Her fotoğrafçı, fotoğraf sanatının kendisine sağladığı geniş olanaklardan ancak kendi yaratıcılığı ölçüsünde yararlanabilir. Yaratım sürecinde olmazsa olmaz denebilecek derecede önemli tek ve anlamlı şey ise, sanat insanının “özgür irade”sidir. Ne var ki sanat insanı da, özgür iradesinin alanını daraltma eğilimindeki bazı değerlere bağlılık göstererek, endişeye kapılarak, kuşku duyarak, vs. yaratıcı gücünü sınırlamak durumunda kalmıyorsa bu olanağı elde edebilir ancak.
Özgür düşünebildiğinde, iradesine müdahaleyi kabul etmediğinde yaratıcı gücünün sınırlarını sonuna kadar zorlayabilir ancak fotoğrafçı da. Eserlerinde yer vereceği renklere, tonlara, çizgilere, desenlere, lekelere, ölçülere, nesnelere, biçime, ışığa, … kimsenin müdahale etme hakkı bulunmadığı gibi, seçeceği konulara da söz söyleme hakkı olmamalıdır.
“…bir sanat eserinin değerlendirilmesi söz konusu olduğunda; “peki ama sanatçı… neden başka bir konu seçmemiş ?” sorusu, belki de sormak hakkına kesinlikle sahip olmadığımız tek sorudur… konunun iyisi-kötüsü, …ahlaklısı-ahlaksızı, iticisi ve çekicisi, güzeli ya da çirkini yoktur. Sanatçı… istediği konuyu seçmekte mutlak anlamda özgürdür.” (1)
Özgürlük alanları
Diğer yandan; kendi özgürlüklerine başkalarınca gösterilmesini beklediği özen kadar ve hatta daha fazlasını o da başkalarının özgürlük alanları için göstermek eğiliminde olacaktır muhakkak. Özellikle de sanat yaratımında avant-garde noktada olduğu varsayılabilecek bir kişiliğin hassasiyetlerinin ortalamaya oranla yüksek seviyede seyredeceği düşünüldüğünde, bir bireyin yahut sosyal grubun özgürlük alanlarına zarar vermek şurada dursun, kaba bir bakışın kolayca göremeyeceği kadar derine gömülü, üstü kapalı göndermeleriyle, onların özgürlük alanlarının da korunabilmesi uğruna kimi zaman kendisini yakıp mahvedebilir.
Mahvoluş, muhakkak surette eserleriyle oluşturduğu kimlik, kendine özgü duruşu ve sözleri nedeniyle sanat insanının dışarıdan maruz kalabileceği bir saldırıdan ötürü de olmayabilir. Bir sanat insanı, kendi benliğinde sürekli yüksek harlı bir tutuşma hali yaşatan duyarlılıklarının coşkusu, eziyeti, gerilimi ve bunalımıyla mahvolur çoğunlukla. Bu bunalımlardır, onları akıl almaz dahiyane eserler oluşturmaya iten, hayatlarının çekilmez hale gelmesine yol açıp mahveden. Böyle bir haldir sanat insanının zihninin çarklarını ergime noktasına taşıyan, uykularından edip yorgun düşüren, karamsar ve dalgın kılan, heyecanlarını ve enerjisini tüketen. Onu sıranın dışına itip uzaklaştıran veya yakınlaştıran, yalnız kalmanın buhranıyla örtüp agresifleştiren yahut sakinleştirip mülayim kılan, sessizleştiren veya bağırtan, bitap düşüren ya da enerjik kılan, … her ne varsa yaşanması mümkün görünen; yaşamasını sağlayan veya yaşamasına izin vermeyen, bulanıklaştıran ya da berraklaştıran, … hemen tümüdür burada sözünü etmeye çalıştığımız.
Kavrayış ve sezgi gücünün yolu
Bedensel ve ruhsal zorlu girdaplara düşen çok örnek bulunmasına karşın, sağlıklı bir yaşamı da olabilir sanatçının. Mahvoluştaki asıl kastımız; “farketme”nin, “sezme”nin ve “kavrama”nın yaratacağı ağırlıktan, ruhun ve yüreğin derinliklerinde yaşanacak paramparça oluşlar, kırılıp dökülmelerdir.
