Pişmiş yumurta eski haline döndürülemez
İnsan
İnsanın hayvansı geçmişinin birkaç milyon yıl eskiye gittiği, pozitif bilimler ortamında tespit edilen bilgilerdendir. Yaklaşık 2,5 milyon yıla tekabül ettiği düşünülen ayağa kalkma ve iki ayak üstünde yürüme, el becerisi geliştirme ve el-beyin senkronizasyonunu gerçekleştirme sürecinin ardından, tabiatı gereği başka dönüşüm ve/ya evrilme hali kesintisiz devam etmiştir.
Homo Sapiens’in, günümüzden yaklaşık 70 bin yıl kadar önce oluşturduğu kültür-tarih süreci Bilişsel Devrim, yaklaşık 12 bin yıl kadar önce oluşturduğu kültür-tarih süreci Tarım Devrimi, yaklaşık 5 bin yıl kadar önce oluşturduğu kültür-tarih süreci Bilimsel Devrim olarak tanımlanır ve tanımlara konu olan olgular bilimsel veriler ışığında ispat edilir.
Rekabet
Birkaç milyon yıla yayılan süreçte insanın ve diğer bütün canlı türlerinin yaşama tutunabilmek ve dahi türün devamını sağlayabilmek için kıyasıya rekabet içinde oldukları varsayılır. Homo Neandertalensis, Homo Erectus, Homo Soloensis, Homo Floresiensis, Homo Denisova, Homo Rudolfensis, Homo Ergaster gibi diğer bütün türlerin doğaya ve/ya Homo Sapiens’e yenik düşmesi, bu türler arasından sadece Homo Sapiens’in bu güne gelebilen tür olması, onun en acımasız rakip olduğuna delalet eder. Vaziyet bu şekilde izah ediliyorsa, genetik kodlarda rekabet var demektir. Birkaç yüzyıldan, birkaç binyıldan veya birkaç onbin yıldan söz etmiyoruz. Birkaç milyon yıllık bir süreçten söz ediyoruz. Uyku halinde ya da her daim aktif bir rekabet dürtüsü var demek ki.
Çağ
İdrak etmekte olduğumuz çağın, bu ileri evresinin en önemli argümanı rekabettir, hem de acımasızlığı son safhaya kadar taşımış bir rekabet. Bir yaklaşıma göre rekabet iyidir, geliştirir; başka bir yaklaşıma göre ise, sistemin bir hastalığıdır.
Soru şu: “Bu çağda yaşıyorken, rekabetin dışında kalabilmek mümkün mü?”
İki ucu pis değnek.
Meseleye nereden bakılırsa bakılsın, böyle sorulara hamasi söylemle değil, ayakları yere basar şekilde bilimsel olarak yanıt verilebilir.
Foto-graf ortamı
Mevcut rekabet koşullarından foto-graf ortamına da pay düşer. Bu rekabet koşulları için ‘namevcut’ demeyi çok isterdik. Yazık ki diyemiyoruz. Verili durum buna elvermediği gibi, tersine, dayatılanın yol açtığı ağır baskı, bireyi ve toplumu neredeyse seçeneksiz bırakır.
Söz konusu atmosferin dışına çıkabilmek için ‘feragat’ etmek, ‘vazgeçmek’ gerek.
Milyonda bir göze alınabilecek kadar tahammülü zor olan sancılı süreçlerin sonunda erişilebilecek bir olgunluk düzeyi gerektirdiği için, öylesine çok ender rastlanır. Baskın çoğunluk verili olanın dışında kalmayı tahayyül bile edemez. Dolayısıyla büyük kalabalıklar (yığınlar) rekabet koşullarına uyum gösterir, ötesine geçemezler.
