The Bang Bang Club

/

The Bang Bang Club, yani Türkçe çevirisi ile “Savaşın Fotoğrafçıları

Savaş ve fotoğraf dediğimiz vakit, zihnimizde canlanan görüntülerin birçoğu pek hoş olmasa gerek. Zira savaş dendiğinde, ilkin savaşın yıkıcılığı ve vahameti vücut bulur zihnimizde. Savaş ile bağdaşan fotoğraf ise bizler için daha yıkıcıdır. Fotoğraf savaşın kalbinden bir aynadır ve aynadan seken kurşunlar mıh gibi kazınırlar zihnimize. Zordur bir savaş fotoğrafına bakmak, anlamaya çalışmak. Hissetmek ve savaşın içinde konumlanmak. Fakat düşündüğümüzde, bakmaktan ziyade ayna tutmak daha zorludur.  

The Bang Bang Club, Steven Silver’ın yönettiği bir uyarlama filmdir. Senaryosu, Greg Marinovich ve Joao Silva’nın anı kitaplarından uyarlanmıştır ve gerçek bir hikayeye dayanmaktadır.

Güney Afrika’da, 90-94 yılları arasında, Apartheid politikalarını sürdüren ırkçı hükümet ve finanse ettikleri Inkatha hareketi ile, Nelson Mandela’nın ANC’si arasındaki iç savaş sürecini ve bu süreçte beraber fotoğraf çeken Greg Marinovich, Joao Silva, Ken Ooesterbroek ve Kevin Carter’ın hikayesini anlatmaktadır.

Film, Kevin Carter’ın katıldığı bir radyo programından görüntüler ile açılır ve programcı ile Kevin Carter’ın diyaloğunu duyarız. Bu sahnede, programcının Kevin Carter’a yönelttiği “Bir fotoğrafı mükemmel yapan şey nedir?” sorusu ve ardından Kevin Carter’ın soruyu cevapsız bırakması filmin bütünü ve ele aldığı konu özelinde bir cevap niteliği taşımaktadır.

Yaratımlarımızın evvelinde bir realiteye bağlıyız ve özünde bir mükemmeliyet esası bulamayacağımız şeyler hangi çerçevenin içerisinde olursa olsun mükemmel olmazlar. Bu soruya bir de fotoğrafçının gözünden bakmak gerekir. Zira konumlandığı nokta, içerisinde mücadele ettiği alan ve maruz kaldığı görüntüler ile hissettiklerini ve düşüncelerini değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Film, Greg Marinovich’in gözünden ilerlemekte ve filmin başında Marinovich’in iki karşıt grup arasında çıkan arbedeyi görmesi ve fotoğraf yakalamak amacıyla o bölgeye yönelmesi ile yön bulmaktadır. Marinovich, gittiği noktada filmin diğer kahramanları ile karşılaşır ve hikaye başlar. Film boyunca Marinovich’in en iyi fotoğrafı yakalamak adına canı pahasına fotoğrafı kovalaması ayrıntılı şekilde işlenmiştir ve bizlere mücadelenin boyutu hakkında fikir sunmaktadır. Hatta Marinovich aldığı insiyatif ile içinde bulunduğu savaşı bir de diğer taraftan okumak için kendini tehlikeye atmıştır.

Bir diğer konu ise fotoğrafçıların sahada yüklendikleri ekipmanlar. Marinovich ve diğer fotoğrafçıların taşıdıkları ekipmanları film boyunca yakından görme fırsatı buluyoruz. Kilolarca ağırlıkta çantalar ile beraber savaş meydanında, o anın verdiği diğer tüm zorluklara ek olarak karşı koymak zorunda oldukları fiziksel koşullar da açık bir şekilde işlenmiş. Marinovich’in Pulitzer ödülünü kazandığı fotoğrafı çektikten sonra editör tarafından fotoğrafın yayınlanamayacağını duyması fotoğrafçıların içinde bulunduğu editöryel süreci hissettirmektedir.

Bir fotoğraf, birçok şeyi değiştirebilir. Bir şeyleri yıkabilir ya da yeniden üretebilir. 

