Bir kara delik. Uzayın derinliklerindeki kara deliklerden biri sanki. Çevresindeki her şeyi içine doğru çekip yutan, yok eden bir kara delik.
Reichstag’ın hemen dibinde. Federal Almanya Parlemento binasının sureti düşüyor bu kara deliğin üzerine. 1933 – 1945 arası Nazi rejimi soykırımlarına dair birçok kararın alındığı parlemento binasının izleri.
Faşizimin kurbanlarına bir saygı duruşu bu anıt. Yapımı 2012 yılında tamamlanmış, yani o dönemin soykırımlarından yaklaşık 70 yıl sonra. Her taş parçası bu yıkıcılığın birer simgesi. Auschwitz, Birkenau, Harku, Dachau, Belgrad ve diğerleri.
Nazi rejiminde, önce komünistler, sosyalistler, sonra yahudiler, romanlar, akıl hastaları dışlanıyor; ari ırktan olmadığını ilan ettikleri herkes dışlanıyor. Bu, temelde ırkçı ayrımcı ideoloji önce toplum içindeki belirli grupları “öteki” / “norm dışı” olarak etiketliyor. Ardından, bu toplulukları, temel insani haklara layık olmadıkları düşüncesiyle insandan saymıyor ve tüm bu “öteki”leri “dehümanize” ediyor, “lanetli” ilan ediyor; onların katledilmelerini meşrulaştırıyor. Bu süreç, gündelik basit gibi görünen ve masum ya da akılcı gösterilen uygulamalarla, yasaklarla yavaş yavaş ama planlı ve sistematik ilerliyor. Örneğin, “öteki”lerden alışveriş yapılmaması yönünde kampanyalar düzenleniyor, ekonomik kaynakları kısıtlanıyor, çalıştıkları işlerden kovuluyor, toplumsal statüleri ellerinden alınıyor, yazdıkları kitaplar, bilim ve sanat ürünleri yasaklanıyor, yakılıyor. Sonraları ayrı mahallelere yerleştiriliyorlar, gettolar oluşturuluyor; genel toplumsal hayattan tümüyle soyutlanıyorlar. Giderek, tüm varlıklarına el konuluyor ve toplama kamplarında hem ölesiye çalıştırılıyor hem de yok ediliyorlar. Tüm bunlar, bir yandan ideolojik propoganda ile zihinlerde meşrulaştırılıyor, bir yandan da, hukusal düzenlemeler ile yasalaştırılıyor; “yeni norm” haline getiriliyor. Savaşa, yıkıma, kara deliklere giden yollara birer birer döşeniyor taşlar.
Milyonlarca insanı yutuyor bu kara delik. Ardında soğuk bedenler, soğuk dudaklar bırakarak.
Salt akla dayalı süreçlerin, insani duygulardan, hümanizmadan yoksun bırakıldığında, nasıl da sistemli bir yıkıma, saldırganlığa, yok ediciliğe neden olabileceğinin bir kanıtı bu anıt. Her türlü ırkçı ayrımcılığın, kültürler arası üstünlük hiyerarşisi kuran, bazı kültürlerin diğerlerinden üstün olduğunu savunan, kültür içi saflaştırma amacı güden, insani çeşitliliği yok sayan ve yok etmeye çalışan ideolojilerin hazin bir kanıtı bu anıt.
Bu kara delik.
Evet, böylesi vahşetleri yapabilen aynı insanlık, yıllar yıllar sonrasında anıtlar inşa edebiliyor; Berlin’deki bu Avrupa Sinti ve Roma Soykırım anıtı ve benzeri utanç anıtlarını.
İnsanlık artık insan eliyle gerçekleştirilen travmaların, felaketlerin doğa eliyle gerçekleşen felaketlere göre çok daha ağır ruhsal toplumsal soruna, ruhsal rahatsızlığa yol açtığını çok iyi biliyor. Üstelik bilimsel çalışmalar bu travmaların izlerinin kuşaklar boyu yeni kuşaklara da geçtiğini ve adeta kendini üreterek yeni ruhsal ve davranışsal hastalıklara yol açtığını da ortaya koyuyor. İşte tüm bu felaketlerin izleri unutulmasın, o toprağa döşeli taşlara yeni kentler, yeni hüzünler, yeni trajediler eklenmesin diye yapılıyor bu utanç anıtları.
Dünyadaki hemen her toplumun tarihinde görülebilen bu yıkıcılıktan, kötücüllükten, ayrımcılıktan, insanın bu karanlık vahşi yanından utanç duyabilelim diye inşa ediliyor bu anıtlar. Çünkü, yine insanlık biliyor ki, geçmişin yüzleşilemeyen toplumsal travmaları adeta yaşayan korkunç ve sinsi hayaletler gibi, bugünün ve geleceğin ruhsal toplumsal yapılarını, işleyişini zedeler; insani yardımlaşma, dayanışma mekanizmalarına derin hasar verir.
Bu anıtlar, her toplum kendi utançlarıyla yüzleşebilsin diye, kendi utanç anıtlarını inşa edebilsin diye yapılıyor. Evet, zordur yüzleşme süreçleri; güç ister, kararlılık ister, ama yeni bir hümanizma kurma umudu da barındırır içinde.
Bu anıtlar, yeni bir hümanizma kurma arzusu duyabilelim diye yapılıyor.
Hüzün umuda evrilebilsin diye…
Bize Ulaşın