Görmeye alıştığı portrelere benzemiyordu. Önce bir sol el gördü. Parmakları çevik, sinirli, tedirgin bir eldi bu.
Yusuf Atılgan – Aylak Adam
I
Sigmund Freud 1919’da “Tekinsiz” (Alm. “Das Unheimlich”) makalesini yayımladığında [1] kurucusu olduğu psikanaliz biliminin sanat ve edebiyatla olan etkileşimi üzerine başka makaleler de yazmış, 1910’da Leonardo da Vinci’nin bir çocukluk anısı üzerinden yola çıkarak ressamın ve eserlerinin psikanalitik çözümlemesini yapmıştı [2]. Bu çalışmayı Michelangelo’nun Musa heykeli için 1914’te yaptığı inceleme izledi [3]. Dostoyevski üzerine yazmış olduğu makalede (1928) ise en tanınmış romanlarından biri olan Karamazov Kardeşler’in hikâyesi ekseninde yazarın babasıyla olan ilişkilerini irdeledi.[4]
Bu deneme Freud’un sanat ve estetiğin birçok dalına uyarlanmış, hakkında araştırmalar yapılmış, kitaplar, makaleler yazılmış olan Tekinsiz makalesinin fotoğraf üzerindeki çağrışımlarını ele alacaktır.
II
Tekinsiz kavramı ilk kez 1906 yılında Ernst Jentsch tarafından ortaya atılmış [5], Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Freud tarafından tekrar ele alınmıştır. Kelime her ne kadar Türkçe’ye “tekinsiz” olarak çevrilmiş ve Güncel Türkçe Sözlük’te “uğursuz, güvenilir olmayan, muammalı” olarak tanımlanmış olsa da, Almanca tanımının içinde Heim (“ev”) geçer. Almanca sözcük “unheimlich”, “heimlich” (“evsel”) ve “heimisch” (“yerli”) sözcüğünün –bildik olanın– karşıtıdır ve “tekinsiz” olanın, bilindik ve tanıdık olmayışı nedeniyle korkutucu olduğu sonucuna varmaya yöneliriz. Heimlich kelimesinin başına konan “–un” eki, kelimeyi olumsuzlaştırıp karşıtına döndürmüş gibi görünse de aslında bu bir “bastırmanın” işaretidir [6].
Tekinsiz, tanıdık ve bastırılmış olanın geri dönmesidir. Gizli kalması gereken, düzenin devam etmesini sağlayan bir durum ya da nesne eğer bir edimden etkilenirse ortaya tekinsizlik duygusu çıkacaktır. [7] İnsanın dönüp dolaşıp aynı sokağa çıkmasının verdiği kaybolma hissi ve tedirginlik, çocukluğunda bastırdığı kimi olayların, imgelerin ve anıların yetişkin zamanlarında olmadık biçimde karşısına çıkması, otomatlar karşısında verilen tepkisizlik, bir ikiz görüldüğü andaki “iyi-kötü-ölümsüzlük” belirsizliği tekinsiz durumlar için kullanılan kimi örneklerdir. Ama bana göre en iyi örneği Nurdan Gürbilek verir:
“Yerle bir olan villanın üzerinde yükselen süpermarketin dev reklam panosuna resmedilmiş soğuk et tabağı” [8]
III
Freud makalesinde tekinsizi anlatmak için Alman Yazar E.T.A. Hoffmann’ın Kum Adam [9] masalını çözümler. Masal’ın kahramanı Nathanael, nişanlısı Klara’nın kardeşi Lothar’a yazdığı mektupta küçükken dadısının onu uykuya göndermek için korkuttuğu Kum Adam’ı anlatır. Dadının anlattığına göre Kum Adam, uykuya gitmeyen çocukların yüzüne kum atarak yerlerinden fırlayan gözleri düştüğü yerden alıp çuvalına dolduran ve yarım ayda yaşayan çocuklarına götüren kötü bir adamdır. İçine Kum Adam korkusu yerleşen ve onun neye benzediğini merak etmekle geçen yılların ardından Nathanael bir akşam gizlice girdiği babasının odasında Kum Adam’ın kimi akşamlarda evlerine misafir olan Avukat Coppelius olduğunu anlar. Avukat, babası ile önlerinde yanan ocakta parlak ateşi karıştırarak “gözler burada, gözler burada” diye bağırmaktadır. Bunu gören Nathanael dehşete kapılır ancak Coppelius onu yakalar, elindeki korları gözlerine sokup onu ocağın içine atmakla tehdit eder. Nathanael’in babasının yalvarmasıyla bu fikrinden vazgeçer. Bir akşam gene Coppelius’la babasının çalıştığı ocağın patlaması sonucu baba ölür ve Coppelius ortadan kaybolur.
