Kadın vestiyere astığı şalını aldı, katlayıp çantaya yerleştirdi. İtalyan ayakkabısını çekmeceden çıkardı, spor ayakkabısını onun yerine koydu. Ayakkabıyla çantasına beğeniyle baktı. Ayakkabıyı giydi. Vestiyerin aynasında telaşlı haliyle karşılaştı. Bu elbise boyunu olduğundan uzun gösteriyordu. Gülümsedi. Aceleyle döndü, evin anahtarını aradı, bulamadı, yüzünü ekşitti. Tam kapıdan çıkarken eşi banyodan seslendi. “Emel alacak listesini unutmadın umarım? Ceren’in listesini de!” İrkildi Emel, cevap vermedi, kapıyı yavaşça çekti. “Eyvah!” dedi. Alışveriş çantası içerde kalmıştı. Dönüp zile basacaktı, vazgeçti. Apartmandan çıktı, merdivenleri indi, sokağı hızlı geçti, caddeye çıktı. Durdu, nefesini düzenledi. Parka yöneldi.
Parkta amaçsızca yürüdü. Kuğuları gören bir bankı gözüne kestirdi, oturdu. Bir süre kuğuların yan yana süzülüşlerini izledi. Yanına yaşlı bir adamın oturduğunu fark etmedi. Adamın nefes alışıyla döndü, birden toparlandı, kalktı. Bastığı çekirdek kabuklarının sesi çevreye yayıldı. Adam arkasından baktı. Emel, Tunalı Hilmi Caddesi’nde bir mağazanın önünde durdu, sonra yürüdü. Vitrinlere baktı, mağazalara girip çıktı. Kızılay’a yöneldi. Kendini Kızılırmak sinemasının önünde buldu. Tereddüt etti, sonra içeri girdi. Bugünkü programı inceledi, saatine baktı. “Daha” filmi başlamak üzereydi. “Onur Saylak yönetmiş, Tuba Büyüküstün oynamış. Beğenirim bu kızı” diyerek gişeye yöneldi. Biletini aldı, salona yürüdü. Dışarının sıcaklığı bitti. Biletçiyi beklemeden yerini buldu oturdu. “Göt içi kadar yer!” diye söylendi. Biletçi yanına geldi, bileti uzattı, ışıklar söndü, kapı kapandı, Boynunu havalandırmanın rüzgârı yaladı. Kucağındaki çantadan şalını çıkardı, telefonun ışığı yanınca, telaşla telefonu sessize aldı. Şalı boynuna doladı. Yayılmış patlamış mısır kokusunu arandı, yutkundu. Çantasından bir sakız çıkardı, ağzına attı. Etrafa yayılan nane kokusuna gülümsedi. Perdedeki reklama cevap verdi. “Tabii oralarda tatil yapabiliyoruz da, neresi olsa derdindeyiz!” Sesi yüksek çıkmıştı. Arkasından iç geçirdi. İki koltuk ötedeki çift eğilip Emel’e baktı. Filmin başlamasıyla koltuğa yayılmış olan Emel toparlandı, izlemeye başladı. Bir süre sonra gözleri perdeye kilitlendi. Sakız çiğneyen ağzı durdu. Şalına iyice sarıldı. Şalı bıraktı, çantayı göğsünün altına sıkıştırdı. Gözleri kocaman oldu. Duyulur duyulmaz bir sesle “Niye gelirsiniz ki el âlemin vatanına! ”dedi. Sırtı koltuğun arkasından yavaşça ayrıldı. Perdede Ahad’ın Gaza’ya indirdiği yumruklar bitmiyordu. Emel çantasına daha sıkı sarıldı, ayağa fırladı, kırmızı çıkış ışığına doğru atıldı. Önündeki ilk basamakta tökezledi, koltuğa tutundu. Vücudunu düzeltti, yavaş yavaş indi, salondan çıktı. Önüne çıkan kadına“Tuvalet nerde” diye sordu. Kadın eliyle işaret etti. Koştu. Çantasını, şalını lavabonun kenarına koydu. Musluğu açtı, bir süre elini tuttu, sonra yüzüne birkaç kez su çarptı, başını kaldırdı, “Bulduğun filme bak Emel!” dedi, yandan kâğıt havlu aldı yüzünü sildi. Çantasından tarağını çıkardı saçını taradı. Taraktaki beyazları saymadı bu sefer. Kılları çöp kutusuna attı. Tarağı çantaya yerleştirirken eline gelen göz kalemine baktı. Kalemle kaşlarını belirginleştirdi, göz kenarlarına koyuca sürdü. Aynadaki kendine gülümseyemedi. Lavaboya yaslandı, gözlerini kapattı. Açtı gözlerini, şalı omzuna attı, çantayı koluna taktı, çıktı.
