Av Zamanı
Avcı elinde silahıyla tetikte beklemektedir. Tel çerçeveli numaralı gözlüğü, muhtemel bir avın sıra dışı kıpırtılarını saptamak için gözleriyle işbirliği içindedir. Av yapmaktan keskinleşen koku alma duyusuyla, köpeğini yalnızca vurulan avın tanığı olmak için yakınında tutmaktadır. Mücadele, yaşamın özüdür. Daima, bir kaçan, bir de kovalayan vardır.
Ernest Hemingway, 20. yüzyılın en ünlü Amerikalı yazarı. Orduya girme isteğinin, gözündeki bozukluktan dolayı sürekli geri çevrilmesi, onda bulunan savaşma arzusunu ortaya çıkarmıştı. Ama yine de, 1.Dünya Savaşı’na ambulans şöförü olarak katıldı. Avusturya-İtalya sınırında yaralandı; yaşamının geri kalan kısmını, yaralı bir hayvanın ürkeklikle saldırganlık arasındaki belirsiz davranışlarıyla geçirdi. Her şeye rağmen, on dokuz yaşında kahramanlık madalyasının sahibiydi.
Yaşamını gazetecilikle sürdürdü. Paris’e yerleşti; öyküler yazıp, yayınlatmaya başladı. Sabırla bekleyip balık tutmak, heyecanını başka bedenlerde sınayarak boğa güreşlerini izlemek ve doğaya kafa tutarak avlanmak, yazmanın dışındaki en büyük tutkularıydı. Bu uğurda birçok ülkeyi gezdi. İspanya’da Franco’ya karşı Cumhuriyetçiler için, Küba’da da Alman casuslarına karşı çalıştı. Bazen bir dergi muhabiri, bazen de bir gerilla olarak ama en çok da yazar olarak dünyadaki varlığını kanıtladı. Eli hiç boş kalmadı, kalem yoksa tüfek, olta yoksa bir içki kadehi eşlik etti ona.
Av bir tutkudur, bir hastalık; çoğu kez yarım bırakılmış uykular demektir. Bir fotoğraf makinesiyle, bir silah; hedefe kilitlendikten sonra aynı şeydir. Biri yaşamın içinden sadece bir zaman kesitini ölü bir an olarak kopartırken, diğeri o anın nesnesini yok eder. İkisinde de geri dönüş yoktur. Hayvan cansız, yerdedir; fotoğraf ise gizli görüntü olarak kimyasal işlemin başlayacağı “an”a kadar, boyutlar arasında aydınlığa çıkış yolunu arayacaktır.
Robert Capa. Savaş fotoğrafçısı, bir efsane. İspanya’da iç savaş sırasında çektiği vurulan asker fotoğrafıyla ölümün koreografisini saptadığında, yani fotoğraf makinesiyle tarih yazdığında yalnızca 23 yaşındaydı. Normandiye Çıkarması’nda, o ünlü “D-Day”de, suların içinde çektiği fotoğrafıyla bir kez daha ölümsüzleşti. 1947 yılında, belge fotoğrafının prim yapmasını sağlayan, anları sanata dönüştürmesiyle tescillenen dünyanın en ünlü haber ajansı Magnum’un kurucu üyeleri arasında yer aldı. Çinhindi’nde, 1954 yılında bir mayın, yaşamla onun arasına açarken, o yalnızca varlığının görünen kısmını yitirmişti.
Capa yalnızca dünyanın sıcak savaşlarını değil, geçici barışlarla dinlenen savaşçılarının fotoğraflarını da çekmeyi seviyordu. Karşı karşıya geldiklerinde Capa 28, Hemingway 42 yaşındaydı. Her ikisi de savaşmayı seviyordu. Hemingway, fonda siyah bir lekeye dönüşen ve objektifin alan derinliğinin dışına taşan köpeğiyle birlikte, avını gözler gibi yaparken, Capa’ya hedef olmaktan hiç çekinmedi. Hedef küçülteceğine, aksine avcı orda değilmişçesine profilini vererek, bir fotoğrafta kaplayabileceği en büyük alanı kapladı. Dizlerinin üzerine çökerek aldığı pozisyon, onun Tanrı ile karşı karşıya geldiği ender anlardan birini gösteriyordu. Yıl 1941’di ve güneş bulutların arasında tutsaktı.
İhtiyar adam elini av tüfeğinin tetiğine götürdüğünde, dünyanın bütün denizleriyle arasına bir çizgi çekiyordu. Normandiya Çıkarması’nda, sarmaş dolaş olduğu soğuk deniz dahil… Silahını araya elçi olarak koydu, belleği dünya ile vedalaştı. Hızla koşan leopar sendeledi, debelendiği yeri az sonra kanla dolacak bir havuza dönüştürdü. Kafasında büyük bir ağırlık, sanki akşamdan kalmış gibiydi. Onun için çalan çanlar susmuş, geriye yalnızca fotoğraflardaki anlar ve rom kokulu Küba gecelerinden trompetlerin yorgun sesleri kalmıştı.
Not: Bu yazı daha önce E Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi’nde yayınlanmıştır.
Hemingway iyi ki muharip asker olamamış. Katliam yapar gibi avladığı yüzlerce, belki binlerce canlıyı düşününce ‘iyi ki’ diyorum.
Sevgiler sevgili Akoğul…
Değerli Dostum,
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
Böyle analojiler kuruyorum işte.
Fotoğraflar, zaten olasılıklara bağlı bir silsileler zinciri değil midir?
Hitler’i de Avusturya’da Güzel Sanatlar Okulu’na almamışlardı.
Hayat işte: Faturası daima insanlığa kesiliyor.
Sevgiler.
Merih