Kitap Çernobil,
Ceylan Yayınları, 2023 (Türkçe)
Chernobyl, Manifold, 2023 (İngilizce)
İki ayrı yayınevi tarafından Türkçe ve İngilizce olarak sunulan ÇERNOBİL bir fotoğraf albümünden daha fazlası… Kitapta Emin Altan’ın kapsamlı önsözü ile birlikte, aralarında kitabın editörü Cemil Aksu’nun ve felsefeci Slovaj Zizek’in bulunduğu oniki yazarın katkısı yer alıyor. Metinler; enerji, ekoloji, enerji üretimi, nükleer santral gibi son derece karmaşık konuları bilimsel, sosyolojik ve felsefi disiplinler açısından ele alıyor. Sıradan okuyucuların da çokça yararlanabileceği, referans alabileceği, her biri ayrı bakış açısıyla ve anlaşılır bir dille yazılmış makaleler kitabın zengin bir içerik kazanmasını sağlamış. Kitabın girişinde Altan’ın 2015-2020 yılları arasında Çernobil’de çektiği, Tarkovsky’nin Stalker (İz Sürücü) filmini anımsatan dehşetengiz fotoğrafları karşılıyor okuyucuyu. Bu fotoğraflar, doğayı ve yaşamı tehdit eden, boyutları kolayca açıklanamayan ve gözle görülemeyen bir gücün varlığını hissettiriyor.
Çevreci, barışçıl ve yeşil enerji (!) kaynağı olduğu ileri sürülen Çernobil Nükleer Santralı’nda 26 Nisan 1986’da bir kaza meydana gelmişti. Dünyada o zamana kadar meydana gelmiş, felaket boyutuna varmış kazaların en büyüğüydü bu. Kaza sonucunda açığa çıkan radyasyonun, Hiroşima ve Nagazaki’nin atom bombası ile bombalanmasından açığa çıkan radyasyondan 200 kat fazla olduğu tespit edilmişti. Bu felaket ölümlere, sakatlıklara, hastalıklara yol açtığı gibi çevreye de onarılmaz zararlar vermişti… Geniş bir bölgeye verdiği zararın ötesinde, felaketin insan üzerindeki uzun süreli etkisinin kanserden ölüm olduğu anlaşılmıştı.
Yaşamı tehdit eden bu güç karşısında 1986’da ülkemizde yaşananları hatırlıyorum: Kuzeyden, Çernobil üzerinden Karadeniz kıyılarına sürüklenen bulutların gizli bir felaket getireceği haberleri dolaşıyordu. Radyasyon yüklü bulutların bitki örtüsü, insan ve diğer canlılar üzerinde etki edeceği belirtiliyordu. Sabahları bakkaldan satın almayı alışkanlık haline getirdiğim Gülüm Süt’ün tüketimine son vermiştim. Türkiye’nin ilk kutulu pastorize süt ürünü olan ve çok satılan bu marka, Trakya kırsalında otlayan ineklerin sütünden üretiliyordu ve bir yıl geçmeden bu firma üretime son verdi. Radyasyon yüklü bulutlardan yağan yağmurlardan etkilenmiş bir diğer ürün olan çayı içmeye de ara vermiştik. Eski tarihli çay paketlerini arar olmuştuk. O dönemde üretilen çayın imha edilmesi gerekirken gizli olarak piyasaya sürüldüğü haberleri de yayılmıştı… Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral televizyon kameralarına karşı çay içerek, olayın vahametinden söz etmeden cahil cesareti sergilemişti. Binlerce yıl sürecek, tiroid kanseri ve başka kanser türlerinin çoğalmasına yol açacak radyoaktivite etkisinden çoğumuz haberdar değildik ama endişeliydik.