Selanik Caddesi’nden Kızılay’a doğru inmeye başladı. Haziran sıcağı öğleden sonra formunu almıştı. Bir an durdu, çevresine bakındı. Tereddüt etti. Yol ağzındaki Büfe’ye sordu “Bu caddenin adı neydi.” Genç bir ses “Meşrutiyet Caddesi.”dedi. Emin adımlarla devam etti, Karanfil Sokağı’na saptı. Dost Kitapevi’nin önüne doğru etraf kalabalıklaştı. Herkes Yüksel Caddesi’nde yol ayrımındaki çınara bakıyordu. “Yine mi eylem!” diyerek geçebilecek bir boşluk aradı. Bulamadı. Arkasına döndü, kalabalık kapatmıştı. Nereye gideceğini bilemedi. Aniden çınarın oradan bir ses yükseldi, “Ne olursan ol sen de gel!” Bir grup canhıraş bir tonda sözü tekrarladı. Emel meraklandı. Kalabalığı yararak öne kadar geldi. Gözleri büyüdü. Çınara gök kuşağı renginde bayraklar asılmış, çınarın altında gökkuşağı renklerinde kıyafetler giymiş, yüzlerini boyamış on on beş kişi vardı. Ellerinde pankartlar, kendilerine bakanlara bakıyorlardı. Bakanlar da bakılanlar da bir an sessizleşti. Emel pankartları okudu tek tek. “Kimi seveceğime, kimin elini tutacağıma ben karar veririm.” Şüpheyle baktı, seslendirdi. “Kimi seveceğime, kimin elini tutacağıma ben karar veririm.” Diğerine geçti.“Zeki Müren’e sordum, diren dedi!” Seslice güldü. “Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım!” Bu sefer çevresindekiler güldü. Gruptan birisi “Yasak ne ayol!” diye bağırdı. Grup canhıraş bir sesle tekrarladı. Ses tekrar yükseldi. “Yasak ne ayol!” Grup kendi sesinin şehvetine kapıldı iki kere bağırdı. “Yasak ne ayol!” Ses Kızılay’da yankılandı. Emel kendi sesini duyunca şaşırdı. Grup öncü sesi beklemeden “Yasak ne…” Slogan tamamlanamadı. Kalabalık iki yönden kaçıştı, insanlar birbirinin üstüne yığıldı. Ziya Gökalp ile Mithatpaşa caddelerinden giren polisler kalkanlarıyla kalabalığı yardı, çınarın çevresini hızla sardı. Grupla polis arasında itiş kakış başladı. Emel kendini geriye çekmek isterken kaçışanların itişmesiyle çınara doğru savruldu, ayağı gökkuşağı bayrağına takıldı, kapaklandı. Polisin ayağını başının yanında gördüğü an güçlü bir el onu çekti, çınara yasladı. Grup toparlandı. “Alışın burdayız! diye bağırdı birisi. Diğerleri yakaladığı yerden katıldı. Grup çınara gittikçe sıkıştı. Emel çınara iyice sarıldı. Birisi ağaca tırmandı. Kalabalık uzağa çekilirken merakına yenildi. Atatürk Bulvarı tarafından polis arabaları hızla caddeye girdi. İnen polisler koştu. Kasklı, kalkanlı polisler ritmik ayak vuruşlarıyla çemberi daralttı. Ağaca tırmanan bir dala tutundu kendisini yukarı çekti, bağırdı: “Ulan ibneyim ibne!” “Var mı ulan bir diyeceğiniz!” Grup “ibneyim ibne”ye katılabildi. Polisler birden hareketlendi, gruptan yakaladığını polis arabasına sürüklemeye başladı, biri dala doğru hamle yaptı, daldakinin ayağın yakaladı. Daldaki yukarı dallara kendini çekmeye çalıştı. Birisi Emel’in boynuna yapıştı çınardan ayırdı, var gücüyle bastırdı. Çınarın kabukları Emel’in elinde kaldı. Emel nefes alamadı, can havliyle elindeki çınar kabuğunu polisin yüzüne savurdu. Polis, Emel’i