Bu anlamdaki bir kavrayış ve sezgi gücünün yolu “bilgi”den geçecektir hiç şüphesiz. Günlük yaşamda tanık olunanlar, duyulan ve hissedilenlerle elde edilen deneyimlerin üzerine, okuyarak ve araştırarak öğrenmek suretiyle elde edilen bilgiler eklendiğinde ancak, ortalama bir insanın ne yaparsa yapsın duvarlarına çarpacağı dolaylı devinim ve olgular konusunda ciddiye alınabilir bir “farkında oluş” merhalesine varılabilecektir.
Amatör ya da profesyonel fotoğrafçının, fotoğraf ustasının veya fotoğraf sanatçısının (nasıl isimlendirilmek isteniyorsa öyle isimlendirilsin); sınırlarını belirleyecek normlar veya değerlerin de kaynağını bilgiden alması beklenir. Diğer bir deyişle, bilgi tabanlı olmayan yargılar ve değerlendirmeler, sadece değerlendirmeyi yapan kişinin yaşamı boyunca donanmış olduğu değerler manzumesinin o kişide oluşturduğu öznel bakışı sunmaktan öte bir şey ifade etmeyecektir.
Göktaşının altında ezilen Papa
“Avusturalya’nın Sidney kentinde 16.sı düzenlenen sanat bienalinde sergilenen İtalyan sanatçı Cattelan’in tavana asılı “at”ı, üzerinde en fazla konuşulan çalışmalardan biri oldu. Doğal nedenlerle ölen atın içi doldurulmuş. Sanatçının eserlerinden biri de “Göktaşının altında ezilen Papa”. (2)
“Tavana asılı (içi doldurulmuş) at”, muhafazakâr değerlerle yetişmiş insanlar ile hayvanseverleri rahatsız edebilir. “Göktaşının altında ezilen papa” kiliseye, papaya bağlı insanları şiddetle huzursuz edebilir. Ancak bu çalışmalar sanat eleştirmenlerinin (yahut bazı sanat eleştirmenlerinin), sanat çabalarının geçmişine dair birikimleri ve günümüzdeki gelişmelere ilişkin engin bilgileri nedeniyle yüksek seviyede beğenisini toplayabilirler.
Aynı bağlamda; sosyo-kültürel bazı ahlakî ögeler, kimi geleneksel değerler, farklı etik kavramlar dolayımında, sanatsal yaratım için bir takım sınırlamalar olması gerektiği akla geldiğinde, yüzyıllar öncesinden günümüze miras kalan yapıtları, modern dönem yapıtlarını ve günümüz post-modern yaklaşımlarını incelemekte yarar var. Bazı soru işaretleriyle karşı karşıya kalınmasına yol açma olasılığı olsa dahi, yeni ve bambaşka bir bakış açısının gerekli olduğu sonucuna götürebileceği ihtimali dikkate alınarak, örneğin; dünya edebiyatının başyapıtlarından sayılan ve başucu kitapları arasında gösterilen Marquise de Sade’in “Sodom’un 120 günü”, “Juliette”, “Justine”,… (3) adlı eserlerine göz atmak isabetli olabilir.
Usa aykırı her düşünceye açık olmak
Cattelan’ın sergisi ve ona benzer (benzemese bile onun gibi radikal görünen) sergi ve gösteriler, böyle bilgiler olmaksızın değerlendirildiğinde ortaya konacak görüşler ile Sade örneğinde olduğu gibi, ekstrem başka örneklere ilişkin bilgilere ulaşılabildiğinde ortaya konacak görüşler, herkes için değişmese de, bazı insanlar için değişebilir.
“Bir film düşünün ki daha ilk karede bir adam (Bunuel) usturasını bileyler, bir sanatçı duyarlılığıyla. Sonra gider bir azize gibi onu bekleyen kadının gözbebeğini kesip çıkartır. Birden perdede kadın giysileri içinde bisiklet kullanan bir adam görürüz. Arkasından avucunda oluşan karınca yuvasına bakan adam, sokak ortasında kopuk bir eli bastonuyla kurcalayan bir kadın, kuyruklu bir piyanoda eşek ölüsü filan… Lakin, Luis Bunuel’in, senaryosunu Salvador Dali’yle birlikte yazıp yönettiği manasızlıklarla dolu (olduğu izlenimi veren) bu ilk filmi, gerçeküstücü sinemanın öncüsü oldu. Gerçi bu filmden sonra Dali ile yolları ayrılacaktı ama Bunuel, bu filmin hemen sonrasında çektiği ‘L’age Dor- Altın Çağ’ ile sinemada altın bir çağa kapıyı aralamıştı.