Yıllar sonra üniversitede iken Nathanael’in evine Guiseppe Coppola adında bir barometre satıcısı gelir. Nathanael ondan barometre almayı reddettiğinde adam “İstemiyor musun? Güzel gözler var, güzel gözler!” der ve cebinden çıkardığı gözlükleri gösterir. Kendi içinde bir dehşet ânı yaşayan Nathanael onu önce Kum Adam olduğunu düşünür ama göz dediğinin gözlük olduğunu anladıktan sonra sakinleşir. Ondan bir cep dürbünü satın alır ve okuldan hocası olan Profesör Spalanzai’nin karşıdaki evini gözetlemeye başlar. Bu gözetlemelerde gözü profesörün son derece güzel ama hareketsiz kızı Olympia’ya takılır. Günler geçtikçe Olympia’yı izleme sıklığı artar. Güzelliğinden o kadar çok etkilenir ki nişanlısını unutur, gözü kimseyi görmez. Oysaki Olympia, düzeneği Spalanzani tarafından yapılmış ve gözleri Coppola tarafından yerleştirilmiş olan bir “otomat”tır. Nathanael profesörü ziyaret ettiği bir gün iki ustanın kendi el işleri üzerine kavga ettiklerine şahit olur. Optikçi Coppola gözsüz ahşap bebeği taşırken Spalanzai Olympia’nın kanayan gözlerini yerden alır ve Coppola’nın onları öğrenciden çaldığını söyleyerek Nathanael’in göğsüne fırlatır. Nathanael bir çılgınlık krizine girer ve akıl karmaşası içinde babasının ölümünün anısıyla bu yeni deneyim birbirlerine karışır. Olympia’nın babasına saldırarak onu boğmaya çalışır.
Uzun ve ağır bir hastalık sürecinden sonra toparlanan Nathanael eve döner. Olanları unutmuş gözükmekte ve nişanlısı Klara’yla evlenme hazırlığı içindedir. Bir gün birlikte kasabada yürürken nişanlısının önerisiyle belediyenin yüksek kulesine tırmanıp şehri izlemeye karar verirler. Yukarıda Klara’nın dikkatini caddede hareket eden tuhaf bir nesne çeker. Nathanael Coppola’dan satın aldığı cep dürbünüyle bu nesneye bakarak yeni merceğin önünde Klara’yı görür. Yeni bir krize kapılır ve Klara’yı aşağı atmaya çalışır. Klara’yı kardeşi Lothar kurtarır ve aşağıya indirir. Ancak Nathanael hâlâ kulededir ve onu aşağıdan seyredenler arasında Avukat Coppelius da vardır. Avukat kulede sinir krizi geçiren adamı izleyen kalabalığa dönerek “bekleyin, birazdan kendiliğinden inecek” der ve Nathanael Coppelius’un gözlerinin içine bakarak “güzel gözler, güzel gözler” diyerek kendini boşluğa bırakır. Bu sırada Coppelius Nathanael aşağı düşüp başı paramparça olana kadar kalabalığın arasına karışmıştır bile.
