Uzun süre oldu, fotoğraf üzerine yazmayalı, düşünmeyeli. En son 12 Kasım 2021 tarihinde Timurtaş Onan’ın “İstanbul: Bir Garip Şehir” albümü için yazmışım İFSAKBlog’a… Mesleki ve meslek dışı yoğunluklar, zorunluluklar diyelim. Oysaki fotoğraf ve sanatı bu yoğunluklar arasında çöldeki vaha gibidir. Sizi bulunduğunuz ortamdan, stresten, yoğunluktan kurtarır. Alır sizi fotoğrafın ve sanatın büyülü dünyasına, o dünyadan da alır sizi geçmiş veya gelecek başka duygulara, düşüncelere götürür. Konu veya sorun tek bir fotoğrafa veya bir fotoğraf albümüne bakmak değildir. Onlar, fotoğrafçının ve izleyicinin zamansal, mekânsal ve uzamsal olarak onlara ne anlam yüklediği ile ilintilidir.
Fotoğraflara çekildiği zaman ile sonraki zamanlarda bakıldığında anlam açısından farklılıklar arz edecektir. Çekildiği zaman hiçbir şey ifade etmeyen bir fotoğraf uygun zamanda veya değişik koşullarda çarpıcı görüntüler haline gelebilir. Fotoğrafları, sadece barındırdıkları anlamlara göre değerlendirmemek, biraz da izlendiği ortamın koşulları ve o ortamın gerçekliklerine göre değerlendirmek gerekir. Bu yapıldığı sürece fotoğraf hem içerik olarak hem de anlamsal olarak değerini daha da arttıracaktır. Çünkü fotoğraf süreklilik gösteren zamanın ve devinimin içinde anlamsal olarak süreklilik gösteren bir yorumdur. Yoğun ve hızlıca akıp giden zaman içinde fotoğraf sadece bir ‘an’ın anlamı olmayıp içinde dondurduğu halde saklı tuttuğu tüm geçmiş ve gelecek zamanların anlamıdır. Fotoğraf aslında zamanda tarihin tanıklığını yapar. Başka bir sanat dalında böyle bir gerçeklik yoktur.
Kemal Cengizkan’ın Günlerle Gelen albümüne de bu gözlerle bakmak, görmek ve değerlendirmek gerekir. Albüm tasarımı farklı yapılmış. Çift taraflı. İki albüm gibi. Bir taraf Türkiye’de çekilen fotoğraflara ayrılmışken diğer taraf İngiltere ve Kırgızistan fotoğraflarından oluşuyor. Ben TÜRKİYE başlıklı birinci bölümünü yorumlayacağım. Albümün ilk fotoğrafı 1970, son fotoğrafı 2005 yılına ait… 35 yıllık bir süreyi yansıtan fotoğraflar. Albüm yıllar içerisinde Türkiye’nin siyasi, ekonomik, toplumsal yapısını da retrospektif olarak anlatıyor. Türkiye’nin en siyasal hareketli dönemini kapsayan 1970-1980 yılları arasında fotoğrafçının tanıklık ettiği toplumsal olayların yanı sıra gündelik yaşamdan görüntüler de bulunuyor.1980 öncesi, 12 Eylül sırasında ve sonrasında çektiği birçok direniş ve eylem fotoğrafı onun bu politik dönemle çok yakından ilgilendiğini göstermekte. Fotoğraflarının çoğunda direniş sergileyen insanların yüzlerindeki samimi etkiye odaklandığını görüyoruz. Bu yıllar aynı zamanda bireysel var oluşun toplumsal ve örgütlü ortamda gerçekleşebileceğinin umudunun yeşerdiği yıllar… Alabildiğine politik bir ortamda geçen bu dönem hak, adalet, barış, kardeşlik ve özgürlük arayışının sokaklara yansıdığı bir devri anlatıyor günümüze.
Albümün ilk fotoğrafı 1970 yılına ait. Fotoğraf bir fotoğraftan öte tarihsel bir belge niteliğinde. Fotoğraf ODTÜ’de Amerikan karşıtı bir eylemi anlatıyor. Sol eller havada, yerde muhtemelen Amerikan bayrağı yakılıyor, elinde megafon olan bir öğrenci, kitleleri coşturacak açıklama yapıyor veya slogan atıyor. Fotoğraf 1968 gençlik hareketinin 12 Mart ve sonrasında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına kadar giden süreci akla getiriyor. Dönemin siyasal tarihi de albümle birlikte ilerliyor. 1977 yılında Ankara’daki Ulusal Cephe Mitinginden ve İstanbul’da DİSK’in büyük MESS grevinden, 1978 yılında Afyon Belediye işçileri grevlerinden kareler bugün için pek göremediğimiz kalabalıkta mitingleri hatırlatıyor ve antidemokratik ve baskıcı ortamın getirdiği grev hakkının neredeyse ortadan kalktığı bir Türkiye’ye dönüştüğümüzü bize acı bir şekilde anlatıyor.
1980 yıllarına doğru Türkiye’nin en kaotik, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel çatışmaların en yoğun yaşandığı yıllar olduğu söylenebilir. O yıllardaki direnişlerin temel amacı daha iyi bir dünya, daha iyi bir Türkiye arayışlarıydı. Adalet, emek, sömürü düzeni, barış, kardeşlik, özgürlük, kapitalizm, kahrolsun faşizm, yaşasın sosyalizm, vb. en çok duyulan sözlerdi. Muhtemelen Cengizkan da fotoğraf makinası ile bu kelimelerin ve eylemlerin peşine giderek bu düzeni değiştirmek, daha iyi bir dünya ve daha iyi bir Türkiye istiyordu. Fotoğraflardaki endişeli yüzlere dikkatlice baktığımızda, karanlık yerine eylem halindeki insanların umut ışığı sezilebiliyor.
1977 1 Mayıs katliamı ile daha da tırmanan olaylar silsilesi, her geçen gün acının, yokluğun, karaborsanın, pahalılığın, faşizmin giderek büyüdüğü yıllar olmuştu. 1978 İstanbul katliamı üzerine faşizme ihtar direnişi, 1979’da Ankara’da bir cenaze töreninde yumruklar sıkılı havadayken acılı bir anne fotoğrafları bize o günleri anlatıyor. Sonrasında tabii ki tüm ülkeye bir karabasan gibi çöken ve etkileri bugünlere kadar gelen 1980 darbesi ve sıkıyönetim yılları… Albümün o dönemi anlatan belki de en ironik fotoğrafı; aydınlanmak, bilinçlenmek için alınmış, bir sobada yakılan kitaplar, dergiler, broşürler, bildiriler…
1980’lerle birlikte ABD’nin başlattığı, ılımlı İslam’ı öne süren “Yeşil Kuşak” teorisi, devamında Libya, Irak, Suriye gibi ülkelerde diktatörlerin devrilmesi Ortadoğu Baharı olarak sunulmuştu. Ancak bugüne geldiğimizde sonuç Ortadoğu’yu kanlı bir coğrafyaya dönüştürmüş oldu. O dönem Libya’da, Irak’ta, Suriye’de ve Ortadoğu coğrafyasında birçok ülkede olaylar başlamış, diktatör liderler devrilecek yerine demokrasi gelecekti. Ne yazık ki işler istenilen gibi olmadı ve bu ülkeler daha kaotik bir ortama sürüklendi. Belki de amaç buydu. Irak’taki savaş için 2003 yılında İstanbul’da, Beyazıt, Çağlayan ve Tünel’de Irak’ta Savaşa Hayır Mitingleri, 2003 yılında İstanbul, Sultanahmet’te Uluslararası Canlı Kalkanlar Konvoyunun yola çıkması, 2004 yılında Barışa Rock Festivali bunların tümü bu Ortadoğu’da barışı aramanın yollarıydı. Cengizkan’ın bu durumlar esnasında çektiği fotoğraflar bizlere İbn-i Haldun’un “coğrafya kader” dir sözünü ve Ortadoğu coğrafyasının ne kadar zorlu olduğunu hatırlatıyor.
Albümün içinde yine o dönemi yansıtan portre ve yaşam fotoğrafları bizi yine Türkiye’nin Ankara, Artvin, Sivas, Amasra, Diyarbakır, Muğla, İstanbul gibi değişik kent ve ilçelerinde yaşamın zaman, mekân, insan olarak farklı yönlerini anlatıyor.
Bazı söyleşilerde Cengizkan kendisini sosyal belgesel fotoğraf anlayışını benimsemiş bir fotoğrafçı olarak tanımlıyor. Kemal Cengizkan, zaten bunu söylemese de albüme ve fotoğrafik yaşamına baktığımızda toplumsal ve sosyolojik içeriğe sahip fotoğraflarıyla toplumsal gerçekçilik veya sosyal gerçekçilik çerçevesinde yaşama baktığını söyleyebiliriz. Fotoğrafın belge gücüne çok inandığı çok açık. Albümdeki fotoğraflar bizi bir fotoğrafçının zaman tüneli içindeki retrospektif yolculuğunu anlatıyor.
Günümüz dünyasında fotoğraflarının bir kısmı analog dönemden kalma (belki hepsinin) olduğunu belirtmemin bir anlamı var mı? bilemiyorum. Fotoğraf dünyası artık bu tartışmaları geride bıraktı. Önemli olan neyle olursa olsun iyi fotoğraf üretmek. Kendisi de zaten bir söyleşisinde; “fotoğraf için artık fotoğraf makinesi gerekmediğini, şimdiki telefonlarla bir makinenin üreteceğinin ötesindeki boyutta ve teknik mükemmeliyette, güzel fotoğraflar üretebildiğini belirtiyor. Fotoğrafın güzel olmasından ziyade iyi olması gerektiğini belirtirken “iyi fotoğraf”ın tanımı da tekrar bakma isteği uyandıran fotoğraf olarak tanımlıyor.”
https://www.fotografya.gen.tr/TR,2569/kemal-cengizkan.html
Albümün siyah-beyaz olması ise yaşamın ve o dönemlerin ikilemini, zıtlığını, güçlüğünü, farklılığını, çekiciliğini, yalınlığını, sadeliğini, eskiliğini, duygusallığını, hüznünü, yıpranmışlığını, zenginliğini, fakirliğini, geçmişin izlerini ve aynı zamanda hayatın anlamını, gerçekliğini ve güzelliğini gösteriyor.
Fotoğrafın mucidi Nicephore Niepce ismini bugün çok az kişi bilse de mucidi olduğu fotoğraf, uygarlığımızın en çok kullandığı dil olmuştur. Bu dil yeri geldiğinde demokrasinin gereği olan iktidarın, muhalefetin, azınlıkların veya kısaca ötekilerin itiraz dili olmuştur. Fotoğraf, bu itirazını, haykırışını, çabasını, gerçeği yansıttığı, özgür ve anlaşılır olması gerektiği ve demokratik olduğu için yapar. Fotoğraflar, yaşanmakta olan bir hayat sürecinden alınmış birer görsel andaç gibidirler. Fotoğraf, yalnızca bir sanat değildir. O, bir sanat yapıtından çok daha iyi şeyler yapabileceğini hep kanıtlamıştır. Günlerle Gelen sadece bir fotoğraf albümü değil bir ömrün fotoğrafik üretiminin en sade biçimde sunulmuş hali, kısaca bu kitap sadece sanatçının değil, belli bir dönemi kapsayan ülkemizin de retrospektifi olmuş.
Her şey çok güzel.(Yazıları, fotoğraflar) Emeğinize, yüreğinize sağlık hocam.
Bir fotoğraf kitabını okumayı, yorumlamayı bilen, fotoğraflarla özdeşleşen iyi okuyuculara ve kalem oynatanlara selam olsun.
Çok teşekkürler. O güzellikler Kemal Cengizkan’a ait.
Bir ömrü yaşamın en güzel yanı olan fotoğrafla geçiren sizler gibi ustalarımıza da bizden selam olsun.