“Bu fotoğraf benim ilk bilinçli görselleştirmemi temsil ediyor; kırmızı filtreyle yapılmış son görüntüyü zihnimde makul bir bütünlükle gördüm… konunun gerçekte nasıl göründüğünü değil, bana nasıl hissettirdiğini yakaladım ve ilk bilinçli görselleştirmeye ulaştım.’’
Bu sözleri Ansel Adams Yosemite’de çektiği ‘Half Dome’ isimli kayaların fotoğrafı için söyledi ve her şey böyle başladı. Fotoğrafta fotoğrafçının son görüntüyü nasıl kurgulayacağı ve zihinsel sürecini nasıl aktaracağı konuşulmaya başlandı. Ansel Adams fotoğraf filminin kırmızı ışığa daha az duyarlı olduğundan yola çıkarak gökyüzünü koyu siyah bir alana dönüştürmek istedi. Uzun pozlama ve kırmızı filtreyi beraber kullandı. Böylece parlak gökyüzü karanlık olacak ve kayaların karla kaplanmış yüzü ile iyi bir kontrast oluşturacaktı. Hatta kayalıktaki küçük ayrıntılar daha net ve vurgulamak istediği öğeler öne çıkmış olacaktı. Adams tüm çalışmalarını topladığı ve üç cilt halinde yazdığı ‘The Camera,’ ‘The Negative’ ve ‘The Print’ isimli kitaplarında şöyle yazar: ‘’Görselleştirme yalnızca en iyi filtreyi seçmek değildir. Tam olarak başarılabilmesi için fotoğrafın hem zanaatının ve tekniğinin hem de estetiğinin iyi anlaşılması gerekir. Bir fotoğrafın görselleştirilmesi anlam, şekil, form ve doku için sezgisel olarak araştırmayı ve görüntü formatının nesneye yansıtılmasını içerir. Görüntü zihinde oluşur. Zihin aynı zamanda negatifin görüntüsünün pozlanmasının ve gelişiminin belirlenmesinde yer alan fiziksel süreçleri hesaplar ve son baskının niteliklerini tahmin eder. Yaratıcı sanatçı sürekli olarak dışarıdaki dünyaları dolaşır ve içeride yeni dünyalar yaratır.’’
Görüntü veya imge bir şeyin görsel temsilidir ve sanatsal süreçlerde kullanılan bir terimdir. Görüntü, algılama, işleme ve yeniden üretme gibi süreçlerle ilişkilidir. Görüntüyü sabit görüntü ve zihinsel görüntü olarak sınıflandıran kuramlara göre sabit bir görüntü, fotoğraf veya başka bir dijital işlemle maddi bir nesne üzerine kaydedilmiş görüntüdür. Sanatçı, bilgi ve algılarına dayanarak görüntüyü seçer ve kadraj veya çerçeve içine yerleştirir. Kadraj ve çerçeve, görüntünün sınırlarını belirler. Görüntüyü seçerken sanatçının kullanacağı kadraj ve çerçeve sanatçının estetik seçimleri ve görme biçimine göre ifade bulur.
Zihinsel görüntü ise, bir kişinin zihninde, hatırladığı veya hayal ettiği bir şey olarak oluşturduğu görüntüdür. Zihinsel görüntünün anlaşılabilir olması için öznenin söz konusu zihinsel görüntüyü sözlü, yazılı veya görsel üretim yöntemleriyle görünür ve anlaşılır kılması gerekir. Sanatçının görüntüyü kurgulaması, karmaşık bir zihinsel süreçtir ve birçok faktörü içerir. Bu süreç, bilinç ve bilinçdışı düzeylerde gerçekleşir. Sanatçı, bilinçli olarak bir görüntü oluştururken, estetik tercihlerini, kompozisyonu ve anlatımı düşünür. Bu aşamada sanatçı, bilinçli olarak seçimler yapar ve görüntüyü istediği şekilde düzenler. Renk, ışık, kompozisyon ve semboller gibi yapısal öğeler bilinçli düzeyde yerleştirilir. Bilinçdışı zihin ise, Freud’a göre, sanatçının yaratıcı sürecinde önemli bir rol oynar. Eros (yaşam içgüdüsü) ve Thanatos (ölüm içgüdüsü) gibi içgüdüler, rüyalar, semboller ve arketipler sanatçının yaratıcılığını şekillendirir. Sanatçının bilinçdışındaki düşünceleri ve duyguları yaratıcı süreci etkiler ve eserine yansır.
