Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Nursen Bilgin Kadayıfçıoğlu tarafından hazırlanmıştır.
**************
Her yerleşim onu inşa eden toplumdaki toplumsal ilişkilerin mekana yazılmasıdır. Şehirlerimiz ataerkilliğin taşa, tuğlaya, cama ve betona yazılmış halidir.
Jane Darke
Leslie Kern’in Feminist Şehir’ini kitapçı listesinde gördüğümde ilk aklıma gelen, Charlotte Perkins Gilman’ın Kadınlar Ülkesi’ydi. Ne anlatılmaktaydı acaba, sadece feministlerin yaşadığı bir kent, bir kurtarılmış bölge mi? Okudukça bu düşüncenin, içinde yaşadığım şehri verili haliyle kabul ettiğim, doğal ve değişmez saydığım anlamına gelmekte olduğunu anladım.
Yazar, akademisyen Leslie Kern’in ilk şehir deneyimi erken gençlik yıllarında erkek kardeşiyle birlikte kasabalarından çıkıp geldikleri Toronto’ya ilişkindir. Kent hayatına ilişkin deneyimlerinin kardeşinden son derece farklı olduğunu gözlemler. Erkek kardeşi Josh, anahtarları yumruk yapılmış parmaklarının arasından çıkmış vaziyette, kestirme yol daha da tehlikeli olduğu için eve yarım kilometre daha fazla yürümek zorunda kalmamış veya bebek arabasıyla çok fazla yer kapladığından itilip kakılmamıştır. Aralarındaki tek fark toplumsal cinsiyetleridir. Hamile kalıp çocuk sahibi olana dek, tekerlekli sandalye kullanıcılarının nasıl bir ayrımcılığa maruz kaldıklarını idrak etmemiştir.
Sakatlar, siyahlar, yerliler, queer bireyler, evsizler, düşük gelirliler gibi gruplar için de kent yaşamı bir eşitsizlikler coğrafyasıdır ve toplumsal cinsiyet bu eşitsizliklerle iç içe geçmiştir. Bu ona “kenti kimler tasarlıyor?” sorusunu sordurur.
Tarihsel gelişim sürecine bakar: Kadınların modern şehir açısından her zaman sorun olarak görüldüğünü anlaşılmaktadır.
Sanayi devrimi sırasında her türden emeğe ihtiyaç duyulması kentleri bir anda kırsal alandan gelen göçmenlerle, alt sınıftan kadınlarla doldurunca şehir seçkinleri arasında panik yaşanır. Tüm güçleriyle statü karmaşasını, beyaz bir hanımefendinin yanlışlıkla “hayat kadını” sanılma riskini bertaraf etme çalışmalarına girişirler. Kimi kadınların şehrin keşmekeşinden korunması gerekirken diğerlerinin kontrol altında tutulması, yeniden eğitilmesi ve belki de sürgün edilmesi gündemdedir.
Bugüne gelirsek, belirli türden şehir iyileştirme programlarıyla kadınların bedenlerini denetim altına alma çabalarının son bulmadığını görürüz. Mutenalaştırma tezlerinde beyaz olmayan yalnız anneler, göçmen kadınlar ve seks işçileri kentte suçu yeniden üretmekle suçlanırken, bebekli beyaz anneler mutenalaştırmanın failleri olarak itibarsızlaştırılmakta, kürtaj ve diğer bedensel haklarını savunan kadınlar bozguncu bireyler olarak hedef alınmaktadırlar.
Şehir, erkeklerin geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini destekleyip kolaylaştırmak üzere ve erkeklerin deneyimlerini norm kabul ederek şehrin kadınlar için nasıl engeller yarattığıyla pek de ilgilenmeden, şehir hayatına dair günlük deneyimlerini göz ardı ederek düzenlenmektedir.
Feminist akademisyen Sarah Ahmet’in işaret ettiği üzere:
… alıntılanabilirlik akademik ilişkiselliğin bir başka biçimidir. Beyaz erkekler diğer beyaz erkeklerden alıntı yapıyor, hep yaptıkları bu. İşlek yol olarak beyaz erkekler; hep o yoldan yürüyüp belirginleştirdikçe, daha çok o yoldan yürüyoruz. Kentsel akademik alan ve planlama çok uzun süredir o yoldan yürüyor.
Günümüzde feminist mimarlar, şehir plancıları ve coğrafyacılar, toplumsal cinsiyet temelli deneyimlere dair titiz ampirik araştırmalar yoluyla, alanlarında kayda değer girişimlerde bulunmaktadır. Eylemciler kadınların ihtiyaçlarının daha iyi bir şekilde karşılanması için, kentsel tasarım denetim uygulamaları ve hizmetlerde değişiklikler yapılması için yoğun baskı yapmaktadır.
