Şimdi anlatacağım dönem ülkemizin kurtuluş dönemine ait fotoğrafçılarımızın yaşanmış hikayelerini içermektedir. Tarihimize fotoğraflarıyla şahitlik etmiş, Atatürk’ümüzün yanında fotoğrafçılık yapma şansına sahip olmuş değerli fotoğrafçılarımıza ve onların hüzünlü durumlarına değinmek istiyorum.
İlk fotoğrafçımız: Etem Tem
Doğum tarihi bilinmiyor, vefatı 1971 yılı. Halep’te doğmuş, bir süre orada yaşadıktan sonra 1.Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesinde savaşmış, İslam ordusuyla Bakü’ye gitmiştir. İngilizlerin Bakü’yü terk etmesi üzerine İstanbul’a dönmeye karar vermiştir. 10×15 cam negatif çeken Reflex ICA fotoğraf makinesi ile genç bir zabit olarak İstiklal Savaşı’na katılmış, İzmir’e, Antalya’ya, Ankara ve Eskişehir’e uzanan hareketli bir yolculuk yapmıştır.
Mustafa Kemal’in yanında Kurtuluş Savaşı’nın en önemli günlerini bir tarihçi titizliği ile saptayıp dönemin ruhuna not düşen zamanının ilk savaş fotoğrafçısı olmuştur.
Ne yazık ki olağanüstü koşulların neden olduğu kimi talihsiz durumlar yüzünden, fotoğrafları günümüze ulaşamamıştır. Bunun nedeni İzmir’deki büyük yangındır. O günleri şöyle anlatır;
İzmir yanıyordu. Ne dost ne düşman belliydi. Cayır cayır yanıyordu İzmir. Fotoğrafçı dükkanının olduğu yere zar zor varabildik. Fakat ne görelim? Dükkan yanmıştı. Uşak’ta o ahır bozması yerde yıkayabildiğim birkaç film kalmıştı elimde. Ötekilerin hepsi fotoğrafçı dükkanıyla birlikte yandı kül oldu.
Elinde yer alan 600’ün üzerindeki negatif arşivini, yarınlara ulaştırıp değerlendirmesi için zamanın Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne devretmek ister. Ama kurum bunlar işe yaramaz diye isteği geri çevirir. Etem Tem’in bu olaylar karşısındaki kırgınlığı ölümünden sonra vasiyetinde fotoğraflarının imha edilmesi talebiyle karşımıza çıkacaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı zamanına ilişkin birer belge niteliği taşıyan cam negatifleri çocukların ellerine düşer ve onların oyunları içinde ne oldukları bilinmeden parçalanıp gider.
Ama Etem Tem’in talihsiz yazgısı bununla da bitmez. Sanki vasiyeti olan tüm arşivim imha edilsin sözü ailesi tarafından değil de çok yukarıdaki biri tarafından duyulmuştur. Etem Tem’in eşi Melek Hanım ile birlikte ev yanmıştır. Ama bir kısım cam fotoğraf bavul içinde kurtarılmıştır. Arkeolog İlhan Akşit fotoğrafları düzenlettirip basıp satmıştır. Orijinallerini ise saklamaktadır.
İkinci fotoğrafçımız: Esat Nedim Tengizman
1898 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Esat Nedim Tengizman, Öğretmen Okulu’nda öğrenim gördü. Kurtuluş savaşı yıllarında askerliğini topçu subayı olarak yaptı. Mustafa Kemal’in isteği üzerine 15 Şubat 1921’de Başkomutanlık fotoğraf subayı olarak görevlendirildi. Terhis olduğu 14 Eylül 1923 yılına kadar Atatürk’ün yanında kaldı. Savaş muhabiri olarak görev yaptı.
Büyük Meydan Savaşının gerçek içeriğini Atatürk’ün de seveceği fotoğraflarla yansıtmıştır. Tengizman, Time Dergisi’nde de yayınlanacak ünlü portresini 30 Ağustos 1924’te çekecektir.
Tengizman savaş bitimi sonrası Maarif Bakanlığında çalışır. Yakılıp yıkılan kentlerin yeniden inşa aşamalarını belgelemek amacıyla aralıksız 3 yıl süren Vatan adlı albümünü hazırlar.
Arkeoloji Müzesi Fotoğraf Servis Şefliği ve sonrasında Cumhuriyet gazetesinde foto muhabirliği yapar. Son olarak Hayat mecmuasında çalışır. Arşivinden 4 yıl sürecek bir seçki yapar.
Arşivinin büyük kısmı, Etem Tem’inkinin akıbetine benzer bir şekilde, 28 Ağustos 1979’da İstanbul Üsküdar Çiçekçi semtinde kiracı olarak oturduğu köşkün yanmasıyla yok olur. Yangın sırasında komşular tarafından kurtulan Tengizman, bu olaydan 1 yıl sonra, başka bir trajik olayla, trafik kazası sonucu yaşamını yitirir.
Kendime şunu sormadan edemiyorum; Bu bir kasıt mı; neden fotoğrafçılarımıza ve bize bırakacakları değerli çalışmalarına sahip çıkılamamış? Neden değerleri bilinememiş, neden kimse hatırlamaz olmuş onları? Yok edilmek istenen kendileri ve çalışmaları mı yoksa bilinmesi istenmeyen Türkiye tarihine ait gerçekler mi?…
Ellerine sağlık Gönül.
İnsan şu sözü söylemeden edemiyor; analoğun ruhu varsa dijitalin (sosyal medya vasıtasıyla) kalıcılığı var.
Bu arada bu iki fotoğrafçının fotoğraflarını gözümün aradığını söylemek isterim. Neyse onları araştırmak da bize kalsın
Sevgiler
Çok teşekkürler Tolgacım. Esasında Zeynep e de söyledim. Blog da her ay o dönemden bir fotoğrafçının hikayesi ve fotoğraflarından birkaç kare koymak gerek. Türk fotoğrafçılar olmalı. Yabancılar zaten tanınıyor. Diğer memleketler tanıttığı için. Bir tek biz de ben ders kitapları hariç kalıplaşan isimler dışında duymuyorum kimseyi.
Merhabalar, bu açıdan bakıldığında gerçekten bir komplovari bir hadise gibi görünüyor. Umarım yazınızın devamı gelir merak ve heyecanla bekliyorum.İyi çalışmalar dilerim.