Belmin Söylemez ve Haşmet Topaloğlu’yla İFSAK Günleri ve AYNA AYNA Üzerine

/

Yıl 2000. İFSAK Ulusal Kısa Film Yarışması 21.kez gerçekleşiyor. O dönem yarışmada tüm ödüllere karar veren tek seçici uygulaması var. 21.yarışmada tek seçici Sevin Okyay. Sevin Okyay, o dönem çevirmenlik, gazetecilik, sinema yazarlığı yapıyor. Radikal Gazetesi’nde yazıyor, Açık Radyo’da caz programı yapıyor. Ben İFSAK yönetim kurulu üyesiyim. Sorumlu olduğum birimler; etkinlik ve sinema. Dolayısıyla ulusal kısa film yarışmasının ve kısa film festivalinin organizasyonlarında çalışıyorum. Her ikisinin de organizasyonu büyük bir titizlikle Hilmi Etikan tarafından yapılıyor. 2000 yılında festival 12.kez düzenleniyor. Sinema birimi sorumlusu olarak hem yarışmada, hem de festivalde görevliyim. “Deneysel Video” dalında birincilik ödülü yönetmenliğini Belmin Söylemez’in yaptığı, süresi 8dk 3sn olan ‘Uyku Hali’ filminin oluyor. Filmin tanıtımında konusuyla ilgili yazılanlar dikkatimi çekiyor. “Uyku, düşler ve bilinçaltı üzerine deneysel bir kolaj. Filmdeki düşünceler, bilinçaltının uykudaki akışıdır ve bu sebeple imla kuralları bilhassa dikkate alınmamıştır; zira bilinçaltı kural tanımaz. Unutmak için uyur, ama düşlerde hatırlarız. ‘Uyku Hali’, rüyalar ve bilinçaltı üzerine bir deneysel film.”

2001 yılında benim yönetim kurulu üyeliğim ve sorumluluklarım devam ediyordu. Dönemin başkanı Halil İbrahim Tutak, bir sergi önerisiyle geldi. Belmin Söylemez’in‘ Çin Operası-Sahne Arkası’ fotoğraf sergisi. “Hem de Belmin eski İFSAK lıdır” demişti.

-Sevgili Belmin ve Haşmet, Ayna Ayna filminizle ilgili konuşacağız ama üçümüz için de İFSAK çok önemli. Söyleşimize sizin derneği tanıdığınız ilk yıllara giderek başlayalım. Belmin, sanırım sen Haşmet’ten daha önceki yıllarda İFSAK sinema biriminin gönüllülerinden biriydin.

Belmin Söylemez (BS): İFSAK çok iyi bir başlangıç noktası çünkü üçümüz de İFSAK çıkışlıyız. Benim için ‘Uyku Hali’ ödülü çok kıymetliydi çünkü İFSAK Kısa Film Festivali’nde aldığım ilk ödüldü. Filmimle ödül almak çok önemliydi. 1989’da festivalin ilk ekibi içindeki gönüllülerden biriydim. Eskiden ekibinde olduğum festivale filmimle katılıyor olmak ayrıca anlamlıydı.

Fotoğraf: Burcu Atay

-Haşmet, o yıllarda sen henüz İFSAK’ta değildin diye biliyorum.

Haşmet Topaloğlu (HT): Ben o zamanlar Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü’nde işletme okuyordum. Okulda sinema kulübü kurmuştuk. Filmler gösteriyorduk. İFSAK’ı da duyuyorduk. Daha sonra etkinliklerine gidip gelmeye başladık. Örneğin, Örümcek Kadının Öpücüğü filmiyle ilgili bir söyleşi yapılmıştı, biz de okuldan arkadaşlarla söyleşiyi dinlemek için derneğe gitmiştik. Üniversiteden 1991’de mezun oldum. İlk işim olan reklam şirketine girdim ve hemen İFSAK’a üye oldum.

 

-Belmin, 1991’de sen artık dernekte değildin değil mi ?

BS: Ben İFSAK Sinema Birimi’nde birkaç yıl çalıştım. Sonra bizden sonrakilere devretmeye başladık. Çok güzel çalışmalar yapıyorduk. Örneğin Visconti’nin bir filmini göstermiştik. Film altyazılı değildi, simultane çeviri yapmıştık. Her hafta toplantılarımız oluyordu. Ve Hilmi Etikan başkanlığında Fransız Kültür’de kısa film festivali oluyordu. Orada da gönüllü olarak çalışıyorduk. Fransız Kültür’de projeksiyonda, makinist Alex’le beraber önceden filmleri izliyorduk. O dönemde Ümit Ünal, Mustafa Altıoklar, Yeşim Ustaoğlu gibi yönetmenlerin kısa filmleri çıkmıştı. Onları da heyecanla izliyorduk. Mesela Yeşim Ustaoğlu’nun kısa filmi Magnafantagna’yı izlediğimizi hatırlıyorum. Yeşim’in (Ustaoğlu)  ikinci, üçüncü kısa filmlerini de orada izlemiştik. Çok güzel bir ortam vardı.

-Belmin, çok haklısın. Ben de 1998’den sonraki kısa film festivallerini biliyorum. Benim için de hem Hilmi Etikan’la çalışmak çok keyifliydi, hem de birbirinden farklı kısa filmleri izlemek çok öğreticiydi. Güzeldi gerçekten.

HT: Belmin, çok iyi bir noktaya dokundu. Fransız Kültür’de, yerli ve yabancı  filmleri izlerken çok değişik örneklerle karşılaşıyorduk. Hilmi ağabeyle tanışınca, bana ve arkadaşlarıma, ilgileniyorsanız gelin demişti. Hilmi ağabeyin Sofyalı Sokak’taki ofisine gidiyorduk. 8 mm filmlerin montajda yapıştırılmasına bakıyorduk örneğin. Bir yandan da İFSAK’la ilgileniyorduk. Beni asıl sinemaya çeken, kısa film festivali, yarışması ve bir de Fransız Kültür’de izlediğim kısa filmler. Hatta ben derneğe üye de olmuştum.

Fotoğraf: Haşmet Topaloğlu

Belmin sen üye miydin?

BS: Ben üye olmadım galiba.

Ama gene de gönüllü olarak düzenli bir şekilde gidiyordun.

BS: Evet her hafta gidiyordum. Bir de sinema kursu vardı. Fakat klasik anlamda bir sinema kursunun ötesinde, profesyonel olarak film ekiplerinde kim ne yapar dersleri vardı. Ben aynı zamanda Bilge Olgaç’la, yönetmen yardımcısı olarak çalışıyordum. Bir derste yönetmen yardımcısı nedir, ne yapar, onu hazırlanıp, anlattığımı hatırlıyorum. Görüntü yönetmenliği dersine Aytekin Çakmakçı’nın geldiğini hatırlıyorum. Sinema birimindeki grubumuza, değişik meslek gruplarından da katılanlar vardı. Örneğin,  biri tıp doktoruydu,  psikiyatri dalında ihtisas yapıyordu, bir diğeri hukuk öğrencisiydi. Sinema tutkusunun bir araya getirdiği kalabalık bir gruptuk. Aynı zamanda İstanbul Film Festivali’ne de beraber gidiyorduk. Sonra filmler üzerine tartışıyorduk. Dostluklar devam etti. Güzel bir dönemdi.

HT: Ben dernekte sinema birimindeyken bir fihrist vardı, galiba Belminler hazırlamışlar. Görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı, sinema tarihi Atilla Dorsay gibi. Yapım dersi Hilmi ağabeydeydi. Hilmi ağabeyin çizimlerle fotokopileri vardı. Bir seferinde dersten iki gün önce,  ben gelemeyeceğim, siz anlatırsınız demişti. Biz de heyecanlandık, konuları paylaşarak Hilmi ağabeyden öğrendiklerimizi aktardık. Kursa katılanlar da epey hevesli insanlardı. Bugün dizi piyasasının bilinen yönetmenlerinden biri de örneğin kurstaydı. Bir başka sefer de sinema tarihiyle ilgili bilgilerimizi anlatmıştık. Arkadaşlarla çalışıp, anlatıyorduk. Erdem Gökgücü, Yusuf Fakıoğlu, İbrahim… Peki Belmin, İFSAK sinema birimindeyken, bir şeyler çekelim demediniz mi hiç ?