Benzerlik-Örtüşme
Dünyanın birbirinden uzak coğrafyalarında yaşayan çok farklı toplumların kültürleri incelendiğinde öz itibariyle benzerlikler veya örtüşen taraflar rahatlıkla görülebilir. Netice itibariyle hepsi insandır. Genetik kod aynı veya benzerdir. Ayağa kalkmış ve iki ayak üzerinde yürümüştür, el mahareti geliştirmiş ve el-beyin uyumunu gerçekleştirmiştir, alet-edevat yapmıştır, avlanmıştır, toplamıştır, barınak yapmıştır, evcilleştirmiştir, üretmiştir, stoklamıştır vs. Kutup soğuklarında, çöl sıcağında, amazon ormanlarında, dünyanın her yerinde yaşamayı bundan ötürü başarmıştır. Kültür ögeleri biçimsel bağlamda farklı olsa bile, özü itibariyle aynıdır. Aynı şekilde duyumsama ve düşünme, yapıp etmeleri (eylemleri) benzer kılmıştır. Çünkü eylemin kaynağı, yani o eylemi düşünmeye, tasarlamaya ve gerçekleştirmeye yol açan güdü aynıdır.
Hepsinin kutsalları vardır. Ritüeli olmayan bir toplumsal yapı düşünülemez. Doğum, ölüm, evlilik vb durumların önemi törenle vurgulanır. Hiyerarşi hepsinde vardır. Dans vardır, müzik vardır. Onların da özünde sevinç, üzüntü, korku, beklenti, yakarış vs bulunur.
Form farklı olsa bile, öz aynı şeyi işaret eder; çünkü Homo Sapiens’dir.
Latin şair Terence,
İnsanım; insana dair hiçbir şey bana yabancı değil.
derken, takdir edersiniz ki sadece şık bir cümle kurmuş olmak için bu anlamlı-önemli yargıyı paylaşmış olamaz. Hakikaten düşünen insan isek, muhakeme kabiliyetimizi yitirmemişsek, insan olmamızdan ötürü, insanı iyi biliriz.
Bağ
Yeryüzünde insana ve genel bağlamıyla doğaya dair hiçbir şey, diğerlerinden bağımsız değildir. Direkt ve/ya dolaylı her şey birbiriyle ilişkilidir. Foto-graf da, direkt ve/ya dolaylı biçimde hayatla, sanatla, kültürle bağlantılıdır. Gerek icadına giden süreç, gerekse icadından sonraki süreç bunu çok net şekilde teyid eder.
Başka alanlarda olduğu gibi, foto-graf alanında da başlangıcından itibaren ayrılık-gayrılık, benzerlik, ortaklık, çeşitlilik kendisini türlü platformlarda gösterdi. Sektör oluştu, akademi dahil oldu, yayın alanı bîgâne kalmadı, eleştiri kurumu gelişti, sivil toplum düzlemine yayıldı vs.
Yeni-farklı
Üretken, dikkat çekici, sihirli, cazip, yeni ve farklı bir kulvarın ilgi odağı olmasından daha doğal bir şey yoktur. Doksanlı yıllarda cep telefonlarının, bilgisayarların, internetin hayata girmesiyle birlikte ortaya çıkan atmosfere benzer bir hal, foto-graf teknolojisi süreci için de kaçınılmazdı.
Foto-grafın icadı sonrası süreçte itişip kakışmak kadar, beraberlik ve dayanışma da kendisini gösterdi elbette ki. Kulüpler, dernekler, gruplar, sergiler, paneller, seminerler, söyleşiler ve başka etkinlikler bu düzlemin doğal sonucuydu.
Daha geç bir zamanda başlamış olmakla birlikte, ülkemizde de benzer bir süreç yaşandı. İnsan olmak, bunların olması için yeterli nedendir çünkü. Bir yandan gördüklerimizi ve duyduklarımızı taklit etme eğilimi gösteririz, diğer yandan dürtülerimiz bizi benzer şeyler yapmaya sevk eder.