IV
Tekinsiz makalesinde Freud konuyu farklı yönlerden ele alır. Bunlardan biri “çift” olgusudur. Öznenin kendisini bir başkasıyla özdeşleştirmesi, böylece kendisinin kim olduğu konusunda kuşkuda olması ya da yabancı benliği kendisinin yerine geçeni yapmasıyla belirlenir. Başka bir deyişle benliğin çiftleşmesi, bölünmesi ve iç geçişimi söz konusudur. [10] Yukarıdaki masalın kahramanı Nathanael’in hemen her ilişkisinde çift imgesini görmek olasıdır. Korku ve dehşet anlarında diline müdahale eden bir ikiz her zaman yanı başındadır. Şiiri bitirip yüksek sesle okuduğunda dehşete kapıldı ve “bu kötülükle dolu ses kimin sesi?” diye haykırdı. [11]
İkiz fotoğraflarına da bu yabancılık -hatta ölümsüzlük- ekseninde bakarız. August Sander’in 1920 yılında çekmiş olduğu ikizlerin fotoğrafı Freud’un öğrencisi Otto Rank’ın deyimiyle “ikizin benliğinin tahribine karşı koyabilecek bir sigorta, ölümsüz kuralının çürütülmesi”dir. [12]
Freud tekinsizi kişinin kendi evine yabancılaşması olarak düşünür. [13] Geçmişe ait izlerin şimdiki deneyimlerle girdiği etkileşimler belirsizlik, kaygı, güvensizlik gibi sonuçlar meydana çıkarır. Çizili olan sınırlar bulanıklaşır, tüm deneyimler iç içe girmeye başlar. Tanıdık, bildik olan karşımızda durmaktadır ancak bunda adı konmayan bir ruh hali mevcuttur. Kişinin yaşadığı his “alacakaranlıkta bir başına kalmak”tır. Magnum fotoğrafçısı Trent Parke’ın iki yıl süren Avustralya seyahatinde çektiği fotoğraflardan oluşan “Minutes to Midnight”[14] kitabı bize bu hissi veren fotoğraflarla doludur. Parke’ın fotoğraflarına bakarak sanatçının geçmişine ait izleriyle karşılaşma ânına şahit olur ve bu anlar karşısında aldığı pozisyonu deneyimleriz.
VI
Freud makalesinde tekinsiz durumlar üzerine verdiği örneklerden birinde İtalya’ya yapmış olduğu bir seyahat sırasında kayboluşunu anlatır.[15] Sıcak bir yaz günü, hiç bilmediği bu taşra kasabasının bir sokağında adımları onu dönüp dolaşıp hep aynı yere çıkarmaktadır. Bu durum üç kez tekrarlandıktan sonra kendini ulaşmak istediği meydanda bulur. Çaresizlik ve tekinsizlik hissi içerisinde meydana ulaşmasının kendini hoşnut ettiğini söyler. Bundan yüz yıl önce elinde makinasıyla Paris sokaklarını arşınlayan “flâneur” Eugène Atget ya da seksenli yılların başında Glasgow’un sokaklarını fotoğraflayan Raymond Depardon da aynı şeyi hissetmişler midir? Her sokak fotoğrafçısının amacı biraz da fotoğraf çekmekten çok, yürüdüğü sokaklarda kaybolmak, kendini dönüp dolaşıp aynı evin önünde bulmak, her defasında farklı bir ışığı, kompozisyonu yakalamaya çalışmak ve bunun tedirgin edici heyecanını yaşamak değil midir? Bu kayboluş sırasında tanımadığı, dilini konuşmadığı bir kültürün vermiş olduğu güvensizlik, yabancılaşma, tedirginlik hissi tekinsizliğin en çok sokak fotoğrafçılarının aşina olduğu bir ruh durumunu işaret eder.