Kitap boyunca kent mimarisinin toplumsal cinsiyet temelli sembolizmine, mutenalaştırmada kadınların rolüne kadar her konuyu çalışmış kentsel düşünürlerle tanışıyoruz.
1970 ve 80’lerde yükselen siyah feminist hareketin, feminizmin cinsiyetçilik, ırkçılık, sınıfçılık, homofobi ve sakat ayrımcılığı da dahil çeşitli imtiyaz ve baskı sistemleri arasındaki ilişkiye dair anlayışında radikal bir değişikliğe neden olduğunu görüyoruz. Bu, kesişimsel feminist teorinin doğuşudur.
İmtiyazlı beyaz kadınların ihtiyaçlarına ve arzularına odaklanmayan, seks işçilerini, beyaz olmayan kişileri, gençleri veya göçmenleri güvenlik görüntüsü yaratmak için günah keçisi ilan etmeyen, polisiye tedbirlere bel bağlamayan, en yaralanabilir olanların ihtiyaçlarından ve bakış açılarından başlayan bir anlayıştır kesişimsel feminizm.
Yalnız yaşama hakkı, sürekli taciz beklentisi içinde olmaksızın kalabalıktan biri olarak akıp gitme, görünmezlik hakkı sadece sakat olmayan beyaz erkeğe layık görülen bir hak iken; toplumsal cinsiyet temelli şehri yüksek çözünürlükte görünür kılan durumlar birer bölüm başlığıdır kitapta.
Hamileliği, bedeninin ansızın kamusallaştığı bir dönem olarak deneyimler Kern. “İnsanlar çıkık göbeğime sanki üzerinde ‘burayı ovalayın lütfen‘ yazıyormuş gibi davranıyorlardı. İstemediğim halde verilen tüm tavsiyeleri neşeyle karşılamam bekleniyordu.” diye yazar.
Anne olduğunda kamusal alanda emzirmenin ne kadar cesurca olduğunu farkedecek, bebek arabasıyla toplu taşıma kullanmanın, bozuk asansörler, yürüyen merdivenler, turnikeler, kaba yorumlar, bakışlar gibi nedenlerle işkence olduğunu, çocuk bezi değiştirebileceği, temiz ve güvenli umumi tuvalet arayışının da o kadar cesaret kırıcı olduğunu görecektir.
Tuvalet ihtiyacı ve erişimi tümüyle toplumsal cinsiyet temelli bir meseledir. Kadınların ve trans kadınların düzenli menstrüasyon ihtiyaçları, daha fazla tuvalet kağıdı ve ped ihtiyacı, çanta ve montları asacak yerlere, kapalı kabinlere ihtiyaçları olup; çocukların, bebeklerin, sakatların ve yaşlı aile üyelerinin tuvalet ihtiyaçlarına yardımcı olmaktan sorumlu olmaları muhtemeldir. Sakat hakları savunucuları tuvaletlerin fiziksel biçiminde değişiklik yapılmasında büyük ölçüde başarılı olmuşlar, trans bireyler de tuvalet erişiminde bir sonraki büyük değişimin ön saflarında yer almaktadırlar. Tuvaletlerin bazılarının toplumsal cinsiyete göre ayrılmaması ve tüm toplumsal cinsiyetler için toplumsal cinsiyetsiz tuvaletlerdir amaçlanan.
Sadece kadınların üzerine yığılan bakım işleri kamusal bir alt yapı olmaması nedeniyle, kadınları aşırı yük altında bırakırken, bir başka kadının ücretli emeğine başvurma yoluyla, kadınlar arasındaki eşitsizliği de derinleştirmektedir.
Şehirlerin bakım işini ve toplumsal yeniden üretimi daha kolektif, daha az yorucu ve daha adaletli hale getiren politikalar uygulaması ve mekanlar yaratması elzemdir.
Buradan bir yaşam biçimi olarak kadınların arkadaşlığına gelir Kern.
Popüler temsiller tüm kadın arkadaşlıkların şirret, zehirleyici veya rekabetçi olmak zorunda olduğu bir mit üzerine kuruludur. Bunun dışında yer alanlar genellikle romantik heteroseksüel ilişkilerin ikinci sınıf ikameleri veya örtülü lezbiyen aşkı olarak anlaşılmaktadır.
Bu mitler güçlerimizi birleştirmemizi, dünyamızı ve kendimizi dönüştürmek açısından arkadaşlığın gücünün farkına varmamızı engeller.
Kadınların ilişkilerine değer veren, çekirdek aileyi merkezden kaldıran ve kadınlarla kızların yer kaplamasına ve kendi tercihlerine göre ilişki kurmasına imkan veren bir şehre doğru atılmış her adım bizleri feminist şehre biraz daha yaklaştıracaktır.
