Adalet Ağaoğlu’na saygıyla…
Tezel bir ressam, bir sanatçı. 1944 doğumlu. 1960’da Ankara’dan İstanbul’a geliyor. Akademi’de okuyor. İki kere evleniyor. İkinci evliliğinden bir oğlu var, Kerem. Kasabadan Ankara’ya göçmüş Fıtnat Hanım ile Sâlim Efendi’nin kızı. İlhan, Aysel ve Tezel. Üç kardeşler. Annenin deyimiyle tekne kazıntısı Tezel, yurt dışına gider.
Bu yazıda da Tezel’in neden yurt dışına gittiğinin peşine düşelim. Bugünlerde her gazete köşesinde, her görüntüde gidenlerden söz edilirken, istatistiklere boğulurken. Biz bir sanat eserinin sözcüklerinin aralarında dolaşalım, sözcüklerin altına bakalım:
Bir Düğün Gecesi, Adalet Ağaoğlu.
Romanın karakterlerden biridir Tezel. Otobüs’le bir gece yolculuğu yaparak İstanbul’dan Ankara’ya gitmektedir. “Tezel’in Gece Yolculuğu” “Tezel’in Uzun Konuşması” “Hep O Yolculuk” başlıkları altında Tezel’in kendini anlamanın yolculuğunu, bir farkına varışın yolculuğunu Tezel’den dinleriz. Yaşadıklarına bir başkaldırıdır. Acımasız olduğu kadar hüzünlü bir alaycılıkla konuşur da konuşur.
Tezel, 2. Dünya Savaşı yıllarında doğmuş, sonrasında Türkiye çok partili sisteme geçmiş, 1960 darbesi olmuş, Başbakan Adnan Menderes iki arkadaşıyla idam edilmiş, 1961 Anayasası yapılmış ve 12 Mart 1971 Muhtırası’ndan yaklaşık 1 yıl 2 ay, Deniz Gezmişlerin idam edilmesinden 6 ay 20 gün sonra Ankara’ya düğüne gitmektedir. Bu tarihlerin hiçbirinden doğrudan söz edilmez romanda. Şöyle söz eder. “Akademi’ye kapağı atarken sırtımda daha Kızılay’da yediğim copların sancısı vardı. Gözlerimde göz yaşartıcı bombaların kırmızılığı…” (s.30) Tek tarih düğünün tarihidir.
Tarih, 26 Kasım 1972. Yer, Ankara Kulüp. Tezel, Tüm General Hayrettin Özkan’ın oğlu ile evlenmekte olan, milletvekilliği de yapmış, avukat, işadamı ağabeyi İlhan’ın kızı, yeğeni Ayşen’in düğünündedir. Rus biçimi ipek bluzunu, siyah eteğini, dizlerinin üzerine çıkan çizmelerini giymiş halde; düğün salonunda devetabanın arkasına saklanmış, içki bardağını bırakırken elleri titreyen, “İntihar etmeyeceksek içelim bari! “ sözünü dilinden düşürmeyen Tezel, ancak annem ölürse o şehre giderim diyen Tezel yeğeninin düğünündedir.
Bir düğün salonu.
Dünürler kapıda konukları karşılıyor. Herkes yerleşiyor. Sonra gelin damat geliyor. İlk kez karşılaşanlar, uzun süre sonra karşılaşanlar selamlaşıyor, sarılıyor. Roman bunlarla hiç ilgilenmiyor. Bu insanlara bizi yaklaştırıyor ve içindeki konuşmaları dinletiyor. Martin Scorsese’ın Kızgın Boğa filmini izlediyseniz, bilirsiniz. Filmin kahramanın hissettiğini, düşündüğünü görebilmemiz için çevresindeki kalabalık flulaştırılır, sesler uzaklaştırılır, kamera Jake’e yaklaşır yaklaşır. Yazar bunu yapıyor. Görünenin arkasını odaklanarak her bir karakteri dinlememizi sağlıyor. Tezel onlardan biri.
Tezel’i biz eniştesi Ömer’in gözünden tanırız. Ömer Aysel’in kocası. Dışişleri mensubu bir babanın oğlu, İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde okumuş, profesörlüğe kadar yükselmiş bir akademisyen. 45 yaşlarında. Aysel’le 20 yıllık evliliği var. Aşk ve uyum evliliği üstelik.