Gelelim filme. O sıralar sıkı arkadaş olan Bunuel ve Dali’nin biraz da gördükleri acayip rüyalardan esinlenerek gerçekleştirdikleri ‘Endülüs Köpeği’, zamanında büyük yankılar uyandırdı. Bunuel bu ilk filmdeki amacını ‘Son Nefesim’ isimli biyografik kitabında (…) şöyle özetlemiş; “Dali ile senaryoyu çok basit bir kuraldan yola çıkarak bir haftada yazdık. Kural şuydu: Psikolojik, kültürel ve mantıksal hiçbir açıklamaya meydan vermeyecek düşünce ve görüntüleri benimsemek. Usa aykırı her düşünceye açık olmak. Nedenini hiç araştırmadan, sadece ilgimizi uyandıracak ve bizleri şaşırtacak görüntüleri benimsemek gibi… Bunuel ve Dali aslında farkında olmadan sürrealiteyi ilk kez popüler kılmışlardı. Zaten, Bunuel de kitabında, bunu “Dali’yle birlikte senaryo üstüne çalışırken kendiliğinden oluşuveren bir yazı türü kullanıyor, farkında olmadan gerçeküstü anlayışı benimsemiş oluyorduk,” diye özetlemiş. …” (4)
Kural şuydu: Psikolojik, kültürel ve mantıksal hiçbir açıklamaya meydan vermeyecek düşünce ve görüntüleri benimsemek. Usa aykırı her düşünceye açık olmak.
diyor, kendi bakış açıları için Bunuel. İlk bakışta kime ne kadar aykırı görünürse görünsün, bu düşünceyi esas aldıkları için, önemli bir sanat akımını (sürrealizmi) popüler kılmayı başardıklarını unutmamak gerekir.
“… New York’taki Modern Sanatlar Müzesi… Ünlü mimar Wright’ın bu eserinde çok katlı, ama merdivensiz bir yapıyla karışlaşıyoruz. Belki kat sözünü kullanmak da yanlış: Çünkü burada alıştığımız, birbirinden ayrı katlar yoktur. Yukarı doğru hafif eğimli bir rampayla dönerek çıkıyor, bu sırada yandaki resimleri, kenarlara yerleştirilmiş heykelleri seyrediyor, sonunda tepeden bir asansörle çıkış kapısına iniyorsunuz. Bu dizaynıyla Modern Sanatlar Müzesi alışılmamış sadelikte ve güzellikle bir başyapıttır… Yine çağdaş bir görüntünün, uzayın derinliklerini tarayan dev bir radyoteleskopun bir anıta dönüşümünü ise ünlü heykelci Gabo’nun Rotterdam kentine diktiği Kurulmuş Heykel adlı yapıtta buluruz. Bu yapıt yalnızca çelik, cam ve pleksiglas kullanılarak oluşturulmuştur. Gabo teknolojik gelişmeyi insanoğlunun en büyük başarısı sayar ve anıtını bu başarının bir simgesi olarak tanımlar…” (5)
Sanatçının üslubu
Bir sanat insanının ruhunun derinliklerindeki dinamikleri; hayata bakışını, olguları ele alışını, sorgulamalarını, sezdiklerini, tespitlerini, çatışmalarını, açmazlarını, …, eseri aracılığıyla ortaya koyarken nasıl bir dil kullanacağı, hangi teknikleri kullanarak üslubunu oluşturacağı, hangi yöntemlerle sunacağı konusunda sınırı olmayacaktır. Aksi halde, felsefeci-romancı İhsan Oktay Anar’ın “Efrasiyabın Hikayeleri”, “Puslu Kıtalar Atlası”, “Amistat”, “Suskunlar” adlı romanlarında kullandığı özel yazın dili aracılığıyla oluşturduğu kendine has üslup başka nasıl açıklanabilirdi? (6)
“…kentin sokaklarındaki insanların eline bir uluslararası çağdaş sanat kitabı verip onların fotoğraflarını çekmişti; sorunun en doğru biçimde gösterildiği işlerden birisi budur…” (7), diye övgü alan Fatih Balcı’nın ışıltılı çalışmasında olduğu gibi, başka fotoğrafçılar da böyle yaratıcı çalışmalar yapmışlardır, yapmaktadırlar. Ne kadar hoş ki, geleneksel bazı kalıpları aşıp, yaratıcı çalışmaları öncelemekte ısrarlı olan fotoğrafçılar var. Bu sözümüzden ötürü, geleneksel kalıplar içinde yapılan çalışmaları reddettiğimiz düşünülmemelidir. Her tür yaklaşımın ustaca yapılmış iyi örneklerine her zaman çok ihtiyaç olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
Jeff Koons’un rengârenk dev hayvan balonları ve diğer kitsch heykelleri Versailles Sarayı (Fransa)’nda sergilendiğinde, Michael Jackson ve şempanzesinin porselen heykelleri, özellikle XIV. Louis’in heykelinin yanına konunca, hararetli tartışmalar kaçınılmaz oldu. “…Sıradışı objelerle dolu sergi, kimine göre Fransa’nın geleneksel kültür kalesini kaybetmekte olduğunun işareti. Geleneksel sanat anlayışına sahip çıkan küçük bir grup açılışta Koons’u ve sergiyi protesto etti. Gazeteci Anne Brassie’ye göre, Koons’un Veronese ve Bernini’nin başyapıtlarının yanıbaşına konan tavşan ve köpek heykelleri Versailles’a değil, Disneyland’e layık. Bir yazarlar birliğinin başkanı olan ve protesto sırasında kadife kaplı, altın rengi bir taç giyen Arnaud-Aaron Upinsky’ye göreyse sergi, cumhuriyete ve onun sanatına saygısızlık ve hakaret…”(8)
Yapılan çalışmayı ve sergileme biçimini olumsuzlayan büyük tartışmalara yol açacak yöntemlere başvurmaktan başka da, sanatçılar özgün bakışlarını ortaya koyabilmek için akla gelmedik yöntemler denemişlerdir.
Ama sonuçta bütün yöntemlerin buluştuğu yer, bir “görüş bildirme”, “fikir beyan etme”, “kendi özgün yaklaşımını sergileme” düzlemi olacaktır.
Bu nevi ilginç bir çalışma da Andy Warholl tarafından yapılmıştır. “Warholl… ‘Empire’ ve ‘Sleep (uyku)’ isimli iki deneysel uzun film çekti. Bu filmlerden ‘Empire’ 8 saat sürüyordu ve yapımı, Empire State Building’in karşısına konulmuş bir kameranın 8 saat boyunca sabit bir noktada çalıştırılmasıyla gerçekleşmişti. ‘Sleep’in konsepti de buna benziyordu. Uyumakta olan birinin 6 saatlik uykusunu görüntülüyordu.” (9)
Sanat tarihine altın harflerle yazılmak
Bütün eserlere ve her yönteme de olumlu bakılmak zorunlu değildir elbette. Çok sert şekilde eleştiriye maruz kalan sanat insanları ve yapıtlar da vardır. Bir dönem çok olumsuz eleştirilere uğramışken, bir başka dönem yere göğe sığdırılamayanlar da olmuştur. Bir dönem çok beğenilmişken, bir başka dönem beğenilmemek durumu da yaşanabilmektedir. Eserleri nedeniyle ömürlerinin neredeyse yarısını hapishanelerde ve psikiyatri kliniklerinde geçirenlerin (Örneğin; Sade), yüzyıllar sonra Dünya sanat tarihine altın harflerle kaydedilebildikleri görülmemiş şey değildir.
Ortaya koydukları ve adına sanat yapıtı dedikleri şeyi kendileri açıklamaktan yoksun, hem teknik, hem de kuramsal altyapı bağlamında vasatı (ortalamayı) aşamamış insanları ve onların her gün yüzlercesini yaptıkları nesneleri bunun dışında tutarsak; derin felsefi düzlemlerini yapıtları aracılığıyla ortaya koymayı başarabilen sanat insanlarının çıplaklık, erotizm ve hatta pornografiyi yöntem olarak seçmelerine ne söylenebilir ki?
“20. yüzyılın en önemli sanatçılarından Jackson Pollock; Damlatma tekniği (drip painting) ile boya karıştırma, fırça kullanımı gibi alışılagelmiş uygulamaları bir kenara bırakmış, yere serdiği devasa boyutlardaki tuval bezleri üzerinde hareket ederek boyayı dökme, damlatma, fırlatma suretiyle sonradan aksiyon/hareket resmi adı verilen resimler yapmıştır.” (10)
Model olarak kendi bedenini kullanan ve bu yöntemle sinema filmlerinde kadınlara verilen klişe rolleri sorgulayan Cindy Sherman ve yine kendi bedenini kullanarak sanat başyapıtlarını ve pop yıldızlarını kendi kişisel bakış açısına göre yorumlayan Yasumasa Morimura’nın ortaya koydukları eserleri de bu bağlamda örneklemek mümkündür.
Gene aynı bağlamda; “Anton Çehov …onun görevi, gerektiğinde imgelemini yaşamın pisliklerine bulaştırmaktan da çekinmemektir…” (11) derken, sınır konusunda oldukça net bir görüş belirtmiştir.
Bununla birlikte bir sanat insanını herhangi bir sanat dalıyla sınırlı görmeyi istemek de aynı derecede akla uygun değildir. Yaşamı boyunca birden fazla sanat dalı ile ilgilenmiş, farklı sanat alanlarında önemli eserler vermiş çok sayıda insan bulunduğu bir vakıadır. Leonardo buna ilişkin en önemli örnektir. Ve tabii ki Picasso;
Büyük ve susuz bir yenilikçiydi Picasso. …Neredeyse bütün ifade yollarını kullanmış bir adamdı: Resim, yontu, yerleştirme, yazı, kolaj, film, dekor her şeye el attı;…
Enis Batur (12)
şeklindeki cümle ile ifade edilen örnek de, farklı sanat alanlarına ilişkin sınırsızlığı yeter ölçüde göstermektedir.
Bu arada; belgesel, toplumsal gerçekçi belgesel, sosyal belgesel, doğrudan fotoğraf, an fotoğrafı, …gibi isimlerle anılan ve küçük bir takım nüanslarla birbirlerinden ayrılan fotoğrafik çalışmaların tümünü bu yazının konusu dışında tuttuğumuzu ifade etmek isteriz. Bizim bu yazıda üzerinde durduğumuz şey, daha ziyade kurgusal, kavramsal, deneysel, … gibi isimlerle anılan fotoğrafik çalışmaların alanına girecek olanlardır.
O halde;
Sadece sanat yapıtı bağlamında olmak üzere; fotoğraf sanatçısı için anlamlı bir tek sınır vardır, o da yaratıcılığının belirlediği zorunlu sınırdır
diyebilir miyiz?!
NOT: Bu metin, Tekin Ertuğ’un, 2011 yılında Alter Yayıncılık tarafından basılan “Fotoğraf Sanatı Üzerine” isimli ilk kitabında yer almıştır.
KAYNAKLAR
- Cemal Ahmet – Sanat Üzerine Denemeler, Can Yayınları, s. 54
- “Cattelan’ın atı Sidney’i fethetti”- Radikal İnternet Haber, 17.06.2008
- Adı geçen yazan için bkz. Vikipedi (http://tr.vikipedia.org); Çeşitli yayınevlerince Türkçe’ye de çevrilen eserlerin sahibi Fransız Aristokrat ve Felsefeci (sert pornografik yazılarıyla ünlüdür).
- Tüzel Hızır – Bunuel, Dali’ ye neden kızmıştı?, Radikal Gazetesi (İnternet), Kültür Sanat, 17.09.2008 (Un Chien Anadalou / Endülüs Köpeği,Yönetmen: Luis Bunuel, Senaryo: Luis Bunuel,Salvador Dali, Oyuncular: Pierre Batcheff, Simona Mareuil, Luis Bunuel, Salvador Dali, Yapım yılı: 1929, Süresi: 17 dk. S / B )
- Yücel Ünsal – Yirminci Yüzyılın Sanatı
- Adı geçen eserler için bkz. İletişim Yayınları
- Marda Beral – Anadolu’ da sanat tek tük, Radikal Gazetesi (İnternet) , 05.06.2008
- Kral öldü, yaşasın Michael Jackson!, 12 Eylül 2008- Radikal (İnternet), (bkz. Arkitera.com)
- Andy Warhol için bkz. Vikipedi
- Jackson Pollock için bkz. Vikipedi
- Cemal Ahmet – a.g.e. S.55
- Çoker A., Usmanbaş İ., Edgü F., Tanyeli U., Pirhasan B., Batur E., Kasapoğlu I. – 20. Yüzyılda Sanat, Sel Yayıncılık, s. 5-6
Bize Ulaşın