arabaya sürükledi, içeri atmaya çalışırken Emel yere kapaklandı, hareketsiz kaldı. Arabaya atılmaya çalışılan gökkuşağı taytlı genç Emel’e basmamaya çalışırken üzerine düştü. Düşer düşmez kalktı, polise yumruk savurdu, polis arkaya düştü. Genç, Emel’i yerden kaldırdı arabanın içine attı, arabaya girdi, polis arkalarından daldı. Arabadaki grup üyeleri Emel’i içlerine çektiler, polise saldırdılar. Daldakini aşağıya çekmek için birden fazla polis çınar ağacına hamle yaptı. Eylemciye vurmaya başladılar. Ayağını kurtaramayan eylemci aşağı çekildi, yüzüstü yere çakıldı. Polisler karga tulumba arabaya attılar, kapıyı kapattılar. Kalkanlı polisler çınarın altını demir korkulukla kapatıp, korkuluğun çevresinde çember düzeni aldılar. Arabalar yola koyuldu. Kalabalık şaşkın dağılmaya başladı. Birden sesler dindi. Çınarın başında serçelerin kanat sesleri duyuldu. Cadde rutinine hızla geçti. Gelip geçenlerin bazıları polis barikatına hayretle baktı, bazıları Yüksel caddesinin olağanı işte bilmişliğinde önünden geçip gitti.
Emel bir kucakta açtı gözlerini. Kalkmaya çalıştı. Birisi onu doğrulttu “Vay ablam kötü düşmüşsün!” dedi. Emel boynunu tuttu. İçlerinden birisi boyundaki morluğu görünce bağırdı:“Öldürseydiniz bari!” Küfürler havada uçuştu. Emel şalı arandı bulamadı. Acıyan ayaklarına baktı. Ayakkabıları yoktu. Çantasını aradı, dehşetle “Çantam!” dedi. Yanındaki “Çantan burada ablam. Kendini bıraktın çantayı bırakmadın vallahi, al!”dedi. Emel diğerleriyle birlikte güldü. Çantasını açtı, ıslak mendil çıkardı. Ortalığa sabun kokusu yayıldı. Islak mendili yanındaki gence uzattı. Genç adam mendili aldı, Emel’e baktı. Emel’in yüzünü tuttu kendine çevirdi, çınarın kabuk çiziklerine okşarcasına dokundu. Emel acıdan yüzünü buruşturdu, genç adamın yüzüne baktı. Üzüm gibi iri, kara gözler onu karşıladı. Göğsü doldu, gözyaşları yuvarlandı. Genç adam şarkı söyler gibi mırıldandı. “Nerdesin aşkım, burdayım aşkım, annem yanımda” “burdayım aşkım, annem yanımda!” Diğerleri de katıldı. Emel her “annem yanımda”da hıçkırdı. Abladan anneye geçiş hızlı olmuştu. Alkışlar tempoya dönüştü. Küfürler alkışların arasında kayboldu. Emniyetin önünde araba durdu, kapı açıldı. Eylemciler sloganlarla inmeye başladı.
Ceren anahtarla kapıyı açtı, içeri girdi. Oturma odasından televizyonun sesi geliyordu. “Oh oh bizimkiler televizyon başında” dedi. Sessizce odasına geçerken babasını ayakta televizyona bakarken gördü, durdu. Uzaktan bir kadının sesi geldi. Babasının gözleri büyüdü, ağzı açıldı, yüzü dondu, elinden televizyon kumandası düştü. “Babaaa” diyerek odaya atıldı Ceren. Babasıyla birlikte baktı. Emel bir aracın basamaklarında, ayaklar çıplak, üstünde belinden aşağıya yırtılmış elbise, yüzünde kocaman bir gülümseme, el sallıyor, genç bir adam ona elini uzatıyordu. Emel genç adama baktı, elini uzattı. Yüzü ekranda büyürken, sesi odada yankılandı: “Diren, direeeen!”
Kapak Fotoğrafı: Ramiz ŞAHİN
Takip ettiğim nadir kaliteli bloglardan birisi, tarzınız çok güzel