“Zamanımızın Bir Ressamı” adlı ilk romanı ile sanat dünyasına ve sol siyasete sağlam dalış yapması John Berger’in içindeki sanat duygusunun da bir açığa çıkışıydı 1958’de. Özel ilgi alanı Suzan Sontag, Roland Barthes ve Walter Benjamin gibi onun da fotoğraf olmuştu. Fotoğrafı çekmeyi değil de yazmayı tercih eden bir isimdi Berger. En çok Jean Mohr ile önemli ortak çalışmalar ile bu yola başlamıştır ve kitaplarında kullanılan bütün yazar fotoğrafları neredeyse Mohr’a aittir.
Fotoğrafı kaleme alan diğer yazarlar birbirleri ile pasajlar arası da selamlaşma yaparlardı. Bunun bir örneği Barthes’in yazdıklarıdır Berger’in dikkatini çekerek şöyle seslenir:
Zamanın sesi hiç üzücü gelmiyor bana… ilk fotografik uygulamaların marangozluk ve mekanizmalarıyla olduğunu hatırlıyorum… KISACASI, FOTOĞRAF MAKİNESİ GÖRMENİN SAATİYDİ…
Berger’e fotoğraf başka imgeleri de düşündürür: mesela Mantegna’nın Milano’da bulunan “Ölü İsa” tablosunun Che Guevera’nın öldürüldükten sonra yatırıldığı sedye üzerinde kanlı gömlekli cesedinin fotoğrafının benzer ama açılarının farklı olduğunu değerlendirir. Hatta bu iki imgeyi Rembrandt’ın Dr. Nicolas Tulp’un “Anatomi Dersi” tablosu ile de benzerliklerini anlatır bir fotoğrafı anlamak yolunda.
Fotoğrafın sanat olup olmaması veya hak ettiği iddia edilen güzel sanatlar kategorisinde olması da Bir Fotoğrafı Anlamak kitabında tekrar ele alınıyor. Her ne kadar bir çok insan fotoğrafı kullansa da, fotoğraflar çekse de fotoğrafı sanattan saymamaktadır. Berger bunu da açıklarken, heykel ve resmin bile artık kültürel yozlaşma sebebiyle değerli bir metaya dönüşemedikçe hiçbir sanat eserinin yaşayamayacağını, profesyonelleri bile dehşete düşüren bir durum olduğunu belirtir. Öyle ki, fotoğrafın ticari bir değeri ve de çoğaltılabilmesi sebebi ile de nadir eşya değeri olmamasından da bahseder. Ve şöyle sanat tarihine imza atan cümleleri sıralar:
Fotoğrafçılık, gözlem sürecinin kendinin bilincine varmasını sağlama edimidir. Fotoğraf zaten kaydettiği hadise üzerine bir iletidir.
Fotoğrafçılıktaki kompozisyon kurallarının resim sanatından taklit edildiği ileri sürülür, ressamlık bir düzenleme sanatıdır ki, resimde biçimler arası ilişki ressamın amacına bağlıdır. Fakat Berger bunun fotoğrafçılık için aynı durum olmadığını öne sürer eğer fotoğrafçı karelemeden önce düzenleme yapmadı ise. Öyleyse kompozisyon sözcüğü biçimlendirici görevi ile fotoğraf için geçerli değildir. Fakat Berger, fotomontajın kompozisyon olarak düşünüldüğünde propagandacılar için özgün bir üretim ile sanatçısına her şeye ikna edebilme ve her şeyi çarpıtabilme gücü verebildiğini John Herzfelde’nin ustalık eserleri üzerinden kaleme alınmıştır bu kitapta.
Savaş fotoğrafları çeken fotoğrafçılar için ayrılan bölüm “Istırap Fotoğrafları” pasajlarında ise Donald McCullin’in Vietnam savaşı sırasında çektiği kıpkırmızı kanların koyu siyah renge dönüştüğü siyah-beyaz fotoğraflarının sırrını, McCullin’in bir fotoğrafın altına not ettiği buruk bir cümle ile şöyle özetliyor: ”Makineyi yalnızca bir diş fırçası kullanır gibi kullanıyorum. O, işini yapıyor.”
Kitabın en can alıcı sayfaları ise Henri Cartier-Bresson ile Paul Strand’in fotoğraf yöntemlerinin karşılaştırılmasıdır. Berger bunu kısaca Bresson için fotoğraflanan ânın ansal olduğunu, buna karşın Strand içinse ân değil bir dizi oluşun bağlantılarla gelişeceği yer olduğunu geniş açıklamalar ve benzetmeler ile kıyaslar.
Bu kitabın hatırlattığı çok ince bir nokta ise, 1839’da Fox Talbot tarafından icat edilen fotoğraf makinesinin ve bu icadın kısa bir süre içerisinde soylulardan iş alanlarına yönelip farklı fotoğrafçılık alanları tarafından kullanılmasının, oradan da halka inmesi toplumsal bir araç olması kapitalizmin de yeni yayılmaya başlamasının bir göstergesi olduğunu 1888’de ilk ucuz fotoğraf makinesi üretimi ile kanıtlamaktadır. Öyle ki İkinci Dünya Savaşı’nda dünyaya savaşın boyutunu anlatan bir tanık olarak fotoğraf makinesi, dünyanın kendi gözü yerine geçti. Resmin yerini tuttu denemez çünkü fotoğraf makinesi gerçeği görsel imgeler ile zaptettiğinden Berger’e göre ancak bir “bellek” yerine geçebilirdi.
Fotoğraf filmi farklı benzeri olmayan bir öncüldü.
Hiçbir şeye benzetilemez veya yerine geçti denemez. Hatta dini inancın zayıflaması, Marx’ın ortaya attığı düşünceler, Kapitalizm kültürünün belirginleşmesi, fotoğrafın yükselişine denk gelmesi, fotoğraf makinesine Berger tarafından, “Tanrı’nın gözünün mü yerini aldı?” sorusunu aklına getirmiştir. Bu soruya cevap ise Nadar’ın Paris semalarında balon ile uçup fotoğraflar çekmesi ve Daumer’nin bu olayı karikatüründe yer vermesi olabilirdi.
Kitapta yer verilen Susan Sontag düşünceleri ise imgelerin dolu olduğu bir dünyayı Kapitalizm için şart koşar. Çünkü fotoğraf makinesi unutulsun diye kaydeder ve toplum da belleğini yitirir ki, anlamın ve yargının süreklilikleri de yitip gitsin. Böylece insanlık belleğin yükünden kurtulsun. Tanrı gibi toplumu gözleyip, toplum yerine gözlemde bulunsun ki Sontag için artık bu tanrı tekelci kapitalizmin tanrısıdır.
John Berger aslında toplumların fotoğraf çekmesi ve çektirmesini ise şu iki cümle ile formül kullanıp özetliyor sözlerini:
Şimdi çek bizi = Şu anda nasıl olduğumuzu görelim.
Bize Ulaşın