Yıllar önce uyanığın biri, biraz irice olan ayçekirdeklerini paketleyip üzerine bir Japon kızının fotoğrafını basmış ve o gün bugündür bu çekirdekler japon çekirdeği adıyla satılmaktadır. Dünya savaşlarının sonuncusunda en büyük yarayı alıp, en fazla çalışarak güçlenen ve teknolojide en ileriye gitmiş bir ülkedir Japonya. Ambalajında bir geyşa resminin bulunduğu, bir zamanlar ayağımıza giydiğimiz plastik terlikler de (Tokyo) Japonya’nın başkenti ile aynı adı taşımaktadır. Japon elmalarımız, japon balıklarımız, müzik setlerimiz, fotoğraf makinelerimiz ve asla atlanmaması gereken japon yapıştırıcı… İşte Japonya’ya ait gerçekler ve fanteziler böylesine iç içedir yaşamımızda…
Japon sineması denince de akla gelen ilk isimdir ünlü yönetmen Akira Kurosawa. Yaptığı filmlerde, konuları ele alış biçimindeki soylu duruş, erdem ve cesaret, gelenekle gelecek arasına kurulu olan köprü, Kurosawa filmlerinin ana ögeleri olarak sağlam bir yapı içinde görülür ve bizleri hiç bilmediğimiz bir dünyanın içine davet eder. Her filminin bitişinde biraz daha japonlaşmış oluruz.
1943 yılında yönetmenliğe başlayan Akiro Kurosawa, dünya çapındaki ilk ününü, bir cinayeti dört kişinin gözünden anlattığı 10.yüzyılda geçen bir dönem filmiyle, 1951 yılında Venedik Festivali’nde büyük ödülü aldığı Raşomon ile elde etti. Büyük başarı kazanan ikinci önemli filmi de ünlü Yedi Samuray oldu. İyiler ve kötüler; köye dadanan haydutlarla, köylülere yardım etmek isteyen samuraylar arasında süren sonsuz bir mücadelenin öyküsü ele alındı bu filmde. Dostoyevski, Shakespeare uyarlamalarıyla filmlerini sürdüren Kurosawa, Japon film endüstrisinin girdiği bunalım sonucunda ticari filmler de çekmek zorunda kaldı. Ünlü fotoğrafçı René Burri; sinemanın kırk bir yaşındaki büyük ustasıyla o günlerde karşı karşıya geldi.
Setteki koşturmanın arasında çekmiştir Burri fotoğrafını, fonda az sonra çekilecek sahneyi görünür kılmak için sırasını bekleyen iki büyük ışık vardır. Bir “aktör samuray”, filmin yeni sahnesi için hazırlanırken, set görevlileri de yoğun bir biçimde çalışmakta ve titiz Kurosawa’nın istekleri doğrultusunda her şeyi son bir kez gözden geçirmektedirler.
Işıkların çerçeve içindeki büyüklüğü, ustayı biraz gölgeleyerek ikinci plana atmasına rağmen, fotoğrafa ortamı daha güçlü hissetmemizi sağlayacak gizemli bir hava da katmıştır. Kurosawa da başında şapkasıyla; Burri sanki hiç orada değilmiş gibi, fotoğraf makinesinin onun -bu kez edilgen konumda da olsa-üzerinde dolaşmasına izin vererek, tarihe mal olma anlaşmanın adı yazan bölümüne parafını atmıştır.
1970’te Dersu Uzala, 1980’de Kagemuşa filmlerini yapan Kurosawa. Bu çalışmalarından sonra çetin ceviz bir Shakespeare yapıtı olan Kral Lear oyunundan uyarlanan Ran (Kargaşa) filmiyle, dört yüzyıl öncesinin Japonyası’na bir göndermede bulunmuştur. Savaş sahnelerinin görkemi ve destansı özellikleriyle bu film, Kurosawa’nın var olan ününün altını bir kez daha çizmiş ve sinema dünyasındaki ustalığını perçinlemiştir.
Neydi Kurosawa sinemasını diğer büyük yönetmenlerin filmlerinden farklı kılan nitelikler… Öncelikle, geleneğini filmlerde çok iyi kullanan bir sanatçıdır o; üstelik gelenek, onda geçmişin senaryolarda kullanılan anlık bir parçası değil; uzun bir süreci kapsayan omurgasıdır. Dünyanın en bilinen Japon sinemacısı olan Kurosawa, Doğu ile Batı arasındaki hassas dengeyi çok başarılı bir biçimde dile getirmiştir.
Kurosawa’nin karakterleri, özellikle, ince bir zarla korunan duygusallıkla örtülmüşlerdir. Onun tüm filmlerinde yer alan felsefi göz, kendisinin filozof sinemacılar kategorisinde ele alınmasını da sağlamıştır. Doğu, Batı ile sentezlenmeyecek kadar bir mikro yapıya sahiptir. Bunu peliküle geçirecek hiçbir kamera yeryüzünde mevcut değildir. Onun sinemasını izleyenler, bir filmi ancak bir önceki ile kıyaslayarak akıl yürütmelerinde bulunabilirler.
Japon sanatı, aynı kaynağı kullanan geleneksel bir bütünlüğü içerir. Kurosawa bu yoğun yapıyı, neredeyse bir alt-dil oluşturabilecek biçem özellikleriyle dünyaya sunmuştur. En sonunda da kendini “Düşler”ine bırakmıştır. Onun sayesinde bir psikoloğun koltuğu yerine, üzerinde kargalar uçan bir Van Gogh tarlasının ekinleri üzerine kendimizi bırakmış; daldığımız düşlerden bizleri sağaltacak malzemeyi çıkarmışızdır. Film deyip geçmemek gerekir; Kurosawa, bizim ölüleri uğurlama törenlerimize bile yeni bakış açıları getirecek kadar cüretkârdır. O film çekmemiş, özgün bir söylem üzerinden sinema yapmıştır.
Japonya… Libidonun adeta bir kırbaçla terbiye edilerek estamplara, haikulara, kabuki ve no gösterilerine dönüştüğü uzaktaki ülke. Kırık faylar, tsunaminin yarattığı devasa dalgalar ve uzak öpüşlerle ayrılan adalar topluluğu. Çılgın fotoğrafçı (çektiği fotoğraflardaki anlar çılgın olduğu için) Nobuyoshi Araki’nin, zihnini romanlarının çarmıhına germiş Mishima’nın göğü elektrik telleri ile dokunmuş ülkesidir.
Kurosawa ile ne kadar övünseniz azdır. “Batı”dan (Hiroşima mon Amour) Alan Resnais’nin uzanan eline, bel hizanıza kadar eğilerek selam verin; kılıçlar kınlarında paslanırken, son avdan hatıra köpekbalıklarının lezzetli etlerine yumulun. Bizler Japon çekirdeklerimizi yemeye devam edeceğiz. İsteyene menümüzde suşi de mevcut. İyi sanat iyi bir yemek gibi izleyicisine sonsuz haz verir. İyi seyirler ya da afiyet olsun!
© René Burri / Akiro Kurosawa / 1961
Bize Ulaşın