“Ne güzel bir kızdı Tezel. Ne havalı. Ailenin en güzel, en yetenekli, en çağdaş çocuğu. Şimdi şu hale bak. Gözlerinin altı balon balon. Yan yana durmuş, protokolü ikinci dereceden, üçüncü dereceden, ne kadar geriden olmak elimizdeyse o kadar geriden yerine getirmeye çalışıyoruz. Ses vermez bir laternayla kolu dönmez bir borulu gramofonuz işte.” (s.18).
Tezel için yaşanan yaşanmış, görülen görülmüştür. Bir mevsim temizliği yapacaktır “Nihilist olmak komünist olmaktan da zormuş” (s.32) diyerek. Gerçekten tüm bağlar kopmuş, tüm anlamlar bitmiş midir? Tavrı alabildiğine nihilisttir. Kendisindeki her duyguya, her düşünceye sorar, sorar, sorar. Birlikte bakalım ailesine, içinde bulunduğu sanat çevresine, ülkesine…
Tezel “yaşam fukarası” olarak gördüğü ailesi ile bağlarını koparmaya çalışmaktadır. 17 yaşında İstanbul’a, ağabeyi İlhan’ın bütün engellemelerine karşı Aysel’in ve Ömer’in desteği ile gelmiştir. Dün, Sâlim Efendi erkenden ölünce ailenin koruyuculuğunu üstlenen İlhan ülkücülüğün yollarına taş döşemeye çalışırken Aysel ve Tezel o yollarda “vatan haini iki kaltak”tır. Bugün “Yahu bir koca kentte, Anadolu Kulübü gibi koskoca yerde bir düğüne geliyorsun. Başından şu Hacı takkesini çıkaramaz mısın? Karının, kızının başından şu örtüleri attıramaz mısın” “…ben de ilericiğim, ilericiliğimi de koydum ortaya” (s.192) diyecek kadar kaybolmuş görünen İlhan, her zaman olduğu gibi parasal güç odağı olabilme yollarına taş döşemektedir bir generalle dünür olarak. İlhan için Tezel “kökü dışarıda sapık fikirli şırfıntıdır” (s.49).
Annesinden gerçekten kopabilmiş midir Tezel? Fitnat Hanım’ın “serseri olmayan, isyânkar” kızıdır o. Tezel kendisinden bir şey beklememesi için annesinden de uzaklaşmıştır. Küçükesat’taki evin kokusunu, tatillerde eve gelişini, el örme kazakları giyerek İstanbul’a dönüşünü, evlendiği kocalarını annesine götürüp onayını almasını, çıkaramayacağı derinliklere gömmeye çalışır. İtiraf edemez, ama düğüne annesini memnun etmek için de gitmiştir, onu utandırmayacak kadar süslenmiştir üstelik.
Tezel, Aysel’den de uzaklaşmıştır. Kendisini her zaman destekleyen Aysel, bütün tokatlara, hayal kırıklıklarına karşın direnmektedir. Kasabadan gelip kendini özgür bir kadın olarak var etmeye çalışan Aysel, Tezel ‘e vicdan azabı olmuştur. Annesinin istediği kız olamamanın duygusu gibidir duyguları. Onun bitmeyen mücadelesi, umudu “insana” inanışı Tezel’i suçluluk duygusuyla bir yerden sonra uzaklaştırır Aysel’den. Düğüne gidiş, bir yandan Aysel’in de düğüne gelmesi ve içinde hiç bulunmak istemeyeceği ortama düşmesini görme isteğidir.
İlk eşi oyuncu Mamoş, devrimci çevrelerin saydığı Aysel ve Ömer’e yakınlığı sevmiştir Tezel’de. Aysel ve Ömer gözden düşünce sevgi de bitmiştir. İlk dayağını İlhan’dan ikinci dayağını da Mamoş’tan yemiştir Tezel. Sıkıyönetim ilan edilince Mamoş kendisini çok önemli gördüğünden yurt dışına kaçacaktır.
