Toplumsal ve endüstriyel değişimler yeni sınıflar yaratır, bu sınıflar kendi sanatını geliştirir. Flâneur ise bu sınıfların sanat alanındaki görünürlüğünde önemli bir yere sahiptir. Gelişen devrimci fikirlerin de etkisiyle sanat yüzyıllardır mahkum olduğu sarayların, akademilerin ve kiliselerin güdümünden kurtularak toplumun diğer kesimlerine ulaşmaya başlıyordu. Bu görünür olma durumuna, başta gazeteciler, edebiyatçılar daha sonra da fotoğrafçılar katkı sağlar. Endüstrinin gelişimi, kentlerin büyümesi, kalabalığı ve beraberinde bir yığın sorunları doğururken, kalabalığın içinde o zamana değin kültürel hayatta kendine yer bulamayan küçük insanlar gazetecilerin kalemiyle görünür olmaya başlar. Karnavalı andıran şehrin, daha önce kültürel alanda görünmeyen insanları, artık söylem seçkinlerinin yanında gazetelere konu olurlar.
Flâneur, yazarlarla birlikte gazeteci kişiliğinde toplumsal bir temel buluyordu kendine. Gazeteci kentte geçirdiği boş zamanlarını toplumu gözlemleyerek habere dönüştürürken aynı zamanda çalışmasını maddi bir değere dönüştürüyor, bu faaliyet aynı zamanda kamuoyunun oluşumuna yardım ediyordu. Kent insanını konu edinen edebiyatçılar ve gazeteciler vakitlerini toplumu ve olayları izlemek için şehrin sokaklarını sürekli gezen modern aylaklar olurlar. Gazetecilik profesyonel ücretli bir işe dönüşüp, siyasal ve ekonomik çıkar ilişkileriyle bağımsız olma nosyonunu ve aylak olma özelliğini yitirerek başka bir yola devam ederken, edebiyatçılar aylaklığı sürdürecektir.
Bu dönemde yeni bir aylak daha belirir; fotoğrafın bulunuşuyla sanat ortamında yerini almaya çalışan fotoğrafçılar, kamera ardından baktığı hayatı kaydederken gazeteciye, ressama, edebiyatçıya öykünür. Şehrin sokaklarını arşınlayan fotoğrafçı, kentteki yaşamı gözüne iliştirdiği objektifle, görünmeden gözlemlemeye çalışır. Görünmeden gözleyebilmek düşüncesi akla 20. yüzyıl kentli fotoğrafçıları getirir. Rulo filmlere sahip küçük formatlı kameralar ile kentte dolaşarak kalabalığa görünmeden onu gözleyen ve görselleştiren fotoğrafçılar da bu anlamda birer flâneur görevi üstlenirler. Baudelaire’nin deyimiyle kentte dolaşan bu orta sınıf aylağı, tıpkı Baudelaire gibi daha önce görseleştirilmeyen insanları da görünür hale getirir.
Fotoğraf makinesinin icadıyla birlikte, günlük yaşama karışan fotoğrafçı, kent sokaklarına iner. Rulo film makinelerin geliştirilmesiyle, fotoğrafçı kentin sokaklarını, günlük yaşamı, kırları, doğayı, kültürleri fotoğraflamak üzere dünyayı gezen bir göz olarak yola düşer. Dünya, gezen aylak gözün kayıt makinesiyle yeniden keşfediliyordu. Antropologların dünyanın sömürgeleştirilmesine katkı olarak yaptıkları araştırmalarda kullandıkları fotoğraf, aylak fotoğrafçı için kent yaşamını, alt tabakayı, egzotik yerleri ve başka kültürleri tanımanın bir aracı olur. Daha önce elleri cebinde edebiyatçıların kenti ve başka insanların yaşamlarını izlediği, yeni insanlar ve hikayeler bulduğu sokaklar, fotoğrafçı denilen aylakların mekanı olur. Bu anlamda denilebilir ki, günlük bir basın kuruluşu için fotoğraf çekenler, gazeteciler, foto-muhabirleri, dokuz-altı iş rutini dışında çalışan, başta belgesel fotoğrafçılar olmak üzere serbest çalışan fotoğrafçılarda aylaklığa dair özellikler bulmak mümkündür; genel olarak fotoğrafçılar bir memur ya da bir işçi gibi çalışmazlar, bağımsız çalışmaya yatkındırlar, yalnız ve bant sisteminin dışında çalışırlar, düzenli bir hayatları ve normal kabul edilen aile yaşamlarından uzaktırlar, yaptıkları işe dair tutkuları vardır, mavi ve beyaz yakalıların çalışma hayatına benzemez yaşamları, merak ettiği konuların peşinden giderek uzun yıllar bu konuları çekerler, sürekli hareket halinde, farklı koşullarda ve zor şartlarda çalışır, merak ettikleri, peşinden koştukları yaşamı kaydederler. Kahveler, barlar, kumarhaneler, pavyonlar, iş yerleri, fabrikalar, yollar, inşaatlar, köhne barakalar, gecekondu semtleri, çamurlu sokaklar, ışıltılı caddeler, eğlence hayatı, savaşlar, açlık, sefalet, toplumsal eylemler, binalar ve zamanın yıkıcılığında ölmekte olan herşey meraklı aylakların fotoğrafladığı konulardır.