Dayanışma
Geçmiş zamanda Demokratik Kitle Örgütü olarak tanımlanan, şimdilerde Sivil Toplum Kuruluşu veya Sivil Toplum Örgütü şeklinde ifade edilen dernek, kulüp, grup vb ne varsa, özü itibariyle aynı işi icra eden ve aynı meseleye eğilen bireylerin biraraya gelerek güç kazanmalarını sağlayan yapılardır. Hepsi dayanışma ortamlarıdır. Ve dayanışma, Homo Sapiens’i bu güne taşıyan en temel kavramdır. Birlikte hareket ederek güç kazanmak, insanın geçmişinde ne kadar önemli idiyse, bu gün de (artık çok gerekli değilmiş gibi görünse veya gösterilse de) o kadar önemlidir, gelecekte de önemli olacaktır. Hatta belki gelecek yüzyıllarda, şayet insanlık kendisini ve beraberinde gezegeni mahvetme hüneri göstermezse çok daha önemli olacaktır.
Dayanışma neredeyse bütün canlılara mahsus ortak bir tavırdır. Bazı türlerde minimum düzeyde kalsa da, bazı türlerde maksimum düzeyde dayanışma görülür. En düşük düzeyde dahi çiftler ve yavrular arasındaki bağ böyledir. Arılar, karıncalar, göçmen kuşlar, primatlar, filler, buffalolar yüksek düzeyde bağ için önemli örneklerdir. Kolektif tutum, ortak yaşam disiplini, dayanışma, hayvanlarda güdüsel gelişmekte. Sosyal bir varlık olarak insan her ne kadar hayvansı özellikleri ağır bastığı dönem güdüsel olarak dayanışma içine girmiş olsa da, insansı özellikleri ağır basmaya başladığından bu yana bilinçli olarak kolektif tutum göstermeye, ortak yaşam disiplini geliştirmeye, dayanışma kültürü oluşturmaya başlamıştır.
Kolektif
‘Kolektif’ kelimesi, politik yaklaşım olarak ‘kolektivizm’i üreten sözcük olması itibariyle kimi insanı şiddetle rahatsız etse bile, türümüzün bu güne gelmesini sağlayan en önemli özelliklerinden biri olagelmiştir. Farklı toplumsal yapılar ve kültürlerde biraraya gelebilme konusunda eşitlik söz konusu olmamakla birlikte, benzerlik vardır. Kimi toplumun oldukça hızlı örgütlenip dayanışma içine girdiği, ancak çabuk dağıldığı, kimi toplumun yavaş örgütlendiği fakat çok sağlam bir dayanışma disiplini içine girdiği, kiminin her zaman örgütlü ve disiplinli kaldığı, dağılmalarının mucize olacağı söylenir.
Büyük veya küçük her toplum, gevşek veya sağlam bir disiplinle örgütlülük içindedir ve güçlü ya da zayıf dayanışma örneği gösterir.
İmece
Anadolu toplumu, kendine has ve şahane bir ‘imece’ kültürünü yüzyıllar boyu sürdüregeldi. Bu güzel topraklarda, yaşadığımız eşsiz coğrafyada bizden önceki kuşaklar, adına imece dedikleri dayanışmanın en özel örneğini tam anlamıyla özümsemiş, kılcallarına dek sindirmişlerdi. Tarım toplumu iken ve ücra yerlerde zorluk içinde yaşıyorken, insan olmaktan kaynaklı dayanışma fikri (veya duygusu) ağır basar ve herkesi böyle davranmaya zorlar.
Kentleşme (ya da kentlileşme) sürecine gireliberi, bu muazzam kültür erozyona uğradı, ciddi şekilde aşındı, zayıfladı. Başlangıçta kent varoşlarında (kentlilerin uzak çevresinde) kaçak gecekondu yapan insanlar (kente göçmek zorunda kalmış topraksız köylüler ağırlıktadır) çok hızlı şekilde derme çatma bir ev yapıp yıkıma uğramadan içine girebilmek için imece kültürünü hayata geçirdiler. Düğünlerde, cenazelerde, önemli diğer günlerde imeceyi elden bırakmadılar. Fakat süreç yarım asırlık bir zaman dilimini gösterdiğinde dayanışma deneyimine gereksinim azaldı ve zaman ilerledikçe yok olmaya yüz tuttu.