İkinci eş Oktay üniversiteyi yarım bırakmış, baba parasıyla geçinmektedir. Bir çocukları olmuştur. Tezel boşansa da, izin vermese de, onun yanında olmaya çalışmıştır. Tâ ki hapse girinceye kadar, niye “siz dışarıdasınız” paranoyasına kapılana kadar. O da hapisten çıkınca soluğu Bodrum sahillerinde mavi pembe yolculuklarda alır.
Oğlu Kerem’e de uzaktır Tezel. Çocuk babaannede kalmaktadır. Çocuğu doğurmakla yanlış yaptığını düşünür. Çocuğunun sorumluluğunu almayan, onu koruyamayan ülkesini nasıl koruyacaktır, Tezel’e göre. Biz der “bu dünyaya çocukları kurtarmak için gelmedik mi?” (s.44).
Tezel’in en büyük öfkesi içinde bulunduğu devrimci çevreleredir. Öfkesine karşın onlar “bizimkiler”dir. ”Bizi korumaya ant içmiş.” (s.28) sıkıyönetimcilerin cadı avında ortalık darmadumandır. Tezel vurur da vurur. “Ne dünden sorumlu ne yarına borçlu olduklarını ilân etmiş kişilerin küçük koalisyonu bozuldu.” (s.26) der, gözün yaşına bakmadan devam eder:
- unutmamak, utanmamak için yitirilen inançların yerine acilen yarım yırtık inançlar koyma - kim kimden daha murdar, kim kimden daha temizin peşine düşme - kimin polis kimin yiğit olduğuna karar verme - yüzlerini temiz tutmak, kendilerinden kurtulmak için bir şeyler yapma çabası - her şeyi devlete teslim edip vicdandan kurtulma - Hitler’i fark edemeyen, Vietnam’da kanın sulara karışacağını göremeyen devrimciler…
Tezel’in dünyasında taşlar yerinden oynarken asıl varoluşum dediği “resim” de savrulur. Oysa yeni düzende Dünür General’in çevresi ”gelinin teyzesi ünlü bir ressam” cakasını yaşamak istemektedir. Ömer’in gözlemiyle: “ Epeyce ünlü bir ressam. Nasıl böyle oldu Tezel. Tablolarına kullanamadığı boyaları gözlerine, yüzüne mi sürüyor artık. Tablolarını daha güzel boyardı ama. Gergin bir tuvale. Hep kendi renklerini, kendi esintilerini bularak. Hiç sezdirmeyerek bir boya, bir fırça kullandığını. Hiç ele vermeyerek bu resimlerin bir resim bilgisi taşıdığını. Hiç bağırmayarak hücrelerin de rengini bildiğini, biçimlerini sezdiğini, kokusunu bile duyduğunu. İyi bir resim nasıl anlatılır? Hem kendini siliş bu resimlerde, hem tepeden tırnağa kendisi oluş nasıl boyanır? Gergin bir tuvale böyle boyardı?” (s.22).
Tezel, akademiye gitmek için her şeyi göze almıştır. Fıtnat Hanım üzülür, İlhan’dan dayak yer, para desteği alamaz. Yeteneğine ve resmine inanan Aysel, ben çok bastırıldım o dilediğini yapsın diyen Aysel destek olur. Resimlerini yapmakta, sergiler açmaktadır. Tezel oraya da vurur. “O günler el üstünde tutuluyorum, iyi ressamım ya, sanat ve kültür kolonimiz öyle istediği için…” (s.29) diyen Tezel içebilmek için turistik resimler yapmaktadır artık.
Maçka’da bir galeride “boyayacaksınız bir şeyler, işçilerimizi anlatın, onların ezilmişliğini, sömürüyü anlatın diyen devrimci kıza “kafam böyle çalıştığı, gözüm böyle gördüğü, yüreğim böyle çarptığı için böyle yapıyorum resimleri, popülizmden eser yok” diyerek kendini anlatmaya çalışırken, pis entelektüel denilerek yüzüne bir tokat nakşedilecektir okkalı bir tükürükle. Bundan sonrası çorap söküğüdür.
Artık para kazanmak için turistlere resim yapmaktadır Tezel ve birçok ressam. Tezel Batı’nın kendi dışındakine bakışına da vuracaktır. “…bizim dilenen gözyaşlı çocuklardan birini bir İsveçlinin duvarına çiviletip, onların bize acımasına, bu değişik tadın iğrençliğini yaşamalarına…” (s.41) Sami de kasketli, yabalı köylü çizer.
Tezel’in bir de Londra gezisi olacaktır. Tam sekiz ay önce, der Tezel. Denizler’in idamından yaklaşık bir buçuk ay öncedir. Hapishanelerden işkence haberleri gelmektedir. Arkadaşı Sami, insan görüntüsünü yitirmekte olan Sami, fısır fısır konuşarak yardım ister. Cebinden yapılan işkenceleri anlatan küçük kağıt parçalarını çıkarır, bunun acilen Londra’da “Dost bir Türk’”e götürülmesi gerektiğini söyler. Tezel kendisinin neden seçildiğini açıklayan Sami’nin; paralısın lafını, pasaport için ağabeyin İlhan’dan yardım da alabilirsin lafını hazmetmeye çalışarak kabul eder. Gözünün önünde Kanlı Pazar gününde (6. Filo Protestosu 1969) rüzgârda dalgalanan saçlarıyla hiç korkmayacak, sesi hiç kısılmayacak duygusu yaratan Sami vardır. En önemlisi Tezel kendini önemli hissetmiştir.
Dost Türk, BBC’de çalışan bir İngiliz’le evlidir. Zarfın içindeki bölük pörçük kağıtları avucuna dökerken “Bıktık artık bu bölük pörçük kağıtlardan. Bunların bir anlamı yok!” (s.78) “koskoca adamları bu küçücük kağıt parçalarıyla rahatsız edemeyiz ki” sözlerini Tezel kendine küfürler savura savura anlatır.
Tavrı alabildiğine nihilist olan Tezel, “Bizse buradayız. Varız. Yaşıyoruz ve bir arada yaşamayı sürdürmek zorundayız” diyerek Aysel’e seslenecektir içinden.
Tarih, 26 Kasım 1972. Tezel düğünden Aysel’den gelen telefonla ayrılır. Jandarmalar evi basmıştır, Aysel götürülmektedir. Tezel ve Ömer Aysel’e giderken sokakta bir silah sesi duyulur. Ömer içinden ”Burnumda kömür ve barut kokusu, kulaklarımda hâlâ Ankara Misket Havası ve şuramda o yara.” der.
Adalet Ağaoğlu’nun üç romanı; Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi, Hayır “Dar Zamanlar” üçlemesi olarak anılır edebiyat tarihinde.
Tezel’in yurt dışına gidişini üçüncü roman Hayır’da Aysel’den öğreniriz. Aysel Tezel’e mektup yazmaktadır. Kısacık söz eder. Tezel Madrid’de, Kerem Paris’tedir. Tezel resimlerini yapmakta, sergiler açmaktadır. Kerem onu ziyarete gidecektir. Aysel sergileriyle ilgili haberleri gazetelerden izlediğini söyler. Çeviri haberler, çeviri övgüler der.
Başlıktaki soruya dönersek. Tezel, neden gittiğini dinleyene “öylesine” anlatıyor? Çocuk olmak, genç olmak, kadın olmak, anne olmak, yurttaş olmak, sanatçı olmak, yoldaş olmak. İşte ne olmaksa, üzerinden silindirle geçiliyor. Ve Tezel başka bir coğrafyada sanatına dönüyor, oğluna elini uzatıyor.
Bugün gidenlerin Tezel’den hiçbir farkı yok, diye düşünüyorum. Hep bir var olamama durumunda değil miyiz?
Bugünü anlamak isteyenlere bu roman çok iyi gelecektir. Kendini anlamak isteyenlere bu roman çok çok iyi gelecektir.
Sözün kısası, iyi yazarlar ülkelerini güzelleştirirler. Adalet Ağaoğlu benim için öyledir. Sevgiyle selamlıyorum.
Kaynak:
Roman: Adalet AĞAOĞLU, Bir Düğün Gecesi, Simavi Yayınları, İstanbul, 1992.
Fotoğraf: Ramiz ŞAHİN
Fotoğraftaki Sanatçı: Flamenko Dansçısı- Dilek TEKİN
Bize Ulaşın