Kameralar görüntüleri kaydeden ve en yaygın kullanılan cihazlardır. Kamera, önündeki nesnenin görüntü kaydını yapar. Konuyu merceğin optik özelliklerine göre kaydeder. Sonraki süreçte, negatifin veya dijital kaydın ve akabinde baskının kimyasal ve fiziksel özelliklerine göre görüntü ortaya çıkar. Bu kaydın ve baskının kontrolü, fotoğrafçının seçiminde ve onun emrindeki fotoğraf süreçlerini anlamasında yatmaktadır. Fotoğrafçı, son baskıda sunulduğu şekliyle konuya dair kendi anlayışını görselleştirir. Görselleştirmesinin ifadesini ise teknik ve malzeme bilgisinin yanı sıra estetik ve entelektüel altyapısıyla elde eder. 1900’lü yılların ilk yarısında, özellikle fotoğrafın bir sanat olarak kabul edilmesi için çabalayan fotoğrafçılarda ön görselleştirme bir tarz halinde görülür. Ansel Adams’dan sonra Alfred Stieglitz objektifin ardında bir ressam hassasiyetiyle fotoğraflarını görselleştirmiştir. Stieglitz’in lensinden bakıldığında, günlük yaşam ve hayatın keşmekeşi birer sanat eseridir. Kameranın ardındaki bu sanatçı, sıradanlığı olağanüstüye dönüştürerek Amerikan fotoğrafçılığını yeni ufuklara taşır. Aynı şekilde Eugene Atget, Edward Curtis, Gordon Parks ve daha birçok isim benzer kelimelerle fotoğrafı önce zihinlerinde gördüklerini, negatifi oluşturup baskı aşamasında son halini verdiklerini dile getirmişlerdir.
Görselleştirme, 1967 yılında, fotomontaj alanındaki yenilikçi çalışmalarıyla bilinen fotoğrafçı Jerry Uelsmann ile başka bir boyuta taşınır. Uelsmann, fotoğraf sürecinin herhangi bir noktasında son görüntüyü yeniden görselleştirerek gerçeküstü görüntüler oluşturur. Sanatçıya göre önemli olan belirli bir güzellik kavramına, gerçekçiliğe veya nihai bir imaja ulaşmak için kullanılan sürece bağlı kalmak değil, yaratıcı süreçtir. Uelsmann’ın yaratıcı süreci, fotoğraf çekildikten sonra karanlık odada yapılan manipülasyonlarla gerçekleşir. Bu yöntem, farklı negatifleri bir araya getirerek hayal gücünün sınırlarını zorlar. Uelsmann, post-görselleştirme (sonradan görselleştirme) yaklaşımıyla fotoğrafın sınırlarını genişletir. Sanatçı gerçeküstücülük akımının temelini oluşturan bilinçdışı görüntülerden beslenir. Fotoğrafları, gerçekle hayali bir dünya arasında bağ kurar ve izleyiciye derin bir düşünsel deneyim sunar. Bu bakış açısı ve tekniği ile post-görselleştirme tekniğinin öncülüğünü yapar ve fotoğrafçıları, fotoğraf sürecinin herhangi bir noktasında son görüntüyü yeniden görselleştirmeye teşvik eder.
Görselleştirme dijital çağda kamera ötesi tekniklerle güncel sanatta yerini ve önemini korumaya devam etmektedir. Çalışmalarını Berlin merkezli olarak yürüten Boris Eldagsen fotoğraf ve video çalışmalarında yapay zekayı kullanarak görseller üretmektedir. Bilinçaltı zihnini araştıran ve gerçekte yaşanmamış olayların yanılsamaları ile sahte anılar üreten zihnin hafıza inşası üzerine çalışır. Eldagsen, çalışmalarında yapay zeka (AI) görüntü üreticilerini kullanır. İki dünya savaşı sonrası ve 1940’ların görsel dilini kullanarak, hiçbir zaman var olmamış bir geçmişin sahte anılarını yaratır. Bu görüntüleri hayal eder ve dil aracılığı ile oluşturur. AI görüntü jeneratörleri aracılığıyla elde edilen görüntü defalarca kez yeniden düzenlenir. Bu süreç, “inpainting”, “outpainting” ve “prompt whispering” tekniklerini içerir. Eldagsen, fotoğrafın gerçekliği yeniden üretmedeki rolünü düşünerek, gelecekte AI’nın fotoğrafçılığın yerini alacağını ifade eder.