VII
Başladığımız yere, “ev”e geri dönelim. Rus yönetmen Andrey Tarkovski içinde otobiyografik ögeler taşıyan 1975 yılı yapımı Ayna (Rus. Zerkalo) filminin çıkış noktası olarak şu ifadeleri kullanır:
[Marcel Proust’un Geçmiş Zaman Peşinde kitabından yaptığı alıntı sonrası] “Yıllar boyunca peşimi bırakmayan, huzurumu bozan çocukluk anılarımla ilgili görüntüler birden dağıldılar… Bir zamanlar, yani bu filmin çekim çalışmalarına başlamadan yıllar önce, bana acı veren bu anıları kâğıda dökmeye karar vermiştim, hemen bir film olması şart değildi.” [16]
Tarkovski’nin Stalker’dan sonra çektiği bu film, karmaşık kurgusu ile yönetmenin çocukluk anılarını şiirsel bir dille aktaran eşsiz bir anlatıma sahiptir. Yalınkat bir anlatımın, doğrusal bir zaman akışının olmadığı, sınırları gittikçe bulanıklaşan ve iç içe giren çocukluğun, ailenin, evin ve dışarının yabancı, tekinsiz halleri. Her okuduğumda beni tedirgin eden, aynı yabancılığı hissettiren, Turgut Uyar’ın Geyikli Gece[17] şiirinin başlangıç dizeleri gibi:
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
herşey naylondandı o kadar
ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
ama geyikli geceyi bulmadan önce
hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.
Kaynakça:
- Sigmund Freud, “Tekinsiz”, Freud Kitaplığı 15, Sanat ve Edebiyat, s. 321-359, çev. Emre Kapkın – Ayşe Tekşen, Payel Yayınevi, 2. Basım, 2016
- Sigmund Freud, “Leonardo da Vinci’nin Bir Çocukluk Anısı”, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, s. 9-101, çev. Kâmuran Şipal, Yapı Kredi Yayınları, 6. Basım, 2014
- Sigmund Freud, a.g.y., s. 133-171
- Sigmund Freud, a.g.y., s. 219-245
- Ernst Jentsch, Tekinsizliğin Psikolojisi Üzerine, çev. Hakan Şahin, Laputa Kitap, 2019
- Nurdan Gürbilek, “Aile Sırları”, İkinci Hayat, s. 51, Metis Yayınları, 2020
- Engin Ümer, Güncel Sanat İmgesi Olarak “Tekinsiz” Nesne, Sanatta Yeterlilik Tezi, s. 15, Gazi Üniversitesi, 2014
- Nurdan Gürbilek, a.g.y., s. 51
- E.T.A. Hoffmann, “Kum Adam”, Seçme Masallar, s. 97-139, çev. İris Kantemir, İş Bankası Yayınları, 3. Basım, 2019
- Sigmund Freud, “Tekinsiz”, a.g.y., s. 341
- E.T.A. Hoffmann, a.g.y., s.120
- Sigmund Freud, “Tekinsiz”, a.g.y., s. 341
- Engin Ümer, a.g.y., s. 29
- Trent Parke, Minutes to Midnight, Steidl, 2013
- Sigmund Freud, “Tekinsiz”, a.g.y., s. 343
- Andrey Tarkovski, Mühürlenmiş Zaman, s. 115, çev. Füsun Ant, Agora Kitaplığı, 2007
- Turgut Uyar, “Geyikli Gece”, Dünyanın En Büyük Arabistanı, s. 9, Yapı Kredi Yayınları, 2. Basım, 2016
Tamda büyüdüğümüz tekin olmayan mahalle anlatılmış, kendi dinamiğinde huzurlu ve tekin olan mahallemiz. Tebrikler..
Aynen öyle sevgili Uğur. Sevgiler, selamlar…
Sevgili Aytaç,
“Tekinsiz” kavramı kadar, hayatın çok farklı yüzlerini de kısacık bir yazıda buluşturup zengin bir anlama dönüştürmüşsün. Şaşırmadım elbette, o fotoğrafların sahibinin bu satırları yazabileceği şaşırtıcı değil elbette.
Sevgili Şule, ne zamandır aklımda olan bir yazıydı. Güzel sözlerin için çok teşekkür ederim. Sevgiler…