Bir insanın hayatında başına gelebilecek en güzel şeylerden birisi, herhalde zamanı unuttuğu, içinde kaybolduğu, kendi varlığını, özünü tam olarak hissettiği bir uğraşıya sahip olabilmesidir. Fotoğraf ile uğraşıyor ve bu sürecin herhangi bir kısmında zamanı unutuyor, kendinizi tam, eksiksiz ve çok iyi hissediyorsanız, hayatınıza anlam kazandıracak güçlü bir meşgaleye sahipsiniz demektir.
Son dönemde yapılan araştırmalar, hayatları boyunca huzurlu, mutlu ve uzun yaşayan insanların ortak özelliğinin, içlerinde kaybolabildikleri bir meşgale keşfedip onu devam ettirenler olduğu anlaşılmıştır.
Akışta Olmak
Aslında kendimizi ifade etmenin bir yöntemi olarak fotoğraf çekeriz. Kelimelere dökemediğimiz, özümüze ait olan görme biçimimizi anlatabilmek için fotoğrafa başvururuz. Fotoğraf üretiminin herhangi bir aşamasında, (kurgu öncesi hazırlığında, kurgusunda, sokakta hayatın akışında, çekim anında, fotoğrafların ayıklamasında, işlemesinde vb..) zamanın nasıl geçtiğini unutuyorsak, süreçte kaybolup, yüzümüze tatlı bir gülümseme geliyorsa, kendimizi dünyanın en ayrıcalıklı insanlarından birisi olarak görebiliriz.
Çünkü artık iç huzurunu yakalayabildiğimiz, içinde kaybolduğumuz bir meşgalemiz var. Hayatımıza, özümüze, varlığımıza çok ama çok iyi gelen bir şeyin olduğunun farkındayız. İşte buna “Akışta Olmak” adı verilir. Bilincinin en derinliklerine inebilirsen, emin ol, bu akıştan, bu deneyimlerden çıkan fotoğraflar, senin özünü yansıtacaktır.
İnsanın, doğası bakımından kesinlikle iyi olduğunu, kötülüğün ise uygarlığın eseri olduğunu söyleyen Jean-Jacques Rousseau‘nun söylemi, bugün modern çağımızda da geçerliliğini korumaktadır.
John Locke‘a göre insan zihni doğuştan boş bir levha, ‘tabula rasa’, gibidir. “Çocuk doğduğu andan itibaren, çevresinden gelen verilerle yaşadığı deneyimlerle bu boş levha dolmaya başlar” der.
Bebek ilk doğduğunda hayata ne kadar masum başlar, boş, tertemiz bir bilinç ile, egosuz, aydınlık. Çocuk basittir, basit olmak ister, dans eder, şarkı söyler, temel ihtiyaçları giderildiği sürece daima mutludur.
Anneler ve babalar, çocukları doğduğu andan itibaren, onlar için her şeyin en iyisini isterler. Çünkü çocuklarımız bizim varlığımızın en temel sebeplerinden birisidir. Kız çocuk bir prenses, erkekler ise güçlü birer kahramandırlar.
Hem kapitalizmin ezici gücünü hem de bu coğrafyanın tekinsizliğini üzerinde hisseden anne ve babalar, çocukları açısından bu hayatın güvencesiz, adaletsiz ve sömürü döngüsünde olduğunu fark etmişlerdir. Kısaca gelecek kaygısı taşıyan bir ruh haliyle evlatlarını, yani bizleri yetiştirmişlerdir. Hemen hemen egosuz doğan çocuk, kısa zamanda “varlığını sürdürebilmek adına”, gelişim sürecinde ego yüklenir. Çünkü doğu felsefesinin aksine, ortadoğulu ve batılı toplumlar, insanın varlığını ancak “ego” ile sürdürülebileceğini kabul ederler.
O mutlu, dans eden çocuk yavaş yavaş değişmeye başlar. İlk önce kıyaslamalar başlar hayatımızda, rakipler ilan edilir okul sıralarında, sınav notunuzu anne-babanıza söylediğinizde, bize diğer öğrencilerin notları sorulur. Şiddetli rekabette geçen lise seçme sınavı sonrasında, daha şiddetli geçen üniversiteye giriş sınavları, geleceğin bir kaç saatlik sınava bağlı olduğuna inanılan düşünceler. Akademik başarının, hayatta çok ama çok önemli olduğunu zanneden öğretiler.
Çocuk not ile tahrik olmaktadır artık. Merakın ve öğrenmenin peşinde değil, notun, derecenin peşinde koşmaktadır. Çocuk işler yolunda gitmediğinde, başkalarını suçlamayı iyice öğrenmiştir. Çünkü kapitalizm onu, toplumla birlikte bu yönde dönüştürmüştür. Bazı aileler durumun farkında olsa dahi, çaresiz sisteme boyun eğerler.
Hayatta kalmak için olmazsa olmaz diye öğretilen, kaçınılmaz şekilde aile ve toplum tarafından şişirilen egolar sayesinde, yirmili yaşlara gelindiğinde genelde eleştiriye tahammülsüz, arzular peşinde koşan, her şeyin en iyisini ben bilirim, en kompleksini ben yaparım, her şeyin en iyisine ben layığım diyen ve sürekli kendini diğer insanlarla kıyaslayan yeni bir nesil yetişmiştir artık. Günümüzde kapitalist toplumlarda, bu şekilde insan üretimi, kaçınılmaz şekilde seri halde devam etmektedir.
“Siz hayatın her aşamasında zirveye çıkana saygı duyuyorsunuz, biz ise kendi egosunu terk edene saygı duyuyoruz.”
Tibette 7 yıl filminden
Fotoğraf, Hazlar ve Arzular Üzerine
Fotoğrafı ne sosyal medyada beğeni toplamak için, ne onu yarışmalarda derecelerimiz olsun diye, ne bu ülkede ne de yurt dışında şöhrete kavuşmak için çekiyorduk.
Hayır, ne sosyal medyaya karşıyım, ne fotoğrafçıya değer katan yarışmalara, ne de şöhrete. Başarı geldiğinde, elbette bunun keyfini çıkaracağız, elbette yüzümüzde güzel bir gülümsemeyle dolaşacağız. Bundan bahsetmiyorum.
Fotoğraf çekerken, o çocuğun dans ettiği gibi var ol diyorum. İçinde bırak varlığın kaybolsun, farkında ol, hayatta bundan daha değerli çok az şeyin var olduğunun farkında ol diyorum. Çocuk, dans ederken, söyle bana, beğenilmeyi dert eder mi, ödül almayı düşünür mü? Ödül almak, beğeniliyor olmak, şöhrete kavuşmak vb.. arzular egonun çağrıları değil mi?
Egonun bitip tükenmek bitmeyen arzularla, “Ben”, “ben” sesleriyle senin bu saf temiz, var olduğunu hissettiren harika uğraşını elinden almasına izin verme. Onu kirletmesine izin verme.
Egonu besleyen arzular, hiç bir zaman tatmin edilemez. Arzuları sürekli paylaşıma ihtiyaç duyan Instagram algoritmasına benzetebilirsin. Ne kadar çok şey verirsen ver, o doymayacaktır. Asla doymayacaktır. Ve o doymadan da sen bu dünyadan göçüp gideceksin.
Ne Van Gogh, ne de Gauguin, resimlerini bunlar için yapmadılar. Onlar resimlerini yaparken, onların içerisinde, akışında kayboldular.
Sadece ama sadece akışta olmak için fotoğraf çek, huzur bulmak için, varlığını hissederek kendini ifade edebilmek için fotoğraf çek. Başarı gelir ya da gelmez, kimin umurunda, konumuz başarı değil ki.
Sen sadece en değerli olanı fark et, akışta ol..
Daima Başlangıç Zihninde Olma
Çalışmana, samimi ve yetkin kişilerden almış olduğun geri bildirimlere bağlı olarak, zaman içerisinde fotoğrafların eskisine nazaran daha iyi olmaya başlayacaktır.
Fotoğrafların iyileştikçe, fotoğraflarındaki kalite artışının farkında olan diğer fotoğrafçılar, seni övmeye, “hocam” ya da “üstadım” demeye başlayacaklardır. Bu paye, senin egonu gayet okşayacak ve bu payeyi zaman içerisinde içselleştirmeye başlayacaksın.
Eğer fotoğraf yolculuğunu kalıcı bir şekilde sonlandırmak, gelişimini durdurmak, çevrende sana söylenen ve egonu tatlı tatlı okşayan “hocam” ya da “üstad” terimlerini üzerine alıp, kendini bu şekilde etiketleyebilirsin… Sana bu etiketlerle hitab etmeyenleri de hadsiz ilan edip, hayatından çıkarabilirsin.
Halbuki, yapman gereken tek bir şey var. Her sabah kalktığında, başlangıç zihninde olmak.
“Bir usta daima en temel teknikleri, yeni başlamış bir öğrencinin de bildiği teknikleri kullanır. Ama o temel teknikleri uygulayışında inanılmaz bir sadelik ve bu sadelikten doğan gösterişsiz bir güzellik vardır. Sanatındaki yetkinliğinden doğan bu gösterişsiz güzellik, bu zarafet onun yaşamının her alanında etkisini gösterir. Japoncada bu durum shibumi terimiyle açıklanır.”
Kişi fotoğrafta ilerledikçe, kendisini ifade ederken kullandığı mekanik ve bilişsel teknikleri daima daha sade, gösterişten uzak bir şekle getirmelidir.
Seviyen ne olursa olsun, kendini usta şeklinde etiketlememeni öneriyorum. Bu durum seni daima başlangıç zihninde olmaktan çıkaracaktır. Oysa öğrenme hayat boyudur. Samimi, içten, senin başarından gurur duyan çevrende dostların olacaktır. Sadece daima başlangıç zihninde olabilirsen, sana söylenen samimi eleştirilere kulak verebilirsin. Bu sebeple, egona yenilmeden, alçak gönüllü kalabilmeyi başardığında, çevrendeki neferleri görebileceksin. Çünkü her fotoğrafçının her samimi fotoğrafçıdan alabileceği sayısız öğreti mevcuttur.
Yol inişli çıkışlıdır ve sadece bir tanedir
Akışta olmak için fotoğraf çekmiyorsan, amacın, başarıdan başarıya koşmaksa, yapıcı eleştiriler egona çarpıyor ve geri dönüp arkadaşlıklarını parçalıyorsa, seni gereğinden fazla zorlu günler ve kesif bir yalnızlık bekliyor demektir.
Mutluluğun, arzularını tatmin etmekte olduğunu düşünüyorsan, aşılması zaten kolay olmayan bu hayat yoluna, çocukluğundan gelen alışkanlıklarınla, öğretilerle devam ediyorsun demektir. Fotoğraf yolu da aynı hayat yolu gibi, iniş ve çıkışlarla doludur. Eğer inişleri ve çıkışları yekpare, tek bir parça olarak, görürsen, arzularını tatmin etmek için değil, her şartta bu yolda yürümekten mutluluk duyarak ilerlersen, seni ne yokuşlar zorlayacak ne inişlerde gereğinden fazla tatmin yaşayacaksın.
Hayat, kompleks değil, basit, minimalist, olduğu sürece güzeldir. Onu kompleks hale getirmeye çalışan tek şey, egomuzdur. Çünkü ego basit olandan haz duymaz, tatmin olmaz. Yolunu basit tut, hem inişte hem çıkışta, yolun sana getirdiği güzellikleri fark et. Hem inişte öğren, hem çıkarken öğren, çünkü “kötü olan şeyler” sadece zihnimizdeki şablona uymayan hallerdir.
Bir yarışmaya katılırken, kendini ilk 3 te ya da mansiyon alırken mi hayal ediyorsun? Sosyal medyada paylaşım yaparken, fotoğrafının onlarca belki yüzlerce beğeni alacağını mı düşünüyorsun. Sergi açarken, yüzlerce kişinin ziyaretini mi hayal ediyorsun. Fotoğraf yolundan çok, arzularının peşinde olduğunu söyleyebilirim. Çünkü, seni tatmin etmeyecek sonuçlar gelince, kafandaki “başarı şablonuna” uymadığı için üzüleceksin. Fotoğraf yolunun keyfini çıkar, fotoğraf yolu için kafanda başarı şablonları oluşturma.
Tekrar ediyorum, Hayır, size başarıyı boşver demiyorum. Başarı geldiği zaman tabii ki kutlayıp, keyfini çıkarırsınız. Benim ifade etmek istediğim, dikkat et, kaçırıyorsun, o içinde kaybolduğun bu meşguliyetin ne denli kıymetli olduğunu. Kaçırma, özüne olağan üstü iyi gelen, seni bütün hayatın koşuşturmasından, stresinden çekip çıkaran, fotoğrafın kıymetini bilmeyi. Gerçek mutluluğun, akışta olabilmek olduğunu yakala diyorum, seni mutlu ya da mutsuz eden sadece kendine biçtiğin başarı şablonları. Eğer bu şablonlardan kurtulursan, mutluluk seninle.
Ödülleri almaya başladın, hepsini toplamaya başladın. Ne zamana kadar, senin arzularını ne doyuracak. Bu yıl aldığın ödülleri gelecek sene alabilecek misin?
Bütün sanat dünyasında var olan insanlar gibi, bir gün tıkandığın an olacak, o zaman ne yapacaksın. Nereye kadar yukarı çıkacaksın? Everest’in tepesinde başka kimseler yok, orada sadece yalnızlık var. Üstelik orada yeterince oksijen de yok.
Hayat çok yönlüdür, daima yukarı doğru işlemez. Ego çağımız insanının hastalığıdır.
Ego insanları birbirleriyle kıyaslattırır. İnsanlar kendilerinin, başkalarıyla kıyaslandığını fark ettiklerinde, derin şekilde incinirler. İnsanın içerisindeki bütün, endişelerin, iç savaşların, çatışmaların, kıskançlıkların kaynağı egodur.
Ego senin doğan değildir. Ego sonradan toplum tarafından sana eklenen, içindeki ışığı, içindeki çocuğu yutan bir kara deliktir. Egon aracılığı ile mi eyleme geçiyorsun, yoksa ondan kendini kurtarmayı başarıp, kendi varlığın için, akışta olup, mutlu olabilmek için mi eylemlerini belirliyor ve fotoğraf çekiyorsun.
Senin öz varlığın bir hakikat, ego ise bir kurgudur. Çocukluğundan itibaren sana verildiği için bu kurmacanın senin içinde var olduğunu, bunun senin doğan olduğunu zannediyorsun. Bize batıda; “ego olmadan yaşayamazsın” ‘ı öğretirlerken, doğuda, pek çok öğretide, egonun büyümesi gerçek varoluşun önünde önemli bir engel olarak görülmektedir.
Yazımı bu güzel zen sözüyle tamamlamak istiyorum;
“Sadece kendin olmaktan hoşlandığın zaman,
karşılaştırma ve rekabet yaratmadığında,
herkes sana saygı duyacaktır.
En yüce iyilik su gibidir.
Su, on binlerce şeye can verir ve çabalamaz.
İnsanların küçümsediği yerden, alçaktan akar..”
Haluk Safi, Aralık 2019
Kaynakça
- Zen Zihni Başlangıç Zihni- Shunryu Suzuki
- Zen ve Okçuluk- Eugen Herrigel
- Piece is Every Step- H.H. the Dalai Lama
- Felsefeye Giriş- Ahmet Arslan
- Vazgeçebilmek- Guy Finley
Emeğinize sağlık, selamlar saygılar 😊
Çok teşekkürler, sevgiler
Hislerime tercüman olan bir yazı 👍 zihnine sağlık.
Ego derki “Her şey olmasını istediğim gibi tam olsun, işte o zaman huzuru bulacağım. Ruh der ki; “Huzurlu ol, o zaman her şey tam olmasını istediğin gibi olacaktır.”
Zen’le kal.
Güzel ve kıymetli yorumunuz için çok teşekkürler Hakkı Ceylan, sevgilerimle.
Haluk Bey merhaba,
Hislere tercüman olan bir yazı. Güne güzel bir başlangıç.
Bir süredir doğu felsefesine ucundan bulaşmış bir kişi olarak yazınız ilham verici oldu.
Teşekkür ederim.
Bana göre İnsanlığın bu dünyaya hediye ettiği iki güzel şey var. Biri sanat, diğeri felsefe. Hem batı hem doğu felsefesi, her ikisi de ömür boyu öğrenmeye değer. Yorumlarınız için çok teşekkürler.