BS: Öyle bir tarafı olmadı ama bir ara toplanıp bir set ziyaretine gittiğimizi hatırlıyorum. Hatta Hülya Avşar’ın bir filmiydi. Emirgan taraflarında çekiliyordu. Yönetmen İrfan Tözüm idi. (Fazilet, yön. İrfan Tözüm 1989) Biz sinemayı dışarıdan tanımak, izlemek, tartışmak istiyorduk. Ben zaten setlerde çalıştığım için, pratiğini görüyordum. O zamanlar da kısa film yapmak istiyordum ama çok meşguldüm. Hem çalışıyordum, hem izliyordum, hem üzerine düşünüyordum. Zamanı gelmemişti daha. Belki de sinemayı yapmak da bir ihtiyaç ama o ihtiyaç henüz doğmamıştı, daha bir şeyleri tanıma aşamasındaydım. 1993 yılında bir kısa film çekme girişimim oldu. Epey bir şeyler çektik ama kamerada bozukluk olduğu için, kameranın dişlerinden birisi kırıldı mı, bir problem oldu yarısı çıktı filmin, yarısı çıkmadı. O dönem çeviri yapıyordum, kamerayı oradan kazandığım parayla almıştım. O filmde de rüyalar vardı. Anneannem, babaannem, halalarım, büyük halalar, hepsini oynatmıştım, kendim de oynamıştım. Sonra o bölümlerin bir kısmını ‘Uyku Hali’nde kullandım . İlk kısa film çekimimi 1993 sonunda 1994 başında yaptım diyebilirim ama  ortaya çıkması 2000’de oldu.

Haşmet senin döneminde nasıldı ?

HT: Benim dönemim geçiş dönemi gibiydi. 8 mm ler biraz gerilerde kalmış gibiydi. Bir televizyon yarışmasına katılmıştım. Yarışmada kazandığım parayla eniştem Almanya’dan bana kamera getirmişti. Hi-8 kamerayı alınca, çekelim dedik, vapurda bir şeyler çekiyorduk ama bir türlü olmuyordu. Sözde gizemli bir şeyler çekecektik.  Ya rahmetli Sadık İncesu’ydu ya da dernekteki çaycıydı. Onu da oynatmıştık. Gizemli bir çaycı. İFSAK’ın Kumbaracı Yokuşu’ndaki binasında. Bir de çay ocağındaki adam vardı; şüpheli. Kim oynayacak? Okuldan sinema kulübünden arkadaşım  Haluk Tınaz’ıoynatmıştık. Bugüne bağlarsak… Ayna Ayna filminde baş karakter Aylin’in babası onu arayıp‘bu iş böyle olmuyor’ diyor ya, işte o Haluk’un sesi. Bu arada Belmin’în başına gelen benim de başıma gelmişti.  Üniversite son sınıftayken, esprili bir hikâyesi olan bir film çekmek istedik. İstanbul’da su sorunu vardı. Tankerlerle su getiriliyordu. Oradan yola çıkarak, biraz o, biraz aşk hikâyesi, biraz polisiye, gizemli kesitlerle bir şeyler çekiyoruz. İngiliz Mezarlığı’nda da çekim yapmıştık. Ahmet Kırkavak’ta kurgu aletleri vardı. Kurguyu orada yapacaktık. İki kutu 8 mm film çektik. Filmler burada banyo edilmiyordu. Stuttgart’a göndermiştik. Bir gün posta geldi. Bir kutu yıkanmış film bir kutu da sıfır film. Yanında bir özür mektubu: ‘Banyo edilirken filmlerden biri parçalandı. Kusura bakmayın. Onun yerine size yenisini gönderiyoruz’.

