Chennai, Yeni Delhi ve Lucknow’dan İnsan Manzaraları

/

Bir ay içinde Hindistan’a yaptığım ikinci seyahatim de 6 gün sürdü. Bu süre içinde 7 uçuş yaptım ve Chennai (Madras), Yeni Delhi ve Lucknow’u ziyaret ettim. Daha önce Delhi’yle ilgili detaylı bilgiler içeren bir yazı yazmıştım, bu sefer de üç şehirdeki izlenimlerimi paragraflar halinde paylaşacağım sizlerle.

Tamil Nadu eyaletinin başkenti Chennai -eski adıyla Madras- 4.65 milyon nüfusuyla Hindistan’ın 4. büyük şehridir. İngiliz egemenliğindeyken Madras olan ismi 1996 yılında Chennai olarak değiştirilmiştir. Benim bulunduğum günlerde gün içi hava sıcaklığı 26 dereceydi. Chennai, Hindistan Otomotiv Endüstrisinin %35’ine ev sahipliği etmektedir. 2 Oscar ve 2 Grammy ödüllü Slumdug Millionaire filmi Chennai film endüstrisi Kollywood ürünüdür. Hayır yanlış yazmadım, daha çok bilinen Bollywood da Mumbai’dedir.

Uttar Pradesh eyaletinin başkenti Lucknow, 2.75 milyon nüfusuyla Hindistan’ın 12. büyük şehridir. Muhteşem bahçeleri, Ambedkar Memorial Park ve yöresel yemekleri ile ünlenmiştir. Envai çeşit kebaplar, pirinç, et ve sebzeden yapılan Biryani, Naan denilen incecik ekmeği ve köfteler Uttar Pradesh mutfağında önemli yer tutmaktadır.

İnanması size güç gelebilir; ama Asya’nın ilk DNA Bankası da Lucknow’dadır. TATA otobüs fabrikasının da eyalet ekonomisine katkısı büyüktür.

Türkiye-Hindistan arası uçuşlarımı Emirates’le, Hindistan iç uçuşlarımı ise Jet Airways ve Jetlite Airways ile yaptım. Hindistan koskoca bir ülke. Chennai-Delhi arası 2 saat 40 dakika. Delhi-Lucknow arası ise 50 dakika. Uçakta sadece su bedava. Onun dışında yiyecek ve içeceğe para ödüyorsunuz. Uçuşlarımı yeni nesil B737-700 ve B737-800 ile yaptım; lakin -kötü kullanımdan- baş üstü dolapları oldukça eskimişti. Telefon kapatmak gibi bir adet de yok. Uçak pistte koşarken ve inerken telefonla konuşanları duymak mümkün. Ekip de bundan rahatsız olmuyor! Ne kaderci zihniyet! Uçuş anında fotoğraf çekmek yasak; ama yine de ben bir tane çektim. Pilotlar uçuş esnasında uçuş bilgisi anonsu yapmıyorlar. “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.” misali uçuyorsunuz. Yılda yarım milyon mil uçan biri olarak şunu söyleyebilirim ki Hindu pilotların iniş anlayışları da diğer pilotlardan farklı. Piste yaklaşıyorlar ve uçak pistin üzerinde herhalde 1 mt yüksekteyken birden uçağı piste bırakıyorlar. Sert çarpma gürültüsüne ve sarsıntıya inanamazsınız. Bağlı olmasanız koltuktan fırlarsınız ve hamile kadınlar kesinlikle çocuklarını düşürürler!

Oteller istek halinde misafirlerini havaalanında karşılıyorlar. Chennai’ye indiğimde çok komik bir şey oldu. Kalacağım otel beni almaya 2 araba göndermişti! Daha da komiği, yan yana duran iki şoför de ellerinde benim adım yazan tabelalar taşıyordu ve garipliği idrak edemiyorlardı. Bu hatanın nasıl olduğunu otel yönetimi de anlayamadı.

Chennai’de Park Plaza, Delhi’de yine Claridges ve Lucknow’da da Taj Residency otellerinde kaldım. Oteller adeta hapisane gibi korunuyor. Hindistan’da ne zaman nerede bomba patlayacağını kimse bilmiyor. Mumbai’deki otel baskınlarını herhalde hatırlıyorsunuzdur. Bahçe kapısının önünde başlayan kontroller otelin giriş kapısında da devam ediyor. 24 saat otel içinde de polisler var.

Benzincilerde “Kontrol et ve doldur.” yazan devasa tabelalar var. Verilmek istenen mesaj üç maddede toplanmış. İsteyen araba sahipleri benzin istasyonu ana deposunun filtre kağıdını, yakıt yoğunluğunu ve 5 lt miktar testini yapabiliyor.

Hani bizde “Lütfen aşırı hız yapmayın, dönüşte sinyal verin.” gibi trafik uyarıları vardır ya, Hindistan’da da tüm araçların arkasında “Please horn.” yazıyor, yani “Lütfen korna çalın.”

O inanılmaz şehir trafiğindeki gürültü kirliliğini düşünebiliyor musunuz! Sizin anlayacağınız, Hindistan’da korna çalmak yasal bir trafik kuralı.

