Bu yazıda, özellikle düşük bütçeli kısa filmlerdeki mandalın öneminden bahsedeceğim.
Görüntü yönetmeni olarak, teknik kısma ilgi duymamak imkânsız gibi bir şey benim için. Dijital sinematografi ve video kameralarının daha erişilebilir hale gelmesiyle ekipman tutkusu bu alana da bulaştı. Her yıl güncellenen kameraların yanı sıra ışıklar, sliderlar derken artık tüm ekipmanlar profesyonel son kullanıcılar için daha erişilebilir hale geldi.
Bundan 10 sene önce ortalama bir film setine gelen kamera malzemelerinin değeri yaklaşık en az $500.000 civarındaydı. Ancak bugün yakın bir görüntü kalitesini $10.000’lık ekipmanla sağlamak mümkün! Bu hızlanan ve ucuzlayan teknolojide tüm markalar pazardan pay almak istiyorlar. Örneğin Sony, Panasonic, Red ve Blackmagic gibi kamera markaları daha yüksek çözünürlük ve daha zengin renk derinliğine sahip sensörler üretmeye başladılar. Led teknolojisi sayesinde son kullanıcıların sahip olabileceği maliyetlerde lambalar üretilmeye başlandı.
Bütün bu gelişmeler devam ederken daha iyi filtreler, tripodlar ve ışık ayakları gibi yan ekipmanlar da geliştirildi. Ancak, bir türlü gelişim göstermeyen tek bir ekipman var: Her sette mutlaka kullandığımız “mandal”. Evet, yanlış duymadınız: ahşap mandal!
Günümüzde kullanılan mandala benzeyen ilk tasarım 1853’te David M. Smith tarafından yapılmış ve sonrasında 1900’lerin başında, üretimin ucuzlamasıyla beraber yaygın şekilde kullanılmaya başlanmış. Sinema sektöründe ise halojen lambaların yaygınlaşmasıyla birlikte mandal ile film yapımcılığının yolları kesişti. Çünkü görüntü yönetmenlerinin ve ışık şeflerinin, kullandıkları ışığı şekillendirmesi, kesmesi, azaltması veya yumuşatması gerekiyordu. Bunu da yanmaz ışık filtreleri ve bu filtreleri ışık kafalarının ucuna tutturmak için kullandığımız mandallar mümkün kıldı.
Mandal, bizim için vazgeçilmez bir ekipman. İyi ki varlar, değil mi?
Üniversitede fark ettim ki öğrenci filmlerindeki kötü ışıklandırmanın sorumlusu bu mandal!
Her zaman satın alabileceğimiz veya kiralayabileceğimiz havalı ekipmanlar arıyoruz; filmlerimizi hep daha iyi kameralarla çekmek, hep daha pahalı ve daha büyük ışık kaynaklarıyla çalışmak istiyoruz. Hep bulabileceğimizin en iyisini istiyoruz. Fakat aldığımız son teknoloji, gıcır gıcır lambanın üzerine ambalajı yeni açılmış ışık filtresini takacağımız anda fark ediyoruz ki mandal yok!
Ne yapıyoruz?
– İdareten koyalım üzerine, dengede durur zaten. Durmuyor
– Köşesini şuraya, kapakların üzerine kıstıralım diyoruz, yarım saat sonra bakıyoruz ki o kadar sıcağa filtre bile dayanamamış.
Sonunda vakit iyice daraldığı için, bant verin şunu bantlayalım, diyoruz. Bant o kadar sıcağa dayanamıyor, düşüp duruyor.
En sonunda shotun devamını difüzyon filtresi kullanmadan çekiyoruz.
Ne oldu? Setin yarısında filtreyi ışığa tutturmaya çalıştık; o zamana kadar ne oyuncu kaldı ne oyun kaldı ne de sahne. O yüzden üniversite hayatımda çalıştığım filmlerin çoğunda çantamda hep bir kutu mandal vardı. Ne zaman ekipmanla ya da teknik kısımla fazla ilgilenmeye başlasam kendimi geri çekerim ve aklıma mandal gelir.
Basit bir mandalın bile filmin kalitesi üzerinde büyük bir etkisi olabilir. Mandal bazen en basit çözüm yoludur.
Her zaman hatırlanması gereken şey şu: Filmin kalitesi, üretim sürecindeki detaylarda yatar. Her ayrıntı önemli olabilir ve bu nedenle her adımda dikkatli olmak ve doğru tercihler yapmak önemlidir. Emeğimizi üretim zincirinin halkalarına eşit dağıtmalıyız çünkü her aracın doğru yerde ve doğru şekilde kullanılması, filmin kalitesini artıracaktır.
Bize Ulaşın