Belmin,senin kısa filmlerini, belgesellerini izlediğimde hepsinden ayrı ayrı etkilenmiştim, ‘Zap’, ‘Bıyık’, ‘Dalgalar’, ’34 Taksi’ ilk aklıma gelenler. Hiçbirini birbirinden ayıramıyorum ama Ayna Ayna filmini izleyince ‘Uyku Hali’ni hatırladım. Onu izlediğimde gerçekten çok etkilenmiştim. Kısa ve etkileyici deneysel bir filmdir. Sonraları seni daha yakından tanıyıp, artık neredeyse her gün telefon konuşmalarımız başladığında, rüyalarınla ilgili ne çok konuşurduk. Sen sakin sakin anlatırken,  rüyalarını dinlemek çok keyifliydi. .

BS:Belmin rüya anlatıyor !

Belmin’İn böyle esprileri de vardır. Bir yazımda ondan bahsederken ‘nüktedan’ demiştim. Gene bizi güldürüyor.

BS:Evet, liseden beri rüyalara merakım vardı. Aslında gerçeküstücülüğe de çok merakım vardı. Bunuel, Dali, gerçeküstü sanatın hepsi aslında..Her zaman vardı.

Belmin, gene bir festival döneminde 2001 yılında,  İtalyan Kültür Merkezi’nde senin bir sergini açmıştık.Biraz da o projeden bahseder misin ?

BS:O da çekilememiş bir kısa film projesiydi. 1991 yılında bir senaryo yazmıştım. Argos dergisinde yayınlandı. Fakat sonra kaynak bulamayınca o film çekilemedi ama filmin kare kare siyah beyaz fotoğraflarını çekmiştim. O fotoğraflar ile senaryonun sayfalarını bir araya getirerek bir sergi hazırladım. Adı da “Çekilememiş Bir Kısa Filmin Öyküsü” oldu. Sergiyi gezen filmi görmüş kadar oluyordu. Bir fotoroman gibi, bütün konusu vardı sergide. O da yapılamayan filmlerden biri olarak kaldı.

Sizin tanışmanız da galiba o sergide olmuştu.

HT:Ben NTV’de bir kültür sanat programı olan Gece Gündüz programını yapıp, sunuyordum. Kısa film festivali zamanı geldiğinde, mutlaka haberini yapardım. O sene de programı yapayım diye İtalyan Kültür’e geldim. Belmin o sırada ödül almıştı. O sergiyi de gezdim. Belmin’le tanıştım,röportaj yaptım. Sonra çok ilginç, 2003’teki İstanbul Film Festivali’nde aynı filmlere bilet almışız. Bir filmde,  Fransız filmiydi, ismi Sahil, biletlerimiz tesadüf yan yanaydı. 4 ve 6 nolu koltuklar.

Belmin ve Haşmet, siz Ayna Ayna’dan önce Şimdiki Zaman (2012), Bu Ne Güzel Demokrasi ( 2008 ), Bugün İstanbul Ne Kadar Güzel (2005) ve 34 Taksi ( 2005) de de beraber çalıştınız. Bu birlikte üretim sürecinizde nasıl çalışıyorsunuz?

BS:Oturup da şimdi şu sahneyi yazalım gibi çalışmıyoruz. Herkes kendi üretimini yapıyor. Herkes kendi fikirlerini ortaya döküyor ve onu ortak bir noktada buluşturuyoruz. Hikâyeyi oluşturduktan sonra,birimiz bir sahne düşündüğü zaman diğerine anlatıyor.

Ayna Ayna’da senaryonun yaratılmasında nasıl çalıştınız?

HT:Ana fikir Belmin’in fikriydi. Onu geliştirirken bir şeyler katıyordu. Sonrasında onu oturturken senaryoya dönüştürmek için, Belmin’in ana düşüncesini destekleyecek şeyler ekledim. O fikrin parçalarını yerleştirmek için ben de katıldım. Konuşuyoruz, örneğin ‘Frida tiyatroları mı dolaşacak?’, ‘hep tiyatrolara gidecek ama aslında sokakta oynamak istiyor’. Tamam onu yapalım. Vapurda ya da sokakta olsun diyoruz,‘ama bir müdahale olsun’ diyorum. Belmin diyor ki ‘böyle diyorsun ama çok mu keskin oldu?’ Nasıl yapabiliriz deyip, tekrar çalışıyoruz. Herkes kendi köşesine çekilip yazıyor.