“Ekolojik felaketler hususunda orta yol yoktur: Ya gerçekleşecektir ya da gerçekleşmeyecektir”, diyor Slovaj Zizek; ‘Doğa ve Hoşnutsuzlukları” başlıklı makalesinde. Ve belirtiyor: “Şok ve dehşete neden olan şey, doğanın bizim kontrolümüzde olmayan gücü değildir; kendi eylemlerimizin beklenmedik sonuçları karşısında duyulan korkudur; dinin evcilleştirmeye çalıştığı da bu korkudur.” Felaket riski taşıyan, yıkıcı etkileri görülebilecek bir senaryonun içinde olmak için insanın kendi eliyle kıyameti olanaklı hale getirmesi üzerinde duruyor Gunther Anders. Ve insanın bu durumu kavrayamamasını ‘kıyamet körlüğü’ deyimiyle ifade ediyor. Güvenlik standartlarının ve güvenlik kültürünün düşük olduğu bizimki gibi ülkelerde nükleer santralın bir tehdit anlamına geldiğini vurguluyor bütün bu görüşler.
Kitaptaki makaleler pek çok bilgi içeriyor… İlk nükleer santral 1954’te kurulmuş. Bugün sayısı 400’lerle ifade edilen nükleer santrallar, dünya ölçeğinde, hidroelektrik santrallarının üretimine eşdeğer bir enerji üretimi sağlıyormuş (%2.5). Enerjinin çok büyük bir bölümünün odun, kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlardan elde edildiğini biliyoruz. Diğer taraftan rüzgar, güneş gibi ‘yenilenebilir’ enerji yatırımlarının son yıllarda hızlandığını ve toplam enerji üretimi içindeki payının hızla artmakta olduğuna tanık oluyoruz.
Altan’ın önceki çalışması Chaosmos’ta, izleyicisini bir çeşit iç hesaplaşmaya sevk eden distopik bir dünya kurgusu sunuluyordu. Endüstri çağının çelişkileri karşısında yalnızlaşan, doğanın sesine kulak vermeyi ihmâl eden insanın, bilerek ya da bilmeyerek parçası haline geldiği yıpranmış bir doğa betimleniyordu. Fotoğraflar, soyut düşünmeyi harekete geçirmek, insanın sorumluluğunu hissettirmek bakımından mekân ve zaman bilgisi belirtilmeden paylaşılmıştı. Çernobil bu yaklaşımdan çok farklı olmayan bir biçimde nükleer felaketin meydana geldiği Çernobil ve yakın çevresine odaklanıyor. Yaşamın adeta donmuşçasına son bulduğu ürkütücü mekânları görüyoruz fotoğraflarda. Varlığın ön koşulu zaman ve mekândır; burada bu felaket sonucunda âdeta zamanını yitirmiş mekânlarla karşı karşıyayız. Bu hüzün veren, insanı anlam kargaşasına sürükleyen eksik-mekânlar, izleyicinin her bakışıyla yeniden varlık kazanacakmışçasına önümüze seriliyor. Fotoğrafların bir bölümü Altan’ın bu terk edilmiş mekânların duvarlarında, çekmecelerinde rast geldiği fotoğraflarından oluşuyor; diğer değişle Altan’ın seçimiyle, çerçevelemesiyle fotoğraflanmış eski fotoğraflar… Orada bir zamanlar yaşamış ve bu felaketten kendi payına düşeni almış, kendi trajedisini yaşamış insanların varlığını hissetmeye çabalıyoruz. Onların da bu eksik-mekânlarla bağlarını kurmakta zamansız bir boşluğa düşüyoruz. Bu hacimli kitap boyunca metinlerin ve fotoğrafların bir harmoni oluşturacak biçimde gruplar halinde yerleştirilmesi anlamlı… Fotoğraflar duygu yoğunluğu yaratırken metinler düşünme gücünü harekete geçiriyor ve bir insanlık meselesiyle karşı karşıya olduğumuzu perçinliyor.
Endüstri çağı ve kapitalizm, son 250 yılda 10 katına ulaşan dünya nüfusu ile birlikte insanın tüketim ihtiyacının büyük ölçüde artışına sahne oldu. Bu durum, enerji gereksiniminin korkunç bir hızla büyümesine ve doğanın bilinçsizce sömürülmesine yol açtı. Dünyanın geleceği tekno-bürokratların, sermaye gücünü elinde bulunduran, kârdan başka bir amaç gütmeyen oligarşinin elindeyken bu döngüden çıkabilmek zor gözükse de, Çernobil etkileyici fotoğraflarıyla ve zengin metinleriyle geleceğe ilişkin kaygı verici soruları ve bilim insanlarının yanıtlarını bir kere daha gündeme taşıyor.
Harika ! Teşekkürler…