Fotoğrafçı gezerek gördüğü yerlerde, hikayeler, yüzler, zaman ve mekanları bu yeni kayıt biçimiyle kaydeder, oluşan imgeleri çoğaltarak başka gözlere ulaştırır. Elde taşınan kamera ile Andre Kertesz ve Henri Cartier Bresson ile başlayan yeni fotoğraflama biçimi, maceracı bağımsız kişiliğiyle Robert Capa’da kendisini bulur. Bağımsız çalışan, macerayı seven, yerinde duramayan, izlemeyi ve anlamayı seven bu meraklı kişilik yeni dönemin aylak karakteridir. Aylak, sahip olamayacağı şeylerin fotoğraflarını çekerek, sanal bir sahiplik yaratır, bu sahiplik duygusunu fotoğrafı izleyen ve fotoğrafa sahip olan herkesle paylaşır.
Bulunuşu itibarıyla kentli orta sınıfa hitap eden fotoğraf, Baudelaire tarafından eleştirilir. Baudelaire, resmin yerini almaya çalışan bu yeni aracı, sanat olarak görmez, fotoğrafı; başarısız ressamların uğraşı, körlüğün bir işareti, bir ceza, bilim ve sanatın değersiz uşağı, yaratıcı olmayan karalamalar olarak görür; fotoğrafın ancak doğa bilimcisinin bir eşyası, bir turistin albümünü zenginleştirmek ve onun hafızasını tazelemesine yardımcı araç olabileceğini söyler. (1) Gerçekliğin fotoğraf makinalı, gayretli avcı tarafından izlenip yakalanacak egzotik bir ödül olduğu görüşünün en baştan beri fotoğrafı biçimlendirdiğini savunan (2) Susan Sontag, fotoğrafçılığın bir aylak uğraşı olarak orta sınıfın dünyaya bakışı olarak değerlendirir ve şöyle devam eder:
Aslında fotoğraf, ilk olarak duyarlığı Baudelaire tarafından pek doğru biçimde çizilen orta sınıf aylağının gözünün bir uzantısı olarak kişiliğini bulur. Fotoğrafçı kent cehennemini inceleyen, sezdirmeden ona yaklaşan, devriye gezen yalnız bir yayanın silahlanmış hali, kenti bir şehvetli aşırılıklar sahnesi olarak keşfeden röntgenci gezgindir. Seyretme zevklerinin ve başkalarının duygularını anlamanın ustası olan aylak, dünyayı “resim gibi” bulur… Aylak, kentin resmi gerçekleriyle değil, onun karanlık ve biçimsiz köşeleriyle, ihmal edilmiş topluluklarıyla ilgilenir.(3)
Susan Sontag, Fotoğraf Üzerine, Reha Akçakaya (çev.), 1. Basım, İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları, 1993, s.68
Gezme eylemi aylak karakterinde özgürleştirici, anlamaya dair eylem olduğu gibi bu eylem fotoğrafçı için de aynı olduğu söylenebilir. Fakat elindeki objektif kılma ve temsil etme aracı olan fotoğraf makinesi, aylak bir yazarın eyleminden farklı bir sonuç ortaya çıkarır. Yazar konuyla arasına bir mesafe koymaz, kimi zaman yazdığı olayın bir kahramanı olurken, fotoğrafçı konuya uzak ve konunun dışında olarak onun öznesi değil, izleyenidir. Her ne kadar anlama sürecini çalışmaya dahil etse de sonuç görüntü kendisine ait olmayanların temsilidir ve çoğunlukla fotoğraflananların bu temsilden haberleri yoktur. Sontag söz konusu durumu şu sözlerle eleştirir:
Fotoğraf makinası ahlaki sınırları ve toplumsal engelleri yok ederek fotoğrafçıyı fotoğrafı çekilen insanlara karşı her tür sorumluluktan kurtaran bir pasaporttu. İnsanları fotoğraflamaktaki asıl amaç, onların yaşamlarına müdahale etmemeniz, yalnızca onlara konuk olmanızdır. Fotoğrafçı bir “süperturist,” yerlileri ziyaret edip onların egzotik uğraşları ve garip giysileri hakkında haberlerle geri dönen antropoloğun bir uzantısıdır. Fotoğrafçı her an yeni deneyimleri sömürgeleştirmeye ya da tanık olunarak bakmanın yeni yollarını bulmaya çabalar.(4)
Susan Sontag, Fotoğraf Üzerine, Reha Akçakaya (çev.), 1. Basım, İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları, 1993, s.55
Gezmenin fotoğraf biriktirmek için bir strateji olduğunu, fotoğraf çekme eyleminin ise gezi sırasında başınıza geleceklerden kaçmak için rahatlatıcı eylem olduğunu ve bu haliyle turistlerin davranışlarına ‘dur bir fotoğraf çek ve yoluna devam et’ şeklinde yön verdiğini savunan Sontag, fotoğraf çekmenin aynı zamanda bir müdahale etmeme edimi olduğunu anlatır.(5)
Kaynakça : 1- Uzaklardan, “Fotoğraf, Charles Baudelaire” 2002, Fotoğrafya Sanal Fotoğraf Dergisi, sayı 12,(20.01.2019) 2- Susan Sontag, Fotoğraf Üzerine, Reha Akçakaya (çev.), 1. Basım, İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları, 1993, s.68 3- Sontag, s. 69 4- Sontag, s. 55 5- Sontag, s. 24-25
Not: Bu yazı, Turgay Süsem’e ait “Fotoğrafta Kamu Eleştirisi:Beton” adlı Marmara Üniversitesi GSE Yüksek Lisans Eser Metni içerisinden alınmıştır.
Bize Ulaşın