Yabancılaşma
Kentleşme sürecinde birey önce topluma yabancılaştı, sonra kendisine yabancılaşmaya başladı.
Tarım toplumuna, kırsal topluma has feodal kültürü terk edip kent ortamına düşen birey, birdenbire içine düştüğü bu yeni koşullara, tepeden tırnağa farklılık arz eden ortama doğal olarak yabancıdır. Bir süre kentte kalıp, uyum sağlama sürecine giren, öyle ya da böyle uyum göstermek zorunda kalan kitle geride bıraktığı feodal kültüre de aynı ölçüde yabancılaştı.
Bu, ‘iki arada, bir derede’ kalmanın kitlesel örneğiydi.
Kente göç olgusunun kurbanı ilk kuşak tutunabilmek için edilgendi, sessizdi. Sonraki kuşak ise, çeşitli politik rüzgârlara kapıldığı için uyum konusunda tereddüt yaşadı ve hatta direniş gösterdi, o yüzden süreci daha da sancılı geçirdi ve yazık ki ‘yitik kuşaklar’a tanık olundu. Ağır bir travmayla ortaya çıkan bu yeni yabancılaşma hali, üçüncü dünya ülkesi olarak tarif edilen ülkelerin, halk tabiriyle belini yedi yerden kırdı. Endüstri Devrimi koşullarını yaşamamış, kapitalizmi içselleştirmemiş, sindirmemiş olan ülkelerde (üçüncü dünyada) dahi o andan itibaren bireyin aynı zamanda kendisine yabancılaşması hali önemli ölçüde ortaya çıktı. İleri kapitalist ülkelerde, bireyin kendisine yabancılaşması olgusu sistemin sonucu olarak zaten vücut bulmuştu. Çarpık gelişmiş olsa bile kapitalizme özgü koşullarda, özellikle ileri kapitalist evrede ise bireyin kendisine yabancılaşması kaçınılmazdı. Dijital çağ büsbütün tüy dikti.
Yabancılaşma konusunda söylenebilecek her şey, kanaatimizce, geçtiğimiz on yıllar içinde söylendi. Entelejansiya bu meseleyi çok ciddi şekilde ele alıp tartıştı. İlave edilebilecek fazla bir şey yok aslında. Bu minval üzere düşünme eylemini harekete geçirecek birkaç cümle yeterli olsa gerektir.
Hemşerilik
Kente göç sürecinde dayanışma bağı hemşerilik kavramı üzerinden yürüdü. Aynı köyden, kasabadan, küçük şehirden çıkıp büyük kentlere giden insanlar kendi aralarındaki bağı güçlü tutabilmek için kültür ve dayanışma dernekleri kurdular. Yerel bağ bu şekilde sürdürülürken, hayatın çeşitli alanlarında, hatta politik arenada bile hemşerilik bağı direkt yahut dolaylı kendine yer buldu. Başlangıçta dayanışma için hemşerilik bağı anlamlı ve önemli iken, zaman içerisinde başka önemli değerlerin aşınmasına yol açan problemli bir alana dönüştü.
Ahbap-çavuş
Aynı mentalitenin hayatın içindeki başka bir örneği, ahbap-çavuş ilişkisi diye tanımlanan ve feodal kültür kalıntısı olarak açıklanan insan halidir. Bu mentalitenin aşılabilmesi için, dile pelesenk ‘dört fakülte’ sözünün (bunda kasıt, dört kuşağın fakülte bitirmiş olmasıdır) herkes için gerçekleşmiş olması elzemdir belki. Kente göçmüş olmak başka şey, kent kültürü almış ve o kültürü içselleştirip sindirmiş olmak başka şeydir. O yüzden mürekkep yalamış birkaç kuşak geçmesi gerektiği ifade edilir.
İşte tam da böyle bir zamanın, denebilir ki ikinci yarısında iken (1970’lerin sonları) ülkemizde foto-graf derneklerinin ilk örnekleri ortaya çıkmıştır. İmparatorluk dönemini bir kenara bırakırsak, feyz alınan sürecin, Şinasi Barutçu’nun 1950’lerin başında kurduğu Türkiye Amatör Fotoğraf Kulübü (TAFK) ve bunu izleyen dönemde oluşturulan küçük gruplar olduğu, Halkevleri bünyesinde gerçekleştirilen foto-graf etkinlerinin de rolü bulunduğu söylenebilir. Tabii ki ayrıntılı inceleme ve araştırmalar neticesinde buna ilave edilebilecek daha fazla argüman bulmak mümkündür.
İlk dernekler İFSAK (İstanbul), AFSAD (Ankara) ve AFAD’dır (Adana).
Foto-grafı meslek veya amatör ilgi alanı olarak seçen insanların, daha ziyade sosyo-kültürel bağlamda olmak üzere bir Demokratik Kitle Örgütü (Sivil Toplum Kuruluşu) etrafında toplanma ve dayanışma gereksinimlerine yanıt veren dernekleşme süreci yaklaşık olarak böyle bir seyir izlemiştir. İlk olanlar İFSAK (İstanbul), AFSAD (Ankara) ve AFAD’dır (Adana). Kuruldukları yıllarda ahbap-çavuş ilişkisi büyük olasılıkla tartışılan önemli konulardandı. O günden bu güne hem çok şeyin değiştiği, hem de fazla bir şeyin değişmediği söylenebilir. Fotograf üzerinden bireysel veya toplumsal sancıları dillendirmek, hayatı ve/ya doğayı belgelemek, sanat bağlamında bir şey söyleyebilmek gibi istemlerle biraraya gelinip dernekler kurulmuş olmasına, yani dayanışma ortamı sağlanmasına karşın feodal kalıntı ve rekabet dürtüsü kendini gösterir ve kuruluş amacının dışına sürüklenme endişesi yaşanır.
STK’lar bağlamında kurulan ahbap-çavuş ilişkisi de özünde rekabet dürtüsünün, bireysel güç isteminin sonucudur. O da, başlangıçta belirlenen dayanışma amacını dejenere eder. Tartışma o zaman vardı, bu gün de belli oranda maalesef var. Saf haliyle imece kültürünün dernek ortamları aracılığıyla hayata geçirilmesi oldukça değerli iken, problemli yaklaşımlar devreye girerek sıkıntıya yol açar. Bu gibi tutumlardan kurtulmak, böyle yaklaşımları terk etmek, feodal kalıntıları aşmak icap eder. Yaşadığımız çağ, bu gibi problemli hallerin geride bırakılmasını zorunlu kılan bir çağdır.
Sınırları aşma eğilimi
Köy ve/ya kasaba gibi küçük yerel ölçek büyük kentteki foto-graf derneği ortamında bir anlamda yerel özelliğini yitirmiş ve daha büyük bir ölçek kazanmıştır. Dokümanter ve/ya sanat bağlamında psikolojik olarak sınırları aşma eğilimine girmiştir. Bilgi paylaşımı, öğrenme, tartışma, ortak üretim, dayanışma koşullarının oluşturulduğu dernek ortamları özveri isteyen, başkasını öncelemek gereken zeminlerdir. Bu onun saf halidir. Fakat teoride böyle olduğu varsayılsa bile, ortamın pratiği başkadır. Kimine göre itici güçtür rekabet, kimine göre hastalık. Öyle ya da böyle, ne yazık ki vardır. Feragat etme, vazgeçme olgunluğu ender görüldüğü için (itici güç veya hastalık; ne dersek diyelim) rekabet başköşede kalmaya devam eder. Dernek bünyesinde, dernekler arasında, foto-grafçılar arasında, kısacası foto-grafın her kulvarında rekabet (özellikle de dijital evrede) oldukça yüksek seviyelerde sürer.
Soru şu: Bireylerin, grup veya kurumsal yapıların örtülü ya da açık şekilde rekabet ettiği koşullarda samimi bir dayanışmanın varlığından söz edilebilir mi?
Kolektifler
Şimdi artık dernek sayısı oldukça fazla. Kulüpler var, özel atölyeler kuruldu. Çeşitli gruplar oluştu. En nihayet gelinen noktada popüler kulvar artık kolektifler. Her oluşumun kendi içinde ciddiye alınması gereken bir anlam barındırdığına kuşku yoktur. Ne ki bütün oluşumlar, özellikle de bu zamanda, kısa süre içinde pıtrak gibi çoğalacak şekilde kendilerini üretir ve popüler bir alan olarak yerlerini alırlar. O da, çok kez içinin boşaltılmasına ve dolayısıyla anlam kaybına yol açar.
Öz itibariyle dernek de, kulüp de, atölye de, grup da belli bir konu etrafında biraraya gelip dayanışan, birlikte üreten, benzer şekilde davranan insanların varlığına işaret eder. Yani kolektif çaba anlamına gelir. Böyle olması, tartışma yaşanmayacağı, farklı görüşlerin ortaya çıkmayacağı anlamına da gelmez. Sanal ortamda yaşamlarını sürdürseler dahi bir kuruluş manifestosu ilan ederler (etmeleri beklenir). Nitekim böyle manifestolara ve/ya açıklayıcı metinlere rastlıyoruz. İşin doğrusu bu düzlemde büyük felsefi veya sosyolojik bağlam beklentisi pek isabetli değildir. Öte yandan, çıtası yüksek beklentilere yanıt verecek kolektiflere de gereksinim var. İnternet ortamının kent ve hatta ülkelerin sınırlarını aşma olanağı vermesinden sonra sanal kulüpler ve/ya gruplar yerel ölçeği aştılar. Derneklerin varlık nedeni ortadan kalkmamış olsa bile, sanal oluşumlar karşısında dezavantajlı duruma düştüler. Sanal ortamın avantajı, hem yerel vaziyeti koruma şansı bulunması, hem de daha geniş çaplı kitleye ulaşma ve birlikte hareket etme şansı elde etmesidir. Oldukça esnek ve rahat bir yapıda olmaları da başka bir avantajdır. Dernekleri bağlayan pek çok kural var.
Moda düzlem
Kolektif sözcüğünün neyi ifade ettiğinden yola çıkıldığında, öyle ya da böyle, küçük ya da büyük foto-graf düzlemindeki bütün oluşumların özleri itibariyle birer kolektif olduğu sonucuna varılır. Stabil bir vaziyet aramak boş hayaldir. Her şey değişiyor, hem de hızla değişiyor. İdrak etmekte olduğumuz pandemi koşulları, hızın misliyle artmasına yol açtı. Modern çağın bütün kurum ve kuruluşlarının dönüşeceği, yenileneceği bir süreçteyiz ve bu sürecin sıçrama yaptığı ayan beyan ortada.
Yeni zamanda moda düzlem muhtemelen kolektiflerdir (foto-kolektiflerdir). Bilinmeli ki bu oluşumlar özleri itibariyle derneklerin yeni formlarıdır. Geride kalandan veya üç-beş yıl sonra zorunlu şekilde geride bırakılacak olandan ötürü hayıflanmanın anlamı yoktur. Bir yandan önemli değerleri korumak, diğer yandan esnek davranıp yeni koşullara uyum sağlamak en iyisidir. Doğruya doğru; Başka seçenek yoktur zaten. Kulüplerle, derneklerle, gruplarla, sempozyumlar ve panellerle, sergiler ve gösterilerle, bienaller ve festivallerle, fotografçı buluşmaları ve foto-kamplarla, yazılarla, söyleşilerle bu güne geldik. Kuşkusuz hepsi kendi zamanlarına (modern döneme) uygun birer kolektifti. Varlıklarını hâlâ sürdürüyorlar ve iyi düşünen insanların varlığı, bir kısmının daha uzun süre tutunmasını ve birer klasik olarak devamlarını sağlayabilir.
Küçülme-kapatma
Sosyal vaziyeti değerlendirirken meseleleri istatistik veriler üzerinden ele alma zaafına düşülürse, derneklerin birer klasik olarak kalma şansları ellerinden alınır. Pandemi koşullarında uzun süre kapalı kalabilirler; çok önemli değil. Bu olumsuzluk fırsata dönüştürülüp internet olanaklarından maksimum düzeyde yararlanma konusunda itici güç haline getirilebilir. Nitekim bazı dernekler bunu ciddi şekilde yapmaktalar. Sonraki yıllarda dernekler açılır ve teknik olanaklarını eskiye oranla daha da geliştirmiş vaziyette devam edebilirler.
Bazı üyeler istifa edebilir, istifa etmeyenler fazlaca gelip gitmeyebilirler. Doğal karşılamak lazım. Üye gelmediği, etkinlikler arzu edildiği şekilde yürümediği, foto-graf eğitimi için yeterli başvuru olmadığı için küçülmek, kapatmak gibi düşünceler belirebilir ve ilk anda tutarlı da görünebilir. Eldeki rakamları dikkate almak rasyonel gibi görünse de, bir kez daha ve iyice düşünmeli. Çünkü insan söz konusu iken rakamlar aldatıcı olabilir. İstatistiğe konu veriler genel/baskın veya kalabalık/fazla olan için bir şeyler söylerken, yani niceliği öne çıkartırken, niteliği yüksek ve/ya özgül ağırlığı fazla olanı gözden kaçırır.
Birikim
Dernek, kulüp, atölye, grup vb foto-graf adına elbirliğiyle gerçekleştirilmiş her oluşum ve her etkinlik kolektif çabaya örnek olarak düşünülebilir. Şimdilerde adıyla müsemma bir yola girmiş olması, geçmiş zamanın birikimini başka bir kefede değerlendirmeyi gerektirmez.
Şimdiki zamanın kolektiflerinin eski dönemin geleneksel dernek, kulüp vb yapılanmalarına oranla çok daha geniş çevrelere hitap ettiğini, daha kapsamlı olduklarını ve kaçınılmaz hale geldiklerini teslim ettikten sonra, bu güne değin gelen birikim sembolü ve kültürün temel taşı niteliğindeki derneklerin birer klasik olarak yerlerinde kalmaları gerektiğinin de altını çizmek isteriz.
Yerel yahut evrensel, nasıl okursak okuyalım, bir foto-graf kültürü oluşmuştur.
Bu noktada kısa bir not iliştirelim: Kolektif yaşamın ilk örneği İlkel Toplumda görüldü. O yüzden adına ‘İlkel Komünal Toplum’ dendi. Ve üzerinden binlerce yıl geçmesine karşın, zihinlerde izleri kaldı. Sadece onun değil, günümüze dek hayata geçirilmiş bütün yaşam formlarının (Köleci Toplum, Feodal Toplum, Kapitalist Toplum) izleri zihinlerde mevcuttur.
Post-modern evrede kolektif kavramı, bağlamından kopuk veya değil, başka alanlarda ve foto-grafta hayat buluyor. Gökten zembille inmedi, belleklerde yeri vardı.
Unutmamalı, foto-graf kültürünün vardığı nihai yer foto-kolektifler olsa da, başladığı yer derneklerdir.
Diğer yandan kolektifler dahil, foto-graf düzleminde oluşturulmuş bütün üretken yapılar kuşku yok ki foto-graf ortamına çok şey katacak, zenginleştirecektir. Toplamı, ‘insanlığın birikimi’ dir.
Bize Ulaşın