İki Fotoğraf, Birkaç duygu: Fotoğrafta Dışavurum ve İzlenim
Birinci fotoğraf
Birinci fotoğraf, Bangladeş, Dhaka kentinde 2010 yılında çekildi. Bu fotoğrafın sizde yarattığı izlenime dair üç kelime not edin bir kenara, sonra da resmin altındaki benim izlenimlerimi okuyarak karşılaştırın kendi izlenimlerinizle. Acaba, bu fotoğrafa dair sizde oluşan izlenimler neler ve bunlar fotoğrafçılarınınkiler ile ne kadar örtüşüyor?
Bu adamla bir Hindu tapınağının bahçesinde karşılaştım, rehber-tercüman aracılığıyla sınırlı da olsa anlaşabildik; konuşmuyordu, rehberin soruları, tahminleri üzerine, başıyla evet ya da hayır diye yanıtlar verdi, öyle anlayabildik öyküsünü. Yakın zamanda ölen karısının yasını tutmak üzere, geleneklerine göre, kırk gün boyunca gün doğumundan günbatımına dek bu bahçede, yemeden içmeden, hiçbir söz söylemeden, sesini çıkarmadan, öyle oturmaya durmuştu. Bu yas ritüeli üç gün sonra bitecekmiş. Adamın yasına, sessizliğine saygımdan, aradığı huzuru bozmaktan korkumdan sadece iki kare çekebildim; birisi bu yukarıda gördüğünüz fotoğraf.
Dışavurum ve izlenim
Çekerken adamın çaresizliğini, kederini yüzündeki hüznü, yılların bıraktığı derin izleri, tüm kaybına rağmen onurlu, dik duruşunun aile kökeninden miras olmadığını, yaşadığı hayatta mücadelelerle elde edildiğini hissediyor, düşünüyordum. Bir kere baktı doğrudan bana ya da makinaya. O anın dışında uzaklara bakıyordu, tapınağın yanındaki derenin üzerinden, uzaklara dalıp giden bakışlar. Kimseyi görmeyen bakışlar; durgun, dingin, hüzünlü, sessiz, yalnız bakışlar.
İkinci fotoğraf
İkinci fotoğraf çok daha yeni; 2019 yılı Haziran’ında çekildi, İFSAK’ın katılımıyla gerçekleştirilen Nilüfer Belediyesi fotoğraf şenliğinde. Bu fotoğrafın sizde yarattığı izlenime dair üç kelime not edin bir kenara, sonra da resmin altındaki benim izlenimlerimi karşılaştırın kendi izlenimlerinizle. Acaba, bu fotoğrafa dair sizde oluşan izlenimler neler; bunlar fotoğrafçılarınınkiler ile ne kadar örtüşüyor?
Bu kadın açılış konuşmaları sırasında dikkatimi çekmişti; tören alanının yakınında ayakta, bir ileri bir geri giderek adeta kendi kendine söyleniyordu, bakanın içeride olup olmadığını soruyordu; bir yetkili aranıyordu kendince; birisine seslenmiyordu, öylesine ortalığa ünlüyordu. Birazcık ilgilenince, sizin yüzünüze biraz bakıyor ama hemen bakışlarını yine ortalığa, herkese, ya da aynı anlama gelmek üzere hiç kimseye yöneltiyordu. Bir başkasına değil, dünyaya, kadere, feleğe sesleniyor gibiydi. Evinin yıkıldığını, evini istediğini söylüyordu; evinin nerede olduğunu sorduğumda, önce yeri, toprağı, sonra gökyüzünü gösterdi; ya da, aynı anlama gelmek üzere, hiçbir yeri gösterdi… Bir olaydan söz eder gibi değil, bir masalı anlatır gibi söylüyordu. Yanına gittim, meramını anlamak istedim, bir taşa oturdum, ona da yanıma oturmasını söyledim, oturur gibi yaptı önce tereddüt etti, eliyle taşın üstünü sıvazladı, “buraya kuşlar pisliyor, temiz mi bakalım” dedi, benim iki üç kez temiz olduğunu söylemem biraz da olsa etkili oldu, oturdu. Benzeri sözlerini tekrarladı, yine ortalığa seslenerek… Bir süre sonra kalktı, yürüdü, gitti…
Ertesi gün, bu kez bu mavi duvarın önünde gördüm onu, tek başına oturuyordu, etrafa bakınıyor ama kimseyi görmüyordu, birisine değil her yere bakıyordu. Sürekli konuşuyordu ya da, belki de, söyleniyordu mu demeli. Doğrusu, kimse de onu görmüyordu, duymuyordu; görünmez insan olmuştu! Saydam, geçirgen, ışığı yansıtmayan insan! Gittim, yanına oturdum usulca. Ona görünür olduğunu, duyulduğunu hissettirmek istedim önce ve giderek onu görünür kılmak, resmetmek istedim. Bir gün önce derdini anlatabilecek birisini görüp görmediğini sordum; bakanı görüp görmediğini. Cevabıyla şaşırttı beni: “ben öyle söylenir dururum, hiçbir şey yapamam” dedi. O aşamada, makinamı doğrulttum, “izin verirsen birkaç fotoğrafını çekeyim”, dedim, aldırmadı bile, üç beş dakika içinde altı tane fotoğrafını çekmişim; hem ben hem o konuşuyor hem de deklanşörün sesi karışıyordu konuşmalarımıza… Yalnızca bir kez kameraya ve dolayısıyla bana baktı; azıcık beyaz yaşmağının ucunu düzeltti; fotoğrafının çekilmesine dair tek dışa vuran yanıtı, davranışı buydu, hepsi buydu… Bir ara elimi omzuna koydum, kemikleri çıkık, zayıf bedenine dokundum, dostça, şevkatle. Onun çaresizliğini, ama teslim olmayan direngenliğini, güçsüzlüğünün farkında olan ama yılmaz gayretini takdir edercesine duygular içindeydim. Bu fotoğraf o sırada çekilenlerden biri…
Dışavurum ve izlenim
Daha sonra fotoğrafı az biraz işleyip uzun uzun baktım yüzüne bu kadının. Çekerken hissettiklerim yanında, yeni duygular oluştu içimde: yüzündeki hüzün yanında, adeta bu dünyaya ait olmayan, ötelere bakan, toprağı delip geçen bakışlarının ruhani bir derinliği olduğu sanısına kapıldım… Fotoğrafı çekerken bu derinliği fark etmediğimi anladım… Bu dünyada artık benim yerim yurdum kalmadı diyen, ama canlı, incecik bir deri bir kemik bedeniyle hareketli, temiz kırmızılı entarisi ile, bembeyaz yaşmağı havada uçuşarak, ruhunun tüm canlılığını etrafına yayarak, ama etrafındakileri adeta görmeyen ve onlar tarafından görülmeyene ait, o derinliğine süzülüp giden bakışlarına daldım fotoğrafa bakarken…
Sonuç
Fotoğraf, fotoğrafı tespit edilenin dışavurumunu yansıttığı gibi, fotoğrafı tespit edenin ve daha sonra giderek fotoğrafı yapanın, yani fotoğrafçının izlenimini de yansıtır. Fotoğraf bu ikisi arasında bir etkileşim ortamı yaratır.
İki boyutlu bir nesne olarak fotoğraf, duygusal bir iletişim aracına, bir iletişim ortamına dönüşür.
Bu iki fotoğraftaki matemin yüzünün ve hüznün sessizliğinin, ne kadar bu kişilere ait olduğu ve/veya ne kadar fotoğrafçıya ait olduğu ve hatta giderek, ne kadarının fotoğrafa bakana ait olduğu birbirine karışır, iç içe geçer. Fotoğraf farklı insanları farklı hayatları aynı anlatı içinde buluşturur; onların aynı bağlamda anlam inşa etmelerine aracı olur.
Levent hocam emeğinize sağlık, bir çırppıda merakla okuduğum yazılarınızdan bir diğeri daha. Fotoğraf peşinde çıktığımız o görsel yolculuğun alt metinlerine çok önemli köşe noktalarından nüfuz etmşşsiniz yine. Hem yazdıklarınızı okumak ve üzerine düşünmek hem de çektiğiniz fotoğraflarda bize ulaştırdığınız “ifade”nin farkına varmaya çalışmak hep besliyor beni. Emekleriniz ve sonucunda gelen paylaşımlarınız için gönül dolusu teşekkürler. Saygılarımla Hakan Hatay.
Sevgili Hakan hocam,
Bu cesaretlendirici, ufuk açıcı, güzel sözleriniz için çok teşekkür ederim.
Yorumlarınız, sizden öğrendiklerim “fotoğraf peşinde çıktığımız bu görsel yolculukta” bana rehber oluyor.
Ayrıca, bu yolculuğun, böyle düşüncelerimizi, ürünlerimizi, duygularımızı paylaştığımız “molaları”nın tadına da doyum olmuyor!
İFSAK BLOG bu tür bir “mola yeri”, “etkileşim mekanı” sağlıyor bize; İFSAK ve İFSAK BLOG ekibine de teşekkür ederim.
Dostlukla,
Levent
Levent hocam, anlatınızda değindiğiniz duygu durumlarını fotolarda aynen yakaladım.
Duygu halinin izleyiciye geçirilmesini çok başarılı buldum ve sonuçta yaşanmışlıkları, çaresizliği ve hüznü paylaştım.Sevgilerimle…