Delhi’de gördüğüm bir şey beni çok şaşırttı. Benzini bittiği ya da bozulduğu için bir araba yolun ortasında kalmıyor. Arkasındaki araba tamponuna dayanıp onu itiyor. Dönmesi gerekiyorsa da görevi bir arkadaki arabaya devrediyor. Ne güzel yardımlaşma, değil mi:)

44 yıllık ehliyete sahibim. Bugüne dek sebep olduğum bir kaza olmadı. Trafik kurallarına uyan usta bir şoför olduğumu düşünüyorum; ama inanın Hindu şoförlerin direksiyon becerisine şapka çıkardım. Arabalar seyir halinde birbirlerine değecek kadar yaklaşıyorlar. Trafik kuralı filan hak getire; ama tek bir kaza bile görmedim.

Hindistan’da saatler oldukça yavaş ilerliyor. Randevu saatlerine rahatlıkla 1 saat ekleyebilirsiniz.

Sokak ortasında berberler, yorgancılar ve dört ayak üzerinde duran minik dükkânlar görebilirsiniz.

Sokak ortasında büyük-küçük tuvaletinizi yapmanız serbest. Kimse dönüp bakmıyor bile! Zaten inekler de serbestçe yapıyor.

Yol kenarlarında -etrafı genellikle açık- üzeri tenteyle kaplı alanlar var. Çoluk çocuk açık havada yaşıyorlar. Ne üzerlerine giyecek giysileri ne de ayaklarına giyecek ayakkabıları var. İnanılmaz bir sefalet içindeler. Acımasız yaşamın içinde sahip olabildikleri tek şey, aldıkları nefes.

Maymunlar da etrafta inekler gibi özgürce dolaşıyorlar.

Chennai’in ara sokaklarında gördüğüm bir duvar yazısı daha önceki “Yeni Delhi’den insan manzaraları.” adlı yazımı da destekler görünümdeydi. Başlık şöyleydi. “1-2-3 demek kadar kolay!” ve maddeleri tercüme edeyim sizlere.

  1. Uyurken ışıklarınız kapalı olsun.
  2. Dişlerinizi fırçalamaktan keyif alın; ama suyun akıp gitmesine izin vermeyin.
  3. Oyuncaklarınızı atmayın, diğer çocuklara verin.

Arkasında iki kadın taşıyan 3 tekerlekli bir bisiklet görünce resmini çektim. Kadınlardan biri resimlerini çektiğimi fark etti. Bana bakışını görmeliydiniz! Resmini çektiğim için kızgınlık mı yoksa farklı bir yaşama özlem dolu merak mı, anlayamadım!

Açık alanlarda müthiş düğünler yapıyorlar. Yüksek volümlü müzikle çılgınlar gibi eğleniyorlar ve gökyüzü havai fişeklerle rengârenk oluyor. Hindistan’ın elbette ki fakiri olduğu kadar zengini de var. Hintli gelinler inanılmaz güzel ve altın takılara boğulmuş oluyorlar.

Delhi’den Lucknow’a uçmak için havaalanında beklerken yine içimi acıtan bir görüntü oldu. Birkaç metre kadar önümde Hintli bir aile oturuyordu. Genç karı koca -herhalde üç dört yaşlarında olan- çocuklarıyla şakalaşıyorlardı. Sonra kadın kalkıp bir yere gitti, 5 dk sonra döndü. O kapkara yüzde en belirgin olan kömür karası gözlerdi. Bir eliyle kocasının kolunu tutuyor, gözleri de adeta ricada bulunuyordu. Dediklerini duyuyordum; ama ne istediğini anlamam mümkün değildi. Sonra adam cebinden iki tane 10 rupee banknot çıkarıp kadına verdi. Yani, bizim paramızla 160 kuruş. Kadının gözlerinden mutluluk fışkırıyordu. Başını minnetle adamın omzuna yasladı. Elleri de adamın ellerini avuçlamıştı. Sonra yine kalkıp gitti. Az sonra döndü. Saçına toka almıştı. Kocasına gösterdi. Yüz ifadesinden adamın da beğendiği anlaşılıyordu. Kadın birden benim onlara baktığımı fark etti. Kara gözler ışıl ışıldı. Bana tebessümü gamzelerini ortaya çıkardı. Bir insanı mutlu etmek işte bu kadar kolay ve ucuzdu.

Edebiyat aşığı anne babanın evladı olarak çokça okuyor, yazıyorum. Yayımlanmış kitaplarımın yanı sıra dünyanın dörtte üçünü gezdim, keşfetmeye devam ediyorum. “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” sorusunu "Çok gezip çok okuyan." şeklinde yanıtlıyorum. "Bakmakla görmek arasındaki fark"ın bilincinde yarım asırdır fotoğraf çeken bir edebiyatçı gezgin fotoğrafçı olarak özellikle gençlere edebiyat ve fotoğraf sevdasını aşılayacak aktiviteler içinde bulunup deneyimlerimi kaleme alıyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Gezi Kültürü