Queer olsun olmasın kadınların kentsel yaşamları değişiyor, kadınlar daha geç evleniyorlar ve aile evinden ayrılmakla uzun vadeli hayat arkadaşlıkları kurmak arasında daha uzun süre bağımsızlıklarını yaşıyorlar, hiç evlenmeyen kadınların sayısı artıyor.
Buna rağmen kadınların kentte yalnız başına yer kaplaması halen çok zor. Kendilerine ayırabildikleri zaman dilimlerinde bile etrafındaki kişilerin talep ve ihtiyaçlarına cevap vermeleri bekleniyor. Bir kafede veya parkta yalnız başına oturan bir kadın her zaman diğer erkekler açısından müsait varsayılmaktadır. Şayet kamusal alanda bir kadın bir başka erkeğin varlığıyla veya alyans gibi aşikar işaretlerle açıkça mülk olarak işaretlenmediyse o zaman meşru hedeftir. Tecavüz kültürü bize kamusal alanda yalnız olmanın, kendini cinsel şiddet tehdidine maruz bırakmak olduğunu öğretiyor ve dolayısıyla tetikte olmak çoğu kadın için şehirde yalnız olma deneyiminin bir parçası.
Kadınlar için şehrin sürekli bir tehlike coğrafyası olarak kurulduğuna dikkat çeken Kern, gerçek tehditlerin yanı sıra tehlike mitlerinin de kadınların zihinsel coğrafyalarını şekillendirdiğini, yaratılan korkunun kadınların kentsel deneyimlerine ket vurduğunu ileri sürüyor. Özgürleşme alanı olarak şehir ile tehlike alanı olarak şehir arasındaki gerilimi ele alıyor.
Sahip olduğumuz hiçbir şey mücadele etmeden kazanılmadı, gelecekte elde edeceğimiz hiçbir şeyde mücadele etmeden verilmeyecek. Bir başka deyişle şehir sesini duyurma yeridir, aynı zamanda uğruna mücadele ettiğimiz yerdir. Ait olmak, güvende olmak, hayatını kazanmak, topluluklarımızı temsil etmek ve çok daha fazlası için savaş verdiğimiz yerdir. Feminist şehir vizyonu tasarlamaya yönelik her çaba eylemcilerin rolünü dikkate almalıdır.
Leslie Kern tam bu noktada emek eylemciliği alanlarında tanık olduğu cinsiyetçilik, ırkçılık, sakat ayrımcılığı ve transfobiden bahsetmekte, bilinen toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimine dikkat çekmektedir.
Tarih, toplumsal değişimin bir protesto eylemi olmaksızın gerçekleşmediği konusunda nettir.
Feminist Şehir’in ne olduğu konusunda şunları söyler Kern:
Feminist bir şehir fiziksel ve sosyal engellerin ortadan kaldırıldığı, tüm bedenlerin hoş karşılandığı ve barındırıldığı bir yer olmalıdır. Feminist bir şehir, kadınların büyük ölçüde bakım işinden sorumlu olmaya devam etmeleri gerektiğinden değil, şehir bakım işini daha eşit dağıtma potansiyeline sahip olduğundan, bakım odaklı olmalıdır.
Feminist bir şehir kadınların her zaman birbirlerini desteklemek için kullandıkları yaratıcı araçlara başvurmalı ve o desteği tam da kendi dünyasının dokusunu inşa etmek için kullanmanın yollarını bulmalıdır. En yaralanabilir olanların ihtiyaçlarından ve bakış açılarından başlayarak kesişimsel bir yaklaşım gerekecektir.
Kadınları dinlemek ve onlara inanmak standart bir uygulama olacak. Özel ile kamusal şiddetin bağlantılı olduğuna dair bir kavrayış artacak. Tecavüz mitleri ve tecavüz kültürü yok edilecek, korku bir toplumsal kontrol taktiği olmayacak. Güvenli, feminist bir şehirde kadınların sırf kapıdan dışarı adım atmak için cesur olmaları gerekmeyecek. Enerjilerimiz milyonlarca güvenlik tedbiri almaya harcanmayacak. Bu şehirde kadınların dünyaya katkısının tam anlamıyla farkına varılabilecek.
Yazar Leslie Kern hakkında:
Leslie Kern doktorasını York Üniversitesi kadın çalışmaları bölümünde tamamlamış olup halen Mount Allison Üniversitesi’nde coğrafya ve çevre bölümünde doçent olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda üniversitenin kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları programının direktörü olan Kern, kent, mutenalaştırma, toplumsal cinsiyet ve feminist coğrafya konusunda dersler vermektedir. Feminist şehir planlama ve coğrafya alanındaki çalışmalarıyla çeşitli ödüller kazanmış yazarın, Sex and the Revitalized City: Gender, Condominium Development, and Urban Citizenship adını taşıyan bir kitabı daha vardır.
Bize Ulaşın