Film, yıkımların boyutunu birey çemberinde ele almaktadır ve savaş fotoğrafçılarının iç dünyasını aktarmaya çalışmıştır. Greg Marinovic’in Pulitzer ödülünü kazandığı fotoğrafı çektiği anda, karşılaştığı etik problemleri ve iç münakaşasını gözler önüne sermektedir. Film boyunca ise Kevin Carter’ın içinde bulunduğu iş hayatından ne kadar etkilendiğini ve bu etkilerin yansımalarını aktarmaktadır. Kevin Carter hepimizin bildiği “Akbaba ve Afrikalı çocuk” fotoğrafını çektikten sonra Pulitzer ödülünü kazanmış ve ciddi bir adım atmıştır. Lakin bu süreçte birçok eleştiriye maruz kalmış ve sonunda bu süreci kaldıramayarak intihar etmiştir. Bu durum ise fotoğraf ve etik bağlamında tartışmaların hararetlenmesine sebep olmuştur. 

Bu tartışmaların ötesinde, Carter çektiği fotoğraf ile coğrafyanın açlık sorununa dikkat çekmiş ve gelecek dönemde yapılacak olan birçok çalışmanın önünü açmıştır. Çektiği fotoğrafın gücü tüm sınırları ve kalıpları aşarak bizlere ulaşmıştır. Fakat kendisi bu güç ile başa çıkamamıştır. Aslında başa çıkamadığı şey fotoğrafı değildir, o anki davranışlarıdır. Bu noktada fotoğrafçı vicdani problemler ile baş başa kalır ve koskoca bir labirentin en orta yerinde yalnız başınadır. Yaptığı işin içerisindeki tüm zorluklar, çevresel koşullar bir yana, onu bekleyen büyük içsel problemler de olmaktadır. 

Her zaman bir taraf olmak zorunda mıyız? 

Sorudan evvel zorunda olmaktan ziyade varlığımız bile bizi bir taraf ilan etmektedir. Yaşımız gereği bir taraf oluruz, doğduğumuz yer, içinde büyüdüğümüz aile, yani her zaman sığınacak bir taraf vardır ve sınırsızdır. Fotoğrafçı da her zaman bir taraftır. Aklı ile öğretisi ile içinde bulunduğu koşullar ve hedefleri ile bir taraftadır. Fotoğrafı çekerken konumlandığı nokta, aldığı kadraj bile bir taraftır. Bundan dolayı savaşın içerisinde çektiği bir fotoğraf savaşın seyrini değiştirebilir, oradaki sivilleri tehlikeye atabilir, hatta kendisinin ve arkadaşlarının hayatını da tehlikeye atabilir.

Marinovich’in Pulitzer ödülünü aldığı fotoğrafı çektikten sonra güvenlik güçlerinin onu araması ve fotoğrafları kendilerini teslim etmesini istemelerinin ardından Marinovich ve diğer fotoğrafçıların aralarında yaptıkları toplantıda verecekleri bir karar ile karşılaşabilecekleri olası durumları tartıştığı sahne ise bu soruyla bizleri yüzleştiriyor ve mesleki bir zorluğu daha bizlere gösteriyor.

Bir sonuç metni yazmak gerekirse; Carter’ın içinde bulunduğu bu süreç filmde yüzeysel bir şekilde anlatılmış, dönemin şartlarından detaylıca bahsetmemiştir. Bunun yanında fotoğrafçıların sahada nasıl çalıştıkları hakkında fikir edinebileceğimiz film, bizlere onların hissettikleri ve düşündükleri ile ilgili daha detaylı fikirler sunabilirdi. Filmin geneline baktığımızda ise fotoğraflar ile güçlü bir anlatıya sahip olmakla birlikte, diyalogların yetersizliği ve bazı sahnelerin bağlamdan kopmasından dolayı negatif yönleri de barındırmaktadır. Fakat yine de bizlere savaş ve savaş fotoğrafçılığı hakkında birçok fikir sunmak ile birlikte birçok soruyu da beraberinde yöneltmektedir.

The Bang Bang Club, fotoğrafçıların kendileriyle olan iç çatışmalarını yansıtmakta ve diyalogların yüzeysel kalması dolayısıyla eksik kalmıştır. Fakat tüm bunların yanında savaşa ve savaş fotoğrafçılığına dair birçok fikre ev sahipliği yapmaktadır. Savaş fotoğrafçılarının sahada nasıl çalıştıkları, ne şartlar altında mücadele ettikleri ve onları ne gibi tehlikelerin beklediğini açık ve başarılı bir şekilde yansıtmaktadır. Savaş fotoğrafçılığında etik tartışmalardan yana net bir tarