Kendi Kendine Fotoğraf
Fotoğraf bir disiplindir. Yapısında estetik kadar ciddi oranlarda matematik de barındırır. Fotoğraf, kendi içinde de yaklaşım olarak adlandırdığımız bölümlere ayrılır. Fotoğrafçıların tarzları, fotoğrafa ait hangi değerleri ne oranda kullandıklarıyla belirlenir. Genelde fotoğrafçılar çektikleri konulara göre isimlendiriliyor da olsalar, sokakta ya da stüdyoda çekim alanları, doğal ışıkta ya da flaş kullanarak oluşturdukları atmosferleriyle birbirlerinden ayrılırlar.
Bazı fotoğrafçılar tesadüfi anlara olan ilgilerini arşivlerinde yoğun bir biçimde biriktirirken, bazıları da evrenin kendilerine sunduğu enstantanelerden uzak durarak kendi zihinlerindeki fotoğrafları oluştururlar. Hangi amaçla yola çıkılırsa çıkılsın, çekilen her türdeki fotoğraflar aynı ortak özelliğe hizmet ederler. Klasik bakışla bir fotoğrafta görünen her şeyin bir fotoğraf makinesinin önünde cereyan ettiği ve gerekli değerler kullanılarak bunun kalıcı hale getirildiği kabul edilir.
Fotoğrafın ciddi bir eğitim süreci vardır. Bu eğitim, yalnızca fotoğrafın teknik bileşenleriyle ilgili değildir. Dikey eğitim, fotoğrafçının fotoğrafın hava sahasına girmeden çok önceki dönemlerine rastlar. Güzel sanatların herhangi bir türüne, özellikle görsel sanatlara ilgi duyan çocukların, yetişkinlik dönemlerinde fotoğrafla olan karşılaşmaları, onların başarıları konusunda olumlu sonuçlar verecektir. Fotoğraf, anlık olarak yaşama dahil olduğu zamanlarda da hazırlık süreci büyük önem taşır.
Her dize yazanın şair olamayacağı gibi her fotoğraf çeken de fotoğrafçı olmayacaktır. Kendini bu alana adayanların -sanatçı olmak adamak, adanmaktır-yaşamlarında kendilerini var edeceği bir dalın kuramsal ve eyleme yönelik pratiğine sahip olması gerekir. Bunun için sözünü ettiğimiz o dikey eğitimin zorlu yolarını göze alarak ömürlerini belirsiz bir geleceğe adamaları gerekmektedir. Sanat günlük kurlar üzerinden tasarruf edilen geçici bir heves değildir. Ruh olumlu yanıt vermeden bedenin harekete geçmesi olanaksızdır. Bu arada, oluşumu sessizce etkileyen genetik faktörleri de unutmayalım.
Sanatçı olmadan önce, seçilen sanat dalının iyi bir izleyicisi olmak gerekiyor. Profesyonel izleyici, başlangıçta, konu edilen dalın ortalama bilgisine sahip olmak zorundadır. İzlediği örnekler üzerine fikir üretebilmeli ve yorum yapabilmelidir. O konunun inceliklerini kavramış olmalıdır. Alt yapısını tamamlanıp günü geldiğinde, sistematik deneyimleri üzerinden edindiği bilgiler ve tarifsiz bir cesaretle üretmenin basamaklarına doğru yönlenecektir. Onu içgüdüsel bir şekilde sanatsal üretimin ortasına bırakan güç, kültür ve cesaretle yoğrulmuş olan coşkudur. Coşkunun olmadığı yerde sanat da gövde kazanamaz.
Sanatçının Ayağa Kalkışı
Sanatçı adayı silkinip tozlarından arındıktan sonra, tıpkı masallarda olduğu gibi önünde iki yol görür. Bizim sanatçımız artık bir fotoğrafçıdır. Ürettiği eserlerle bilgilerini sınamış, matematik ve estetiğin bileşimini kendi potasında yeniden üretmiş, uygulama sorunları olsa da formülleri öğrenmiş, sağlamasını hayran olduğu fotoğrafçıların örneklerine bakarak yapmış, usta bellediklerinden el almış ve bir mitoloji kahramanı gibi donanımıyla rolünü oynamak için fotoğraf sahnesinde sıranın kendisine gelmesini beklemektedir.
Yollar, hedef doğrultusunda başarılı sonuçlara varıldığında önem kazanacaktır. Görmesini ve gitmesini bilen için her yol anlamlıdır. Fotoğrafçı, bakışı doğrultusunda görmeye ait tüm kazanımları sonucunda bir ara durağa gelecek ve orada kimlerle yan yana olduğuna bakacaktır. Kararlı duruşunu koruyorsa eğer, orada kendinden iyi olanları görüp mutluluk duyacaktır. Hele bir de içlerinde örnek aldığı fotoğrafçılar varsa…
Vardığı noktada kendinden başka kimseyi yanında göremiyorsa ya yanlış yerdedir ya da kendine biçtiği rol ve gözlerine vuran sahne ışıkları onu kör etmiş demektir. İnsanın hangi konuda olursa olsun gideceği yolları gösteren haritası ve seyrek olarak baksa da cebinde nereye gittiğini gösterecek bir pusulasının olması şarttır. Eğer hikayeni dinleyecek kimse yoksa, orada ilahi yalnızlığının dışında seni mutlu edecek başka hiçbir şey yoktur.
İki yoldan birinde, örnek aldığın, öykündüğün ustalarının izlerini sürerek onlarınkine benzer işler üretip o aralığı değerlendirirsin. Kalabalık bir otopark gibidir orası, yer bulmak sorun olabilir. Yanlış yere park etmiş, hatta kapı girişini kapamış araçlara rastlamak da olasıdır. Bazen de girdiğin otoparktan çıkmak istemeyebilirsin de… Genelde güvenli bir yer bulunca kişi oradan çıkmaz. Orta uzak mesafelere bile yaya olarak gider. Eğer ilişkilerin iyi ise işlerin kolaylaşır, sen iner inmez bir vale gelip numaranı verir ve aracını alır. Otomobil kullanmayanların işi bazen daha kolaydır, bunu da hatırda tutmak gerekir.
Ustaların yaptığı işlere benzer örnekler üretmek risksiz göründüğü için başlangıç için avantajlı olabilir. Fakat yıllar önce yapılmış bir işin benzerini yapmak zaman içinde biraz geriye düşmek demektir. Fotoğrafçının amacı, aynı hat üzerinde daha iyi işler gerçekleştirmek üzerine olacaktır. İyi sözcüğü, bu bağlamda içinde biraz özgürlük ve farklılık barındırma anlamına gelmelidir. Yıllar önce yapılmış bir işin benzerini aynı kalitede yapmak ne yazık ki başarı olarak adlandırılamaz. Sınırlar yeterince belirlenmezse, adının taklitçiye çıkma olasılığı da fazladır.
İkinci yol ise, yapılanların tamamen aksine yeni bir güzergâh üzerinde ve farklı yöntemle işler üretmektir. Eğer bu yöntem başarılı olmazsa, yapıt ve dolayısıyla da sanatçı uzayın sonsuz boşluklarında kaybolacaktır. Gidilmesi gereken bu yolda sanatçı, sigortasız ve tek yönlü gidiş biletine sahiptir. Başka bir deyişle dönüş garantisi yoktur. Büyük sanatçıların çoğu bu yolu seçmiştir. Bir kerede zarı oniki atmak kolay değildir. Bu arada sanatta zar tutulmaz ve şans faktörü de çalışmanın uşaklığından daha öteye geçemez.
Fark Yaratmak Üzere
Sanat yapıtlarını birbirinden ayıran en önemli nokta özgünlüktür. Bir yapıt diğer yapıtlardan koptuğu ölçüde kendine özel bir alan açar. Bu kopma bazen sanat tarihinin iki ekolü arasında ılımlı bir çizgi oluştururken, bazen de kendinden önceki her şeyi yok sayarak bir karşı devrim niteliğinde varlığını ortaya koyar. Koordinatları belli olmayan hiçbir sanat yapıtı, sanat tarihi içinde yer alamaz. Ne yazık ki sanatı ileriye taşıyacak ve kafa karışıklığını giderecek tek şey bu silsilenin içinde olmaktır.
Elbette alternatif bir sanat tarihi mevcuttur. Bu bağlamdaki tarih, esas listeye kabul edilmeyen üretimlerin yer aldığı bir bütünlüktür. Genelde karşı duruşlar, fikir ve malzemedeki başkalıklar, keskinlik, kavgacı ve savaşçı yapı bu listedeki adaylarının doğal özellikleridir. Ego ise hangi listede olursa olsun sanatçıların tümünde mevcuttur. Zihne çakılı olan benliğin derdini anlatmadaki ısrarıyla bir sanat dalının malzemeleri buluştuğunda, unutulmaz yapıtların meydana gelmesi için gerekli önkoşulları hazırlanmış olur.
Sanat yapıtının formu, onunla kuracağımız ilişki için ilk adımdır. Bir sergide ya da bir müzede gördüğümüz yapıtların bazıları, bizlere diğerlerinden daha çok hitap eder. Bu ilişki, genellikle sanatçının yapıtına eklemlediği özellikler ve izleyicinin önceden depolamış olduğu sanat görgüsüyle, yapıtların yaydığı titreşimlerin kesişmesine bağlıdır. Sanat yapıtlarının çoğunda, sanatçıların egosunu hissetmek mümkündür. Fakat aynı sergiyi bir arkadaşımızla gezdiğimiz zamandaki beğeni farklılıklarını da unutmamamız gerekiyor.
Biçim ve içerik arasındaki ilişki, estetik ilminin temellerinin atıldığı, Platon’un yaşayıp görüşlerini bildirdiği dönemden bu yana gündemdedir. Güzelliği kurallara bağlamak adettendir. Sanatın konuşulabilir olması için anlaşılır olması şarttır. İfadeye bağlı olarak dil düzleminde paydası eşitlenen sanat yapıtları, sözcüklerle yorumlandığında gerçek değerini kazanır. Eleştiri mekanizması ve eleştirmenlerin varlığı ile sanat bir kez daha sorgulanır. Sanat yapıtları, özellikle bir yüzyıla yakın süredir metinlerle desteklenerek ardındaki gizli katmanların açılımı sağlanmaktadır.
Sanat, sanat tarihinin neredeyse sanat üretimi ile baş başa ilerleyen süreci sayesinde, bir silsileyi içerecek şekilde anlamlandırılmaktadır. Sanatın sınırlarını yalnızca kendi coğrafyasından gelen örneklerle açıklayamayız. Daha doğru anlamlandırabilmek için felsefeden edebiyata, sanat tarihinden antropolojiye kadar geniş bir disiplinler ağıyla ortaya konulmasında fayda vardır. Özellikle son iki yüzyılın sanatı olan fotoğrafı, atası olan resimle birlikte dijital teknolojiyi de işin içine katarak yorumlamayı sürdürüyoruz.
İlahi Dengenin Doğası
Mimari sözcüğü iki ayrı anlamı içermesi nedeniyle fotoğraf sanatında önemli bir yer tutmaktadır. İlki, bir plan dahilinde taşın, çeliğin, toprağın, camın, çimentonun, kumun, tuğlanın, kiremitin birleşerek oluşturduğu muhteşem yapıların fotoğraf aracılığıyla saptanması anlamındadır. İkincisi ise konusu ne olursa olsun çekilen fotoğraflara mimari bir yaklaşımla belirli bir özen ve disiplin içinde ele alınması anlamına gelmektedir.
Mimarlık disiplini, yapıları plan düzleminden bitiş aşamasına kadar ele alan bir alan olup görsel dünyamızın biçimlendirilen bir sanat olarakda önemli bir işlevi temsil etmektedir. Binalar, işlevleri ve yaşadığımız alanların mekânlarını oluşturmaları nedeniyle doğrudan insanların habitatına seslenirler. Mimarlık gerek dış estetik, gerek iç konfor, gerekse fonksiyonların karşılanması konusunda, barınma odaklı olmak üzere farklı konularda yaşamsal huzurumuz için çalışır. Mimariyi yine üç boyutlu akrabası heykelden ayıran nokta, tam da bu işlevsel özelliğidir.
Biz sosyal yaratıklar, marketlerden hayvanat bahçelerine, köprülerden kitabevlerine, okullardan hastanelere, müzelerden stadyumlara, limanlardan havaalanlarına, camilerden katedrallere, fabrikalardan iş merkezlerine kadar hep mimarların varlığıyla oluşturulmuş dünyaların yarattığı plazma içinde devinip dururuz. Bazı yerler bize huzur verirken bazılarında birkaç dakika bile duramayız. Bazı binaların içlerinde büyük bir mutluluk duyarız, bazı binalar içimizi sıkıntıyla doldurur. Öyleyse her binanın kullanım alanlarına ve stillerine bağlı olarak ürettikleri bir enerji söz konusudur. Bir yapıda, boy verdiği arsadan mimarının estetiğine, kullanılan malzemeden çevre ile olan uyumuna kadar huzurumuzu etkiyen birçok özellik bulunur.
Ne olursa olsun mimarlık, hem yapan, hem bakan, hem bu yapıları kullananlar için belirli bir kültür birikiminin göstergesidirler. Mimarlığı diğer sanatlardan ayıran en büyük özellik, fonksiyonel olması ve insan yaşamını kolaylaştırmasıdır. Başarılı mimari yapıların olduğu şehirler adeta birer açıkhava müzesi gibidir. Turistler, meraklılar ve sanatseverler tarafından her zaman ilgi odağı olurlar. Başını biraz olsun yukarı kaldıran herkes bu kitlesel coşkudan kendine düşen payı alacaktır.
Fotoğrafçının Mimarlık ile Sınavı
Yataylar ve düşeylerin çerçeve içindeki dansı, dört köşe içinde devinen fotoğrafın bir kompozisyon oluşturmasıyla son bulur. Fotoğraftaki mimari, tüm kompozisyonlarda mekânın temsilcisi olarak kendini hissettirmek zorundadır. Bir fotoğrafçının ustalığı, sadece yakaladığı an ya da verdirdiği pozdan değil, fotoğraflarındaki ön plan ile arka plan bağlantısından ve çektiği nesnelerin çerçeve içinde konumlandırılışıyla iyice belli olur.
Nesne ve yapıların fotoğraf karesi içindeki kaçışa olan eğilimleri, fotoğrafçının onları kenarlara paralel olarak zaptetmeye çalışmasıyla son bulur. Mimari fotoğrafta fotoğrafı disiplinli bir şekilde çerçevenin içine yerleştirmek çoğu kez fotoğraftaki statiklikten dolayı, tekdüzeleşmeye yönelik bir tehlikeyi de yanında getirecektir. Genelde mimari fotoğrafta düzgün ve nitelikli sonuçlar alınabilmesi için üçayak kullanılması, o an fark edilen yeni kadrajlara sıçrayamamak anlamına da gelmektedir.
Doğada ağaçlar ya da otlar gibi kendiliğinden bulunmayan ve kesinlikle bir insan/mimar tarafından tasarlanmış mimari yapıtlar, eğer eskiyse arkeolojik ya da tarihi, eğer yeniyse modern değerleri bünyelerinde barındırırlar. Bu eserlerin yaratıcılarına ya da dönemlerine olan saygı fotoğrafçıya daha fazla sorumluluk yüklemektedir. Klasik mimari anlayışta olan bir fotoğrafçı, bu yapıları yapılış mantığı içinde fotoğraflamak zorundadır.
Oysa günümüzün artistik mimari fotoğrafçılığı, binaları birer obje olarak ele alıp estetik bir yaklaşımın parçası olarak göstermek durumundadırlar. Bu nedenle fotoğrafçılar seçtikleri bakış açısı ile yeni bir bütünlük yaratmanın peşine düşerler. Aslında binanın yapılış özelliklerine göre bütününü göstermekle, amaca uygun detaylarını saptamak arasında gerçek bir paradoks oluşabilir. Artistik mimari söz konusu olduğunda, fotoğrafçı daha özgür bir alana sahiptir.
Mimari fotoğrafçılıkta yapı kadar ışığın niteliği de önemlidir. Dış mekânların çekiminde genellikle gün ışığından yararlanıldığı için, fotoğrafın en belirgin özelliklerinden biri binanın çekim sırasında aldığı ışık olacaktır. O yüzden yapının detaylarını en iyi anlatacak saati, hatta mevsimleri beklemek ve çekim programını ona göre yapmak önemlidir. Bazı yapılarda gece aydınlatması da yapıldığı için özellikle gün indikten sonra ya da akşamın ilk ışıklarıyla olan buluşma saatlerinde çok daha iyi sonuçlar alınacaktır.
İç mekânların kendi aydınlatmaları ve onlara verilecek yapay ışık destekleriyle fotoğraflar başka boyutlara geçiş yapacaktır. Diğer önemli bir konu da fotoğrafçının, mimarın sanatsal iddiasını desteklemek için seçeceği açılardır. Bu noktaların bulunması için çekim öncesi sıkı bir gözleme gereksinim vardır. Kullanılacak objektifler de yapılacak kompozisyonlar dahilinde anlatımı çeşitlendirerek çekilen fotoğraflara belirli bir anlam katmanı ekleyecektir. Unutulmaması gereken bir konu da perspektifin mimarinin en önemli özelliklerinden birisi olduğudur.
Tüm bunlara rağmen en önemli nokta, fotoğrafçının mimari yapının üzerinde bir eşik bulması ve sondaja buradan başlayarak fotoğraflarını çekmesidir. Günümüzde artistik bakışın yeğlendiği mimari fotoğraf yaklaşımı, portre, manzara ve natürmort gibi fotoğraf konularının hemen ardından gelmekte, sadece fotoğrafın belgesel tarihine değil, sanatsal kısmına da değer kazandırmaktadır.
Bir Gereksinim Olarak Fotoğraf
Dünyada ve ülkemizde mimari fotoğrafı sanat kategorisine taşıyan birçok fotoğrafçı var. Binaların yüzleri onlarla ışıyor. Tarih, arkeoloji ve sanat onların yorumlarıyla günümüze ulaşıyor. En önemlisi de önünden öylesine geçip gittiğimiz birçok yapıyı bu fotoğrafçıların gözünden bir kez daha görüp hatırlıyoruz. Fotoğraf; son iki yüzyılın sanatı en güçlü sanatı ve mimari ile yaptığı iş birliğiyle her geçen gün önemini daha artırıyor.
Şu an birçok mimar, fotoğrafçıların eserlerine değer katacak yeni bakış açılarını kendi portfolyolarında, kitaplarda, kataloglarda, gazete ve dergilerde görmek için heyecanla bekliyorlar. Fotoğraf bir dünyadır ve tanıklığını tüm dünyaya gösterme eğilimindedir. Hepimiz sevdiğimiz mimari şaheserlerin birçoğunu sadece fotoğraflarda göreceğiz. Canlı olarak karşısında bulunamayacağımız yapıları fotoğrafçılar nasıl çektiyse öyle bileceğiz. O görüntüler üzerinden fikir sahibi olacağız. İki güzel sanatı birlikte kucaklayacağız. Ne kadar şanslıyız!
Fotoğraflar: Mehmet Yasa
Günaydın,
her zaman ki gibi zevk ve ders alarak okudum. Bir sorum var; fotoğrafçının tarzı olur mu. Yani manzara, yakın çekim, makro, siyah- beyaz vb.. yoksa bu kategoriler birer kaçış mıdır kısa yollu.
Bana gore bakış açısıdır aslolan. Bir fotoğrafçı hangi açıdan, hangi ışıkta, hangi mekanda ve yaşam öğesi içeren veya boş bir mekan.
Aynı kişinin çeşitli çekimler yapması tarzını ele verir mi..
Bilvesile iyi pazarlar.
Merhaba, öncelikle ilginize teşekkür ederim.
Şöyle açıklayabilirim. Biçem, üslup, stil ya da tarz -adına ne dersek diyelim- aslında konuyla birlikte belirginleşip görünür olur. Örneğin, sosyal ilişkileri güçlü ve girişken bir fotoğrafçı insanlarla daha rahat iletişim kurup portre fotoğrafçılığında yol alırken, yalnızlıktan daha fazla hoşlanan ve aradığı huzuru doğada bulan kişi çektiği orman, göl fotoğraflarıyla daha mutlu olacaktır. Portreyi sokakta siyah beyaz, geniş açı, sert ışıkla ya da stüdyoda renkli, soft ışık ve portre objektifleriyle çekmesi de tarzını belirleyecektir. Aslında en kolay yanıt şu olabilir: Herkes becerebildiği tarzda fotoğraf çeker. Ve insanlık da onları o şekilde akılarında tutar.