BS:Birbirimizi dengeliyoruz. Sahne biri sen yaz, sahne ikiyi ben yazayım gibi değil. Bu film çok uzun bir zamana yayıldı .Bazen rafa kalktı, bazen çekmecede dinlendi.

Onun faydası oldu mu  ?

BS:Bunun faydası çok oldu.  Daha objektif bakabiliyorsun. Aslında filme çok hizmet etmeyen fazlalıkları görüyorsun.

Belmin’ciğim, Ayna Ayna’nın üç kadın karakteriyle ilgili bir yorumum var. Frida’da anneye, Aylin’de babaya, Lale’de ise anne-oğul ilişkilerine gönderme var gibi düşündüm. Bir diğer yorumum da, her üç karakter tek bir kadının farklı yaş dönemlerini temsil ediyor olabilir.  Aylin’le başlıyor, Frida kadının orta yaşı, Lale ise daha ilerideki yaşlarını gösteriyor.  Ve kadın yaşlandıkça sesini çıkartmayı buluyor.

BS:Bu güzel bir yorum. Filmi yoruma açık bırakmak istedik. Böyle bir yorum da olabilir. Ama aslında üç kadın, üçü de çok farklı yerlerden gelmişler, farklı karakterleri var. Toplumdaki üç farklı kesimi de temsil ediyor olabilirler. Burası yoruma açık bıraktığımız yer.

Haşmet, bu yorumumla ilgili  sen neler söylemek istersin?

HT:Evet çok değişik algılanabilir. Bir iki kişi de şöyle bir şey sordu; Aylin, aslında Lale’nin gençliği mi ? Bazen  bir filme bakabilirsin, filmden kopup, sana bir şeyi hatırlatır, kendi gençliğine dair bir şeyi hatırlatır, sokaklarda yürüdüğün ve kendini güvensiz hissettiğin bir an canlanabilir, sonra tekrar filme girebilirsin. Zaten aslında bir filmle daha organik, daha içten bir ilişki kurmanın yolu, sadece somut olaylar üzerine düşünmek değil de, filmden psikolojik olarak etkilenmen.

Belmin farklı yorumlar seni nasıl etkiliyor?

BS:Ben değişik yorumları duyunca çok mutlu oluyorum. Seyirci gayret gösterdiğinde,  boşlukları kendi doldurduğunda, yorum yaptığında, o zaman yapıt da zenginleşiyor.  Sanatla, performansla uğraşmaya çalışan bir kadının, gençlikte de orta yaşta da zorlukları, mücadeleleri bitmiyor, bitmeyecek de. Burada aslında konu tiyatro, oyunculuk ama sanatın hangi dalı olursa olsun, müzik, edebiyat, bununla uğraşmak çok zor. Engellenmeyi, yüzüne kapıların kapanmasını göze alacaksın. O karakterlerin de yüzüne kapılar kapanıyor. Belki de her yaşta bunu tekrar tekrar yaşayacağımızı bilerek devam etmeliyiz. Bu bizi vazgeçirmemeli.

Karakterler de böyle bir mücadele içerisindeler. Aylin ve Lale’nin mücadelesi bitmiyor. Vazgeçmiyorlar.

BS:O mücadele devam ediyor. Aylin kendi sesini, kendini bulmak için mücadele ediyor. Babasından ayrı, belki baba toprağından ayrı bir yerde özgürleşmeye çalışıyor. Lale, ise bütün bunları aşmış ama bu defa da kendine yarattığı alanı korumak zorunda. Çünkü bir alanımız varsa bu alanı korumalıyız. Frida ise henüz o alanı yaratmaya çalışıyor ve o alanı kamusal alanda yaratarak aslında seyirciyle direkt göz göze gelmeye çalışıyor. Biz nasıl seyircinin yorumunu dinlerken onlarla göz gözeyiz, biraz da çekiniyoruz, ne diyecekler, beğenecekler mi acaba, ne yorum yapacaklar diye, her eser veren kişi bunu hisseder, gayet doğal. Frida da bir şekilde hem kendini sınıyor, kendini aşmaya çalışıyor, hem de kendine bir alan oluşturmaya, kendi kimliğini oluşturmaya çalışıyor. Kendi alanını koruma olayı çok önemli. Bizim bağımsız sinemada bir alanımız var, onu tazelemeliyiz, korumalıyız, yapmadığımız zaman yok olacak. Yalnızca kendi eserini vermek değil, alanı da korumak gerekiyor.

Frida’yı düşününce , Kadıköy-Karaköy vapuruna binmek istiyorum. Aylin’i düşününce karanlıkta Karaköy’ün ara sokaklarında yürümek, Lale’de ise Beyoğlu’nun arka sokaklarında gezmek ve fotoğraf çekmek istiyorum.

Belmin’ciğim, filmin görsel yanı da çok hoşuma gitti. Pazarda lahana var, Lale’nin atkısı yeşil.

BS:Evet, üretkenliğin rengi olarak yeşili ona çok yakıştırıyorum.

Frida neden kırmızı giyiyor?

BS:Belki biraz ateşli olduğu için, ateş gibi, çarpıcı bir karakter olduğu için. Filmdeki Frida’ya onun karakterine çok yakışıyor. Kullandığımız renkler karakterlerin de bir yansıması.

Aylin, Frida ve Lale’nin, her üçünün de hikâyesi ayrı ayrı kısa filmler gibi ama hamur yoğurur gibi, iç içe geçmiş ve tek bir film olmuş. Bu konuda kurguda nasıl çalıştığınızı sormak istiyorum. ? Senin kurgu  konusunda da deneyimin olduğunu biliyorum.

BS:Öncelikle senaryodan tabii ki ama kurgucumuz Evren Luş’un da  büyük emeği var. Kurgumuz pandemi, karantina sürecinde devam etti. Onu da ara vererek yaptık. O da çok iyi oldu. Haşmet’in de, senaryo ile karşılaştırarak kurguya dâhil olduğu dönemler oldu. Ben kurguyu çok seviyorum. Acele etmiyorum. Kurguya zaman ayırmak, titizlenmek, özenmek çok önemli. Evren’in de çok emeği var. Kendisine selam gönderelim. Projeyi çok sevdi ve sahiplendi. Böyle bir kurgucunun olması çok önemli. Bu büyük bir şans.

Ben sizin birbirinize ilham veren bir ekip olduğunuzu düşündüm. Biraz da görüntü yönetmeninizden bahseder misin ?

BS: Çok doğru düşünmüşsün. Görüntü yönetmenimiz Vedat Özdemir. Çok iyi bir iş çıkardı. Vedat da kısa film yapmış bir sinemacı. 2000’lerin başında çektiği ‘Pardon’ diye bir kısa filmi var.. Kısa film dünyasında birbirimizi duymuştuk ama tanışmamıştık. Böyle bir yerden de yakınlığımız vardı. O da projeyi çok sevdi, sahiplendi. Belgeselci gözüyle çekim yapacağımızı söylediğimizde, hiç yadırgamadı, hevesle dâhil oldu. Filmin ön çalışmasında da beraber tüm mekanları gezdik, Vedat fotoğraf ve video çekti. Sahneleri nasıl çekeceğimizin provalarını yaptık.

Görsel bellek açısından da önemli bir iş yapmışsınız. Görüntüler çok önemli. Biz nasıl 70’lerin İstanbul’unu Yeşilçam filmlerinde izliyoruz, zamanımızın filmleri de öyle izlenecek. Şehrimiz o kadar hızlı değişiyor ki, şehrin kendisinin de olduğu filmler, karakterlerinin sokaklarda zaman geçirdiği filmler ayrıca önemli.

BS:Geçenlerde Beyoğlu sinemasında Şimdiki Zaman’ın gösterimi oldu. Genç seyircilerden biri; “Siz bu filmi çektiğinizde ben on bir  yaşındaydım. Beyoğlu’nun  bu halini bilmiyordum. 2011 yılındaki halini izledim, çok hoşuma gitti” dedi.

Belmin, Frida’yı bir de pazarda çekmişsiniz. Pazarlar da İstanbul’un çok renkli mekânlarından.

BS: Pazarlar çok renkli, İstanbul’un birçok yüzünü görebileceğimiz yerler. Geçmiş, bugün, gelecek bir arada. Günümüzde her şey tek tipleşiyor ama pazarlarda her anlamda geniş bir yelpaze görmek mümkün. Birbirinden farklı, çok çeşitli insanlar da var. Bana eski İstanbul’u da hatırlatıyor.

Sevgili Belmin, sana son olarak kendinle ilgili bir soru sormak istiyorum. Eserlerdeki karakterlerin yolculuğu, değişimi gibi, her filminden sonrasen kendinde bir değişim hissediyor musun ?

BS:Tabii ki hissediyorsun. İlk yola çıktığında sonucun nasıl olacağını hayal bile edemiyorsun. Hayal edemediğin şeyi görmek çok güzel. Ben belki oyuncuların dünyasına biraz daha yaklaştım diyebilirim. Onları zaten tanımaya çalışıyordum ama tiyatroda o kadar yoğun çalıştık ki, bu filmde galiba en çok oyuncularla empati kurdum. Sinemanın biraz daha merkezine inmiş gibi hissettim ama tam oraya varmış olduğumu söyleyemem.

Sevgili Belmin Söylemez ve Haşmet Topaloğlu, bu dostça, samimi sohbet için size çok teşekkür ederim.

Belmin ve Haşmet, 21 Aralık 2023 saat 19:30’da, yıllar önce içinde olup, gönüllü çalıştıkları İFSAK Sinema Birimi’nin bu kez yönetmen ve yapımcı olarak konukları olacaklar.

1966 yılında İstanbul’da doğdum. Liseyi Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okudum. Üniversite eğitimimi İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladım. Fotoğraf eğitimimi İFSAK’da aldım. 1998 yılında İFSAK Fotoğraf Ve Sinema Amatörleri Derneği’ne üye oldum. 1999-2003 yılları arasında İFSAK yönetim kurullarında etkinlik ve sinema birimi sorumlusu olarak görev aldım. 2008-2009 yılında İFSAK yönetim kurulunda başkan yardımcısı olarak yer aldım. İFSAK Fotoğraf ve Sinema dergisi yayın kurulu üyesi olarak dergide sinema ile ilgili yazılar yazdım. Sinema ve fotoğraf ile ilgili yazılarım Geniş Açı, Altyazı, Sinema Dergisi, Radikal, Dünya ve Birgün gazeteleri gibi çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlandı. Karma fotoğraf sergilerine katıldım. Bir Şehre Dokunmak ve İstanbul Gece Olunca Seni Affettim isimli iki dia gösterisi hazırladım. 2020 yılında Aşk Ağustosta Güzeldi isimli ilk romanım yayınlandı. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali’ni düzenleyen ekibin üyesiyim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Filmlere Dair

Leviathan

Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev, büyük sükse yapan 2003 tarihli Dönüş filminden sonra, arada bir kaç film…

Kuru Otlar Üstüne

Koza(1995) adlı kısa filmiyle başlayan Cannes film festivali ödül serüveni Kasaba(1998) ile Berlin Film Festivali’nde gelen…

Kim bu kuşlar…

Yanımızdan yöremizden değil, iliklerimizden geçen bir seçim yaşadık. Çocuklara çocuk olmayı, sanatçılara sanatçı olmayı, öğrencilere öğrenci…

Okul Tıraşı

Yolu okuldan geçen iyi sanat ürünlerinin çoğu yakıcıdır nedense. Hele çocuk gözünden anlatılırsa. Çocukların dünyasına bakarken…