Yaratıcı süreçte eninde sonunda nihai bir imaj tasavvur etmek ve bu nihai sonuca ulaşmak için bilgi, beceri ve teknolojiyi devreye sokmak gerektiği günümüzün sanat dünyasının multidisipliner yapısının gerekliliklerinden biridir. Dijital çağ ile başlayan, programlarla fotoğrafa sonsuz müdahale seçeneği sunan uygulamalar ile yapay zekanın yönettiği görsel imaj jeneratörleri kitlelerin merakla kullandığı post-görselleştirme uygulamalarıdır. Dijital fotoğrafçının kelimenin tam anlamıyla düşünmeden sonsuz çeşitlilik yaratmasına olanak tanıyan çok sayıda tek tuşlu araç mevcuttur. Teknolojinin gelişimi şüphesiz devam edecektir. Eninde sonunda toplumlar ve kültür de bu süreçle uyumlanmak zorunda kalacaktır. Ancak kullanılan teknik, yaratıcı süreç veya atfedilen estetik ne olursa olsun, izleyicinin dikkatini çeken fotoğrafı yaratan şey her zaman fotoğrafçının gözü, duygusu, planlaması ve vizyonu olacaktır. Fotoğrafçının görüntüyü nasıl görselleştirdiği ve izleyiciye nasıl sunduğu konusu sihirli yapısını korumaya devam edecektir.
Görüntüler zamanın bir kaydı, kişinin dünyadaki deneyiminin ve varlığının görsel bir kanıtı, kültüre ve ilgili olaylara bir bakış ve gelecekteki insanların göreceği, yorumlayacağı ve onlardan bir şeyler öğreneceği nesillerin hikayesidir. Sigmund Freud’un çok paylaşılan bir sözü vardır, der ki; ‘’Kelimelerin sihirli bir gücü vardır. Ya en büyük mutluluğu ya da en derin çaresizliği getirebilirler. Kelimeler en güçlü duyguları uyandırabilir, kişileri eyleme geçirebilir.’’ Görsel okur-yazarlığın çığır açtığı son yıllarda aynı cümlede ‘kelimeler’ yerine ‘görüntüler’ yazmakta bir beis görmüyorum.
Burcu Aydın :
1980 Ankara doğumlu. Fotoğrafçı, mühendis, okur-yazar vesaire… seyahatler ile fotoğrafı, fotoğraf ile kendini, kendi içinde yaşamı keşfetti.
2004-2017 yılları arasında Kuala Lumpur-Malezya, Washington DC-Amerika ve Houston-Texas ve Hartum-Sudan’da ikamet etti. Bu süre zarfında Avustralya ve Yeni Zelanda dahil olmak üzere Asya, Amerika ve Afrika kıtasında birçok ülkeyi ziyaret etti, fotoğraf çekti, yazı ve seyahat fotoğrafları farklı mecralarda yayınlandı. Yurtdışında farklı üniversiteler ve sanat kuruluşlarından eğitim aldı. Sivil Toplum Örgütleri ve derneklerde görev yaptı. Sudan’da Griselda Eltayyip’ten sanat ve suluboya dersleri aldı. Texas Houston Üniversitesi ve Hartum Afrika Üniversitesinde fotoğraf kulüpleri ile çalışmalar yaptı. Karma sergilere katıldı. 2018 yılında Ankara AFSAD’da eğitim ve çalışmalarına başladı. Afsad bünyesinde Engin Özendes-Fotoğraf Sanatında Küratörlük eğitimini tamamladı. AFSAD üyesi ve eğitmeni, Kontrast dergisi yayın kurulu üyesidir. Fotokolektif’te İsa Özdemir’le proje geliştirme grubu ile çalışmaları devam etmekte ve Fotokolektif danışma kurulunda görev yapmaktadır. Aralık Mag., Holkolektif gibi bağımsız sanat inisiyatifleri ile ortak çalışmalar gerçekleştirmektedir. Sanat ve fotoğraf çalışmalarına Ankara’da devam etmektedir.
Resmi ve gayri resmi gelişmelere rağmen göğün altında hala güzel şeyler olduğuna inanıyor. Görünür olan her an hayatın en ilginç, en ince noktası.
instagram.com/burcu__aydin__
Çok güzel bir yazı, teşekkürler