Bir kitabın, bir insanın veya bir müzik kompozisyonunun değerini anlamaya yönelik ilk sorumuz şudur: Yürüyebiliyor mu?
Friedrich Nietzsche
Bir kitap nasıl yürür? Fotoğraf okuru şayet bu soruya bir cevap arayacaksa, Fotoğrafla Diyalog kitabı ona kılavuzluk edebilir. Bu okur türünden kastım, basılı ya da dijital bir fotoğrafı değerlendiren, yorumlayan, üzerine konuşan değil de daha çok fotoğraf başlığı altında deneme, derleme, söyleşi, inceleme ve benzeri yazıları içeren kitapların okurudur. Zorunlu olarak böyle bir tanımlama yapmak durumundayım, çünkü fotoğraf kitaplarının okuru gerçekten son derece az. Bu nedenle genel okur kitlesine yazar gibi kendimi kandırmak istemiyorum. Ama bu yazının onların aklını çelmek gibi bir gizli amacı olduğunu da başından belirteyim.
Fotoğraf okurunun durumu zor; hadi deyip, okuduğu, okumadığı kitaplardan bir okuma listesi yapayım dese, bir teksir kağıdında tek bir sütun işini görecek. Hal böyleyken bir fotoğraf okuru tanımlaması yapmak iş ola.
Bu yazının esin kaynağı olan Fotoğrafla Diyalog kitabı, listenizdeki kitaplar arasında büyük cüssesiyle biraz göz korkutabilir. Dört yüz küsur sayfa ve üstüne üstlük tek bir fotoğraf yok; kapakta bile! (Kapak mevzusunu on yıl kadar önce Galata Fotoğrafhanesinin yayımladığı Fotoğrafsız dergilerinden ayırt etmek için dahil ediyorum.) Bu yönteme okumakta olduğunuz yazının da katılmasını isterdim ama içinde yer aldığımız görsel kültür güncesinin akışına uymayacağı için bahsini ettiğim fotoğrafçılardan birkaçının fotoğrafları bu yazıya eşlik edecek. Yazının daha en başından kitaba bir övgü sayılabilir; bu hiç fotoğraf yer almaması durumunun Galeano’nun Tepetaklak kitabındaki Düş Gücüne Övgü hikayesini anımsattığını söylemeliyim. Hikâye şöyle: BBC, çocuklara TV mi radyo mu diye soruyor. Radyoyu seçen çok az çocuktan birinin cevabı şöyle oluyor: “Radyoyu daha çok seviyorum, çünkü radyo dinlerken daha güzel şeyler görüyorum.”
Fotoğrafla Diyalog kitabını okurken, o çocuk gibi hiç fotoğraf görmeden fazlasıyla güzel şeyler görülebileceğine eminim. Her ne kadar kitapta yer alan yirmi üç fotoğrafçının on ikisi ABD’li olsa da fotoğraf eksenindeki diyalogları, düşüncelerinizi dünyanın dört bir yanına savuruyor. Bu yazı da bu savrulmaların bir ürünü, bir kişisel okuma ve yürüyüş deneyiminin sonucu.
Kitabın tanıtımında, söyleşilerdeki fotoğrafçıların yirminci yüzyılda fotoğraf alanına yön verdiklerini belirten, iddialı bir tanımlama var. Aynı tanımın kitabın orijinal dilindeki yayımında da yer aldığını not edeyim. Kitap elime ilk geçtiğinde, önce, bir yüzyıl boyunca fotoğraf alanına yön veren bu fotoğrafçıların hangi sebeple kitaptaki sıraya dizildiklerini anlamaya çalışıp, kendi kendime sorular türetmiştim: Acaba ad, soyadı sırasına göre mi? Yoksa doğum ya da ölüm yıllarına göre mi? Ya da röportaj sırasına göre mi dizilmişlerdi… Kitap kapağındaki sıralama ise tamamen tasarımcının tasarımı. Türkiye’deki okurlara Hafif Flu ile kendisini tekrar tanıtan ve eşantiyon misali -biraz da Espas yayınlarının torpili ile- kitabın son bölümünde kendi röportajına yer açan Robert Capa, tasarımcıya da kendini belli etmiş olacak ki kapakta da son sıradan da olsa kendine yer bulabilmiş. Anlayacağınız, daha okumaya başlamadan kitabın sayfalarını baştan sona, sondan başa dolaşıp durdum. Böylesine merakları olan okurların işi zor.
