazar;
Yaşamımız boyunca yanıtlamaya çalıştığımız önemli bir soruyla meşguldür Orlando: Ben kimim ve hayatımı nasıl yaşamak istiyorum? Erkek olmanın ve kadın olmanın ne anlama geldiğini kahramanı üzerinden inceleyen Woolf, bu bağlamda iktidar ve kimlik sorunun da ele alıyor. Feminist söyleminin savunuculuğunu yapmaktan da geri kalmıyor, ‘Bir erkeği düşündüğü sürece, bir kadının düşünmesine kimse itiraz etmez’ diyor kitabın bir yerinde, istihzayla.
Woolf romanında, Orlando’nun akışkan kimliği, toplumun kadın ve erkeğe dönük değer yargıları, giysilerin kimlik üzerinde oluşturduğu etkileri çevirmenin söylediği gibi istihzayla aktarır.
Görünüşe bakılırsa Orlando farklı rolleri oynamakta hiç zorlanmamış, çünkü cinsiyetini, sadece tek tip giyinen kişilerin aklının alacağından daha sık değiştirmiş; bu yolla iki kat karlı çıktığında da kuşku yok; hayattan aldığı zevkler artmış, deneyimleri çoğalmıştı. Pantolonların namusu yerine iç eteklerinin baştan çıkarıcılığını seçerek her iki cinsin sevgisinin tadını eşit ölçüde çıkarmıştı. (Sayfa 174) Her erkeğin önceden bir başbakan olduğu söyleniyor, her kadının da eskiden bir kralın metresi olduğu fısıldanıyordu. (Sayfa 157) ... giysilerin bizi sıcak tutmak dışında daha önemli görevleri olduğu söylenir. Bizim dünya görüşümüzü de dünyanın bize bakışını da değiştirirler. Örneğin, Kaptan Bartolus Orlando’nun etekliğini gördüğünde hemen ona bir tente açtırttı, bir dilim et daha alması için ısrar etti, kendisiyle birlikte şalupaya binip kıyıya çıkmaya davet etti. Eğer etekleri uçuşmak yerine pantolon gibi bacaklarına yapışsaydı bu iltifatlar kesinlikle yapılmazdı. (Sayfa 148) Cinsler farklı olsalar da birbirine geçişlidirler. Her insan ruhunda bir cinsten öbürüne gidip gelir ve çoğunlukla sadece giysiler kadına ya da erkeğe benzetir kişiyi, oysa yüzeyin altında ki cinsiyet üstündekinin tam tersidir. Herkes bu şekilde ortaya çıkan zorluklarla karşılaşmış, akıl karışıklıkları yaşamıştır ... (Sayfa 149)
Orlando’da Vita’nın izleri
Orlando’nun erkekten kadına dönüşmesi, Kral II. Charles onu İstanbul’a büyükelçi olarak gönderdiği zamana denk gelir. İstanbul’u neden seçtiği, Woolf’un, İstanbul’a iki kez ziyareti sırasında bu şehirden etkilendiğini düşündürse de Vita Sackville-West’in 1912-14 yıllarında diplomat olan kocası ile İstanbul’da bulunmuş olması ve Vita’nın burada hamile kalması bu değişimin Orlando’da erkek/kadın değişikliği ile yansıtılmış olabileceği düşünülebilir.
Miras yoluyla kendisine geçen evinin mülkiyeti, kadın olması nedeniyle Orlando’nun elinden alınır; çünkü kadınlar mirastan pay almamaktadırlar. Orlando romanda uzun süren davalar sonucu miras hakkına kavuşur. Bu olay Vita’nın eşi öldükten sonra eşinden miras kalan evine amcasının sahip olması ile örtüşmektedir. Hatta Vita romanın bu kısmını tekrar tekrar okur ve romandaki olumlu sonuçla kendini teselli etmeye çalışır.
Orlando‘nun hiçbir analizi, onun yazar arkadaşı Victoria (Vita) Sackville-West ile olan karmaşık ilişkisini anlamadan tamamlanmış veya kesin sayılmaz. Tanınan bir biseksüel olan Woolf ve Sackville-West, yakın arkadaşlar ve sevgiliydiler. İlk olarak Aralık 1922’de bir akşam yemeğinde bir araya geldiler. Aslında, bu ilişki Woolf’un en büyük tutkusu ve yazılarının, özellikle Orlando‘nun ilham kaynağı oldu, bu aynı dönemde yaratıcı bir zirveye ulaştı. Orlando, Sackville-West’e adanmıştır.
Louise DeSalvo – Mitchell Leaska‘nın derlediği Virginia Woolf Vita Sackville-West Mektuplaşmaları olarak yayınlanan kitapta karşılıklı 175 mektup yer almakta ve Vita’nın üzerinde Orlando’nun yarattığı etki bu mektuplarda görülebilmektedir.
Bize Ulaşın