AFSAD Kontrast dergisinin yazı dizini başlıklarını yakın tarihlerde şöyle bir taradım. Sonra Fotoğraf dergisinin eski sayılarını karıştırırken Bülent Erutku’nun “Lisansüstü Fotoğraf Eğitimine Genel Bakış” yazısındaki 70’i aşkın tez başlığını inceledim. Sonunda sansürün adının bizim fotoğraf dünyamızda yerinin olmadığına kesin karar verdim.
Biz fotoğrafçıların kardeş sanat dalı olan sinemanın başına gelenler ülkemizdeki yasakların kara mizah (sinema sansür kurulu kararları) örnekleriyle doludur. Bu dalın memleket sorunlarına, cinselliği de içeren tabulaşmış konulara dalıp çıkması sansürle boğuşmasına neden olmuş olabilir. Ancak, sinemacıların daha eski dostu fotoğrafçılar (gazeteciler, belgeselciler, amatörler, sanatçılar) en az onun kadar sansürden dertli.
Tek tek fotoğrafçıların, özellikle fotoğraf derneklerinin “ne sağcıyız, ne solcu futbolcuyuz” tadındaki ürkekliği başa gelen yasakların, saldırıların göz ardı edilmesine yol açtı. Başa gelen çekilir sözünü doğrularcasına, sansürü yaşayanların sadece bir bölümü kendi tepkilerini yansıttı, üyesi oldukları dernekleri tepkilerine ortak edenlerin sayısı ise az oldu. Başlarına gelmediği halde, gelecekmiş gibi davranan, ses veren bir avuç fotoğrafçı gururumuz oldu.
Bizim uğraş alanımızda da hem üretim (çekim) hem de sergileme (sunum) aşamasında yasaklarla, engellerle dolu azımsanmayacak örnekler var. Dahası saldırılar var. Gazetecilerin, belgeselcilerin, amatörlerin çekim sırasında uğradıkları şiddetin yanında örgütlü kalabalıkların fotoğraf sergilerini basıp dağıttığı yıllar var. Ayrıca, sergiden kaldırılması istenen, kaldırılan fotoğraf eserleri oldu. Kapanış tarihinden önce sunumuna son verilen ya da tamamen kapatılan sergiler oldu. Gösterisi yarıda kesilen dia gösterilerine tanık olduk.
Sinemada sansürün iyi ki adı var. Kitaplar, tez çalışmaları var, makaleler, belgeseller var. Sinema örgütlerinin, Yeşilçam çalışanlarının sinemanın özgürlüğünü ve emeklerinin tam karşılığını istediği yürüyüşler var. Edebiyatçıların, yazarlarımızın düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına karşı yaptığı eylemler var. Kitapları, yazıları, söyledikleri yüzünden eziyet çekenler, hayata veda ettirilenler var.
Geriye doğru baktığımda fotoğraf dünyasının kendiliğinden örgütlü sessizliğinin payıma düşeninden hep rahatsız oldum. Fotoğraf dünyamızı oluşturan insanların ilerici, modern, demokrat çoğunluğunun ürkekliğinden ülkemiz adına endişe duydum. Cenazelerine tanıklık ettiğim Ruhi Su’nun, Uğur Mumcu’nun, Onat Kutlar’ın, Turan Dursun’un, Çetin Emeç’in, Sivas Madımak katliamı kurbanlarının ardından yürüyen büyük kalabalıkların, yurttaşların evine, işine, okuluna, derneğine dönünce eski suskunluklarına sarılmalarına hayret ettim.
Sizi, derneklerimizi bilmem ama ben “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi” başlığıyla açıklanan sayılardan utanıp sıkılmaktan yılmayacağım. Mayıs 2023 sonuçlarına göre bizim memleket 180 ülke içinde 165’lerde. Başkalarının gözünde ülkemizin; senin-benim, İFSAK’ın, AFSAD’ın, İFOD’un, BUFSAD’ın, ANAFOD’un itibarı da aslında bu rakamlarda gizli. Dernekler amaçlarını fotoğrafçılığı sevdirelim yayalım çabasıyla sınırladıkça sansür karşısındaki boş vermişlik eğrisi zirve yapacak neredeyse.
Derneklerimiz suskunluklarıyla, kurumlarının hobi tadında bir cemiyet, kulüp olduğunu itiraf ediyor aslında. Çünkü bırakın solcu, sosyalist olmayı geleneksel liberal demokrat düşünce veya ulusal günlerde dernek internet sayfalarına öylesine yerleştirilen görselleriyle Atatürk ısrar ettikleri suskun tutumu kabul etmez. Bir kere Cumhuriyetin kurucusu nereden baksanız eylem insanıdır. Ayrıca dernek, sendika ve benzeri dayanışma öbekleri iktidarda kim varsa onların gücünü frenlemekle, sınırlamakla yükümlüdür. Daha sıradan olanı da şu; alınan kararlara katılma isteği de içinde olmak üzere talepte bulunma hakkı… Örneğin, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi toplumun gündemine düşer düşmez Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu’nun görüş açıklaması gibi…
Dernek ve siyaset denince safça ürkenleri 1986 yılında sokakta canına kıyılan İsveç Başbakanı Olof Palme’ye havale ediyorum: “Siyaset, bir şey istemektir” tanımı O’na aittir. Palme yaşasaydı, günümüzün çalışkan üç-beş derneğine dönüp; “Son beş yılda sizi yönetenlerden, oy verdiklerinizden ne talepte bulundunuz, hangi eleştirinizle uyardınız, çıkarın kağıtları” deseydi yanıt ne olurdu?
İrili ufaklı; ana-baba, koca, öğretmen, din görevlisi, doktor, yönetici gibi sivil ya da değil iktidar, iktidarcıklar karşısındaki bebeklik, çocukluk, gençlik, kadınlık, yaşlılık, yurttaşlık gibi güçsüz, savunmasız süreçleri aklınıza getirin. Bu zamanlar hep istemekle, eleştirmekle geçmez mi?
Bize Ulaşın