Kitap, o yüzyıl sinemayı doğuran fotoğrafın o geniş yelpazesinde ilgi alanlarına göre fotoğraf okurlarının didik didik etmesine pek müsait. Okurdan okura karalanan sayfalar, hayran olunan fotoğrafçılar ya da hızla okunup geçilenler farklılık gösterecektir elbet. Kitabın bazı sayfalarında kalemimi hiç oynatmamışken, bazı sayfalarında altı kalınca çizilen cümleler, daireye alınan bölümler, sağ boşluğa atılan yıldızlar… ve son yıllarda yıldızlara eşlik eden hashtag’ler var bendeki nüshanın sayfalarında.
Kitap, fotoğraf tarihinin on dokuzuncu yüzyıldan başlayan kısmının önemli bir dönemine spot ışığı tutuyor. Ne var ki sevk ettiği düşünceler sizi belki de sadece uzun ve amaçsız yürüyüşlerde farkında olmadan dünyadan kopan bir insanın hissedebileceği gibi bir sınırsız zamanda dolaştırıyor. Artık nereye varırsınız, sizin bileceğiniz iş.
Birbirlerinden tamamen ayrı üretim yöntemleri izleyenleri mi ararsınız; birbirlerinden tamamen farklı konularda çalışanlar mı dersiniz; fotoğraf eğitimine ya da fotoğraf tarihine hayatını adayan fotoğrafçılara mı baktınız… Her biri apayrı fotoğrafik bakış açıları ortaya koyuyor. Farklılıkların yanı sıra, çalışılan ortak isimler de belirginleşiyor. Söyleşideki fotoğrafçılarla birlikte onların da bu yön verme meselesine dahil oldukları anlaşılıyor.
Kitaptaki fotoğrafçıların yaşamlarının 1881’den 2004’e uzandığını görüyoruz. Söyleşiler ise yetmişli yılların başlarında yapılmış ve o yıllar bazı fotoğrafçıların yaşamlarının sonuna denk geliyor.
Söyleşilerin yetmişli yılların başında yapılmış olmasının nedeni ne olabilir? Bu fotoğrafçıların yirminci yüzyıl fotoğrafına yön veren isimler arasında oldukları belirtilmişti… Peki onlara neler yön vermişti? 1870’lere denk gelen “İkinci Sanayi Devrimi”, 1970’lere denk gelen “Üçüncü Sanayi Devrimi”, yüzyılında başında ABD’de Büyük Buhran ve dünyaya etkileri, Dünya Savaşları, bunların arasındaki İspanya İç Savaşı… Bu dönemeçler onların çalışmalarını etkiledi mi? Bu tarihi olayları, sadece belgesel fotoğrafçıların ele aldıkları konular ya da arka planlarına işaret etmek adına sıralamadım. Aynı zamanda fotoğrafı sanat olarak ele alan fotoğrafçıların kullandıkları araçlar bakımından, ya da modern fotojurnalizmin doğuşunu sağladığı kabul edilen küçük boyutlu fotoğraf makinalarının üretilmesi bakımından, bu gelişmelerden etkilenmiş olduklarını vurgulamak için sıraladım. “Bir fotoğrafın yapısı ya da kompozisyonu, konusu kadar önemlidir,” diyen Brassaï (1899-1984) mercek altına alındığında, film ve objektiflerdeki teknik gelişmelerin fizik, kimya ve elektrik alanlarındaki gelişmelere bağlı olmasının önemi yadsınabilir mi? Buna karşın, fotoğraf konusunda onun hocası sayılan André Kertész’in (1894-1985) 1910’lu, 1920’li yıllarda çektiği “ifadeli fotoğrafları” gözümüzün önündeyken “Teknik, fotoğraf için yalnızca minimum değerdedir,” sözlerini de yabana atmamalı tabi.
Söyleşiler genellikle fotoğrafçıların fotoğrafla tanışma hikayeleriyle başlıyor, derken fotoğraf gelişimlerinde nelerin etkili olduğunun izini sürüyor; aile, arkadaşlar, toplumun kültürel yapısı, ekonomik gerekçeler ya da onlara ustalık eden başka fotoğrafçılar… Neydi onları fotoğrafın peşine düşüren?
Söyleşilerin yapıldığı dönemde söyleşideki fotoğrafçıların en genci, daha on dördünde başlayarak üretken kırk yıllık bir dönemi kariyerine sığdıran, ellili yaşlarındaki W. Eugene Smith (1918-1978). İkinci Dünya Savaşı’nın Japonya cephesinde savaş muhabiri olarak çalışırken bir havan mermisi patlamasıyla ağır yaralanması ve bir süre tekerlekli sandalyede yaşam sürmesi… Minamata adlı çalışması için 1970’ler gibi erken bir tarihte sanayinin neden olduğu çevre zehirlenmesi felaketine objektifini doğrultup bu çalışması sırasında cıva atıklarından muzdarip Minamata’lıların sesini dünyaya duyurmak adına zehirli Minamata’da yıllarca yaşam sürmesi…
Söyleşiler ilerledikçe, savaşlarda görev yapan tek fotoğrafçı grubunun fotojurnalistler olmadığı fark ediliyor. Kimi askere fotoğrafçı olarak çağrılıyor; ya da portre ve moda fotoğrafçısı Cecil Beaton (1904-1980) gibi, İngiliz İstihbarat Bakanlığına Deniz ve Hava Kuvvetlerinin fotoğraflarını çekip gönderiyor ya da hava fotoğraflarının yorumlanması görevini üstlenen var.
Söyleşideki fotoğrafçıların fotoğrafa başlama dönemleri yirminci yüzyılın başlarına, yani henüz fotoğraf makinelerinin boyutlarının yeni yeni küçülmeye, filmlerin ise yavaş yavaş hızlanmaya başladığı bir döneme denk geldiğinden olsa gerek, resimden fotoğrafa geçişlerin sürdüğü bir dönem olarak görünüyor. Eserlerinin röprodüksiyonlarını beğenmediğinden yıllarca resim yaptıktan sonra fotoğrafa başlayan Man Ray (1890-1976) gibi. Bu geçişi tecrübe edenlerden biri olarak, fotoğrafa günde yalnızca iki saatini ayırırken, bir resim yapar gibi onu adeta büyüleyen optik ve kimyayı uyguladığı karanlık odada on saat çalışan Man Ray’in “On dokuzuncu yüzyıl ressamlarının hepsi fotoğrafa karşıydı çünkü ekmeklerini ellerinden almasından korkuyorlardı,” sözlerinin fotoğraf tarihindeki önemli bir not olarak altını çizmeliyiz. Man Ray fotoğrafın önemine atfen, Fransız ressam Ingres’in (1780-1867) fotoğrafla ilgili bir cevabını da hatırlatıyor: “Bence harika bir şey ama siz öyle söylemeyin!”
Man Ray ile aynı yıl doğup onunla aynı yıl hayatını kaybeden Paul Strand (1890-1976), Ray’in tespitini biraz daha daraltarak, bir sanat olarak fotoğrafı reddedenlerin, ona saldıranların, geçimlerinin ellerinden alınacağını düşünenlerin akademi ressamları olduğunu belirtiyor.
Fotoğrafa tesadüfen başladığını belirten Paul Strand’ın tesadüften kastı ise hayli dikkat çekici: Okuduğu okulda biyoloji hocasının asistanı olan, o yıllarda henüz fotoğraf alanında yönünü belirlemeye çalışırken sonradan çocuk işçilerin çalıştırılmasıyla ilgili yasaların düzenlenmesini sağlayan işlere imza atarak belgesel fotoğraf tarihinde önemli bir yer edinen Lewis W. Hine. Ne şanslı tesadüf. Paul Strand, ABD’de fotoğrafın canlanmasında özellikle Birinci Dünya Savaşının ABD’de yarattığı huzursuzluğu ve sonrasında 1929 yılındaki Büyük Buhranı gerekçe göstererek, bu şartlardaki ABD kültür ortamını fırtınalı bir denize benzetiyor. Strand, özellikle büyük değişimlerin, gerilim ve çatışmaların olduğu dönemlerde nereye gideceğini bilemeyen fotoğrafçı, ressam ya da film yapımcılarına Goya’nın iyi bir başlangıç olabileceğini vurguluyor.
Söyleşisi -nedendir bilinmez- yalnızca üç sayfadan ibaret olan, kırk yıl boyunca ressam olarak tanınıp bilindikten sonra ikinci dünya savaşından itibaren fotoğrafçı olarak tanınmaya başlanan Jacques-Henri Lartigue (1894-1986), fotoğrafa yeni adım atacaklara kısa, öz bir tavsiyede bulunuyor: “Öncelikle nasıl bakılacağını, nasıl aşk duyulacağını öğrenmek lazım.”
Sayfa sayısı ve kitap listesinden bahsetmişken bir teksir kağıdında tek sütuna sığabilen kitap listesinin okura toplam maliyetine de bir bakalım. Lakin, Orwell’in Tribune için 1946’da kaleme aldığı Kitaplar ve Sigaralar makalesinde yaptığı gibi kapsamlı bir fiyatlandırma değil bu. Basitçe internetteki indirimli satış fiyatlarının toplanmasıyla bu kitapların yaklaşık 1.800 Türk Lirası tuttuğu ortaya çıkıyor. İnternet satış platformlarının ekstra indirim yaptığı dönemler de beklenirse, çıkan toplamdan sanırım yüzde on kadar daha indirimli almak mümkün. Üstelik bir seferde almak gibi bir zorunluluk da olmadığına göre, ortalama bir okur hızıyla okunacağını da hesaba katarak, bir yıla yayılan bir sürede aylık 135 TL ayırarak bunların hepsi edinilebilinir. Aynı makalesinde Orwell, okumanın muhtemelen radyo dinlemekten sonra en ucuz eğlence türlerinden biri olduğunu göstermek için epey şey yazıyor. Sanıyorum yukarıdaki hesap da onu destekler mahiyette. Radyoyu tercih eden çocuğa radyo mu kitap mı diye sormuş olsalardı, acaba daha güzel şeyler duyuyorum diye, kitabı seçer miydi?
Söyleşileri okurken beni en çok şaşırtan fotoğrafçıların başında Robert Doisneau (1912-1994) geliyor. Daha önce sadece fotoğraflarından tanıdığım, fotoğrafları vasıtasıyla da Paris sokaklarını gündelik yaşamla beraber belleğime işleyen Doisneau’nun söyleşisi adeta fotoğraf felsefesi üzerine bir deneme yazısı. Bana göre, portfolyosunda dört yüz elli bin negatif bulunan Doisneau’nun fotoğrafa yaklaşımı, Paris’te Hôtel de Ville önünde çektiği, tarihin en romantik fotoğraflarından biri olarak bilinen öpüşme fotoğrafının kurgu olması meselesini gölgede bırakmalı.
Paul Hill ve Thomas Cooper’ın 1970’li yılların başlarında yirmi iki fotoğrafçıyla yaptıkları söyleşilerden oluşan Fotoğrafla Diyalog ilk olarak 1979 yılında yayımlanmış. Kitabın kırk iki yıl sonra Türkiye’de yayımlanmasında -ve kırk yaşımda okumama vesile olunmasında- emeği geçenlere gönülden teşekkür… Okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım, bitmesini hiç istemediğim bir romanı okur gibi büyük bir zevkle okudum.
Fotoğrafla Diyalog kitabında söyleşileri bulunan fotoğrafçılar:
- Brassaï (1899-1984 / Fransız, Macaristan doğumlu)
- Andre Kertesz (1894-1985 / Amerikalı, Macaristan doğumlu)
- Jacques Henri-Lartigue (1894-1986 / Fransız)
- Cecil Beaton (1904-1980 / İngiliz)
- Man Ray (1890-1976 / Amerikalı)
- Paul Strand (1890-1976 / Amerikalı)
- George Rodger (1908-1995 / İngiliz)
- Henri Cartier-Bresson (1908-2004 / Fransız)
- Robert Doisneau (1912-1994 / Fransız)
- Herbert Bayer (1900-1985) Avusturya doğumlu, Amerikalı)
- Henry Holmes Smith (1909-1986 / Amerikalı)
- Helmuth Gernsheim (1913-1995 /Almanya doğumlu, İngiliz)
- Brett Weston (1911-1993 / Amerikalı)
- Manuel Alvarez Bravo (1902-2002 / Meksikalı)
- Eliot Porter (1901-1990 / Amerikalı)
- W. Eugene Smith (1918-1978 / Amerikalı)
- Laura Gilpin (1891-1979 / Amerikalı)
- Imogen Cunnigham (1883-1976 / Amerikalı)
- Wynn Bullock (1902-16 Kasım 1975 / Amerikalı)
- Minor White (1908-1976 / Amerikalı)
- Beaumont Newhall (1908-1993 / Amerikalı)
- Ansel Adams (1902-1984 / Amerikalı)
- Robert Capa (1913-1954 / Macaristan doğumlu)
Kitap Künyesi:
Fotoğrafla Diyalog Söyleşiler Paul Hill - Thomas Cooper
Espas Sanat Kurum Yayınları, 2021 Çeviri: Ayça Göçmen Çeviri (Robert Capa bölümü): Arda Altuntaş Yayına hazırlayan: Burcu Tümkaya, Alef Editorial Design Son okuma: Kemal Cengizkan Kapak Tasarımı: Savaş Çekiç Basım Tarihi: Mart 2021 Baskı ve cilt: A4 Ofset Matbaacılık
Bize Ulaşın