KoAn isimli yeni kitabı yayımlanan deneyimli fotoğrafçı Haluk Çobanoğlu, dünyanın en önemli fotoğrafçılarının fotoğraf eğitimi almadığını vurgulayarak, “Biz fotoğrafta çekenin amatör mü profesyonel mi olduğuna değil, işlere bakarız” diyor.
Röportaj: İFSAK Blog Ekibi adına Orhun Atmış
Belgesel ve haber fotoğrafçılığı alanında çalışmaları bulunan Haluk Çobanoğlu, aynı alanda Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders vermeyi de sürdürüyor. Çobanoğlu’yla söyleşi için “online” da olsa bir araya gelmeden önce kendisi hakkında yazılanları okudum, bilgi topladım. Bu noktada istisnasız herkesin ne kadar nazik ve iyi bir insan olduğuna dair söylediklerine ve yazdıklarına tanık oldum. Söyleşi için iletişime geçtiğim andan itibaren de bunun ne kadar doğru olduğunu gördüm.
78 Kuşağı’ndan olduğu için olsa gerek, Çobanoğlu hayatı boyunca hep dayanışmaya önem veren, iyilikten ve eşitlikten yana bir insan olmuş. Tabi, 78’lilerin içinde yaşadığı çıkmazları da görmezden gelmiyor değil. Ama söyleşimizin konusu bu değil, Çobanoğlu’nun son çıkan KoAn kitabı ve fotoğrafçılığı…
Deneyimli fotoğrafçı, 90’lı yılların ortalarında New York International Center of Photography (ICP) ve Black Star ajanslarında çalışmış. Yine aynı tarihlerde (94-96) ilk belgesel fotoğraf çalışması olan “Kuşbazlar”ı yayımladı. 1997-1998 yıllarında ise “Yeraltında Bir Dünya Şehri; New York Metrosu” projesi var. Daha sonra National Geographic Türkiye’de fotoğraf editörlüğü yaptı.
Son olarak ise “KoAn” isimli kitabı yeniden, özel baskısıyla yayımlandı. Kitabını “Seksenli yıllarda başlayıp, günümüzde devam eden felsefi bir yolculuktan ‘Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz?’ adlı kitap ile birlikte bir kesit, belki de bu yolculuğun görsel bir panoraması” sözleriyle tanımlayan Çobanoğlu, “Aynı zamanda 2009 yılında ve 4-14 Kasım tarihleri arasında çıkılan bir Japonya yolculuğunda çekilen fotoğrafların, düşülen notların geleneksel bir Japon albümüne uygulanması ile ortaya çıkan bir ‘Karalama Defteri’dir” diye de ekliyor. 2020 yılına geldiğimizde ise bu kitap, orijinaline sadık kalınarak neredeyse tamamı el yapımı olarak yeniden üretildi…
Biz de Haluk Çobanoğlu’yla Zoom aracılığıyla bir araya geldik ve son kitabını konuştuk.
************************
– İlk olarak kitabın isminin anlamını soralım…
– KoAn, Doğu kültüründe, zen okullarında öğrencilere öğretilen, mantıklı düşünceyle cevaplanması mümkün olmayan, yalnız sezgilerle anlaşılabilen hikâye, diyalog ya da sorulara verilen bir isim. Öğrencilerin klasik algısını kırmak ve yeni bir algıya ulaştırmayı amaçlayan paradoksal bir problem.
Önceki Kitabın Ayak İzlerini Takip Ediyor…
– Hikâyesi nedir bu özel çalışmanın?
– Eskiz veya karalama defteri dediğimiz, Japon albümleri vardır. Bunu herhangi bir yerden satın alabilirsiniz. Bunun üzerine yapıştırılmış ve kaydedilmiş metinler var. Metinler birtakım felsefecilerin, Türkiyeli şairlerin, müelliflerin notları var üzerinde. Kabaca buna benziyor. Bir açıdan bakıldığında bir fotoğrafçının 10 günlük Japonya yolculuğunun dökümü, seyahat notları gibi kabul edilebilir.
Ama ben başka bir taraftan bakmaktan yanayım. Bu kitaptaki metin ve fotoğraflara dikkatlice bakıldığında buradaki amaç görülebilir. Okunacak şey de 40 yıllık bir fotoğrafçının felsefi yolculuğunun ayak izlerini oradan takip edebilirsiniz. Bu aslında tek başına anlaşılacak şey olmayabilir ama fotoğrafla meşgul olanlar bilecekler diye ümit ettiğim, “Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz?” isimli bir fotoğraf kitabı yayımladım. Bu kitapta birtakım fotoğraf dünyasının ustalarının ayak izleri takip edilir. Onların nasıl Batı dünyasından yola çıktıkları, zamanla Doğu dünyasıyla nasıl hemhal oldukları, kendilerini bir anlamda orada buldukları ve o felsefenin yapıtlarını nasıl etkilediklerini anlatan enteresan bir kitap. Dolayısıyla benim “KoAn” kitabım da onların ayak izlerini takip eden “Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz?” kitabının görsel bir kardeşi.
İkisini de açabilmek için filmi biraz daha geriye sarmak lazım. Yaşamının bir bölümünü ABD ve İngiltere’de geçirmiş bir fotoğrafçı olarak şunu söyleyebilirim: Batı sanat ve fotoğraf tarihini incelediğinizde birtakım simge isimlerin oralarda altının çizilmediği ya da gösterilmediği haliyle Doğu’ya doğru yolculuklar yaptıklarını ve kendi benliklerini, felsefelerini oluşturduklarını, yapıtlarını böyle ortaya çıkardıklarını düşünüyorum ben. Onların ayak izlerini hem felsefi olarak kitaplardan takip ettim hem de onlarla aynı havayı solumak için bir takım seyahatler yaptım. Buradan iki kitap çıktı: “Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz?” işin teorik tarafı, “KoAn” da görsel karşılığıdır.
Henri Cartier-Bresson, Werner Bischof, Robert Frank gibi isimlere fotoğraf tarihinde rastlarsınız. Ama hiçbir zaman felsefi birikimlerini bu şekilde aktardıklarına rastlayamazsınız. Bu da benim itiraz noktamdır. Bu itiraz noktasından çıktı iki kitap da.
– Kitabın tasarımı en başından beri aklınızda mıydı, nasıl karar verildi bu tasarıma? Hayata geçirilmesi de zor bir tasarım olabilir, o teknik süreç sizi zorladı mı? Bu el yapımı kitaba, okuyucular nasıl ulaşabilir?
– Kitabın geleneksel bir tasarımı var. Bu tür defterler “Japon Albümü” olarak anılan, klasik Japon defterleridir. Japonya seyahatim sonrası kartpostal boyutunda bastırdığım fotoğraflarım ile notlarımı bu tür bir defterde buluşturdum. Bunu yaptıktan sonra, bu eskiz defterinin bir “gezici sergi” olabileceğini düşündüğümden, bu albümü kimi arkadaşımla paylaştım; onlarla üzerinde konuşma fırsatımız oldu. Yıllar sonra kitabın basılması aşamasına gelince, kitabın baskısı hariç geriye kalan önemli kısmının el emek olarak ve aslına uygun bir biçimde üretildiğini belirtmeliyim. Buradaki uzun zaman alan çözümlemeler için başta A4 ofset, grafik uygulamayı yapan yapan değerli arkadaşım Ardan Ergüven ile birlikte yoğun bir süreçten geçtik.
Kitaba ulaşmak isteyenler, bir satış sitesi olan “shopier.com“da bulabileceklerdir. Sosyal medya hesaplarım üzerinden bana ulaşanları, isterlerse ben de yönlendirebilirim.
– Fotoğrafların yanında Nâzım Hikmet’ten Turgut Uyar’a, Tom Waits’ten Pessoa’ya birçok ismin şiiri ve yazıları var. Bu isimler hayatınıza dokunan isimler mi?
– Evet, bu albümde anılan şair, yazar ve düşünürler yaşam yolculuğum boyunca nefeslendiğim duraklardaki yol göstericiler, bana kapılar açan ve kimi küçük aydınlanmalarıma vesile olanlardır. Kendilerine şükran borçluyum.
Ginsberg’in Anısına…
– Allen Ginsberg ismi ne ifade ediyor sizin için? Kitabı ona adıyorsunuz çünkü…
– Zen felsefesi yanı sıra Beat Kuşağı yazarları 1980’lerin karanlık dünyasında beni tekrar, yaşama bağlayan ve umutlandıran deniz fenerleridir. “Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz?” kitabımda ayrıntılarını anlattığım gibi, yıllar sonra New York’ta Beat Kuşağının öncülerinden Allen Ginsberg ile tanışmam, bana yönelttiği sorular, eserleri yanı sıra pratikte de bana yol göstermiştir. Kendisine minnettarım, bu nedenle KoAn kitabını ona adadım.
– Peki, Zen felsefesinin sizin hayatınızdaki yeri ve önemini hakkında neler söylemek istersiniz?
– Zen Budizm ve Doğu felsefeleri, karşılaştığım ilk andan itibaren ne kadar yaşamsal olduklarını, bilgi ve tecrübeyi kendi tekellerine almak ya da kurumlaştırmak gibi bir amaçları olmadığını görmek ve öğrenmek benim için şaşırtıcıydı. Antik çağdan sonra tekrar felsefenin yeryüzüne indiğini hissetmiştim. Fildişi kulelere kapatılmayan, herkesin anlayabileceği bir dille, hayata dair sorular soran, herkesin katkı sağlayabileceği bir bakıştan söz ediyorum. Hayatı kavrayışımda ve yeryüzüne bakışımda, daha çok yolum olsa da bana şimdiye dek önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Örneğin bir fotoğrafçı olarak, fotoğrafların arka yüzünü okumayı öğrenmemde onların payı büyük…
Anders Petersen’e Soru…
– Biraz geriye gidersek, kitabınızın da ismi olan “Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz?” sorusunu siz nasıl yanıtlarsınız?
– Beni çok etkileyen ve fotoğrafa bakışıma da yön vermiş bir anekdot var. Hâlâ yaşayan İsveçli fotoğrafçı Anders Petersen’le olan bir anı… Bir ara İFSAK’ın davetlisi olarak İstanbul’a gelmişti, sonra birkaç defa daha geldi. Benim de arkadaşımdır, yarenlik ederdik buraya geldiğinde. Bir akşam Asmalımescit’te bir toplantısı sonrası oturuyoruz, bir şeyler yenilip içiliyor. Bana neden fotoğraf çektiğimi sordu… Ben de kendisine aynı soruyla karşılık verdim, “Ben soru sorduran fotoğraflar çekiyorum” dedi. İtiraf edeyim, o zamana kadar bana bu soru sorulmuş olsa başka yanıtlar bulabilirdim. Ama ondan sonra Anders’in bakışını tamamen üstüme giymiş olmasam da yine de o bakışın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Özetle ben, soru sordurtan fotoğraflardan yanayım, ama bu soruların fotoğrafçıya değil, fotoğrafa bakana sorulmasından yanayım. Bir kişi bir fotoğrafın karşısında durup düşünmeye başlıyorsa o süreç başlamıştır.
– Şu an düşündüren, içinde felsefe barındıran fotoğraflar çekiliyor mu? Aynı zamanda haber fotoğrafçılığının durumunu da eskiyle kıyaslayabilir miyiz?
– Maalesef şunu söyleyebilirim: Fotoğrafın teknolojik olarak sokağa inmesi, çok sayıda üretilmesi ve sosyal medyanın hayatımızda çok önemli bir eksen oluşturmasından dolayı konuştuğumuz fotoğraf biçimi bence çok kan kaybetti. Bir kere artık mecralar değişti. Eskiden daha kalıcı, basılı arşive girecek nitelikte fotoğraflar üretilirken şimdi son derece hızla tüketilen ve hemen yenisi aranan bir biçime dönüştü. Ama haber fotoğrafçılığı değer kaybetmiş değil. Öyle bir hale geldi ki, büyük fotoğrafçıların artık büyük şehirlerdeki önemli müzelerde sergileri açılıyor. Mesela çok büyük Sebastião Salgado sergisi açılıyor, keza bizde de Ara Güler sergileri açılmıştı. Eskiden haber fotoğrafçılığının müzelerde yer alması düşünülemezdi. Bu aslında bize şu gerçeği de temsil ediyor: Demek ki o kadar ağırlıklı hem felsefi hem sosyolojik hem de tarihsel belgeler bugün üretilemediği için zamana dayanıklı işler bugün sanat muamelesi görüyor.
– Bu muamelenin nedeni ne sizce?
– Zamana dayanıklı, nitelikli işlerin o şekilde görülmesinde hiçbir problem yok. Problem, fotoğraf çekmeye başlayan birinin kendisini fotoğraf sanatçısı olarak görmesidir. Büyük fotoğrafçılar hiçbir zaman kendilerini fotoğraf sanatçısı olarak görmediler. Ara Güler “Ben görsel tarihçiyim, biz kayıt yaparız” derdi.
‘Fotoğraf Genç Bir Sanat’
– Öğrencilerinize örnek gösterdiğiniz fotoğrafçılar kimler?
– Sadece öğrencilerime değil, her yerde söylerim bunu: Dünyanın en önemli fotoğrafçılarını alt alta yazın, fotoğraf eğitimi almadıklarını göreceksiniz. Fotoğraf o anlamda çok demokratiktir. Biz fotoğrafta işlere bakarız. Çekenin amatör mü profesyonel mi olduğundan daha önemlisi, işin kendisidir. Fotoğraf genç bir sanat. Endüstri Devrimi’nden sonra ortaya çıktığı için hiçbir sanat dalında görmeyeceğiniz kadar kadın fotoğrafçı vardır. Hepsini bir sepete koyduğumuzda fotoğrafı çok değerli kılıyor. Ama dijital çağda da bu kadar düşünmeksizin yapılan üretimin fotoğrafın içini boşalttığını düşünüyorum.
Okuyanı düşünmeye sevk eden güzel bir yazı. Emeğinize sağlık. “KoAn” üzerine bir çok yazı olmasına rağmen sanırım görsel olarak bu yayın bir ilk. Yazıda yer alan fikirlerin her biri ayrı bir yazı ve fotoğraf çalışmasını hak eden nitelikte. Anders Petersen’in cevabına katılmamak elde değil. Bir sanat eseri ister sanat için ister toplum için olsun “felsefi yaklaşımla” (muhtemelen Anders konuşmasının bir kısmında buna değinmiştir) soru sordurmalı ve sorgulatmalı.
Yazıda “fotoğraf biçimi çok kan kaybetti” ifadesine katılamayacağım. Fotoğrafın kolayca çok üretilebilmesinin farklı biçim arayışlarını tetiklediğini ve bunun da yaratıcılığını öne çıkardığını düşünüyorum. Sevgili arkadaşım fotoğrafçı Hakan Kalyoncu’nun dediği gibi “fotoğraf mekanikleşmemeli”. Ancak fotoğrafçı bu hataya düşerse “fotoğraf” ın içi boşalmış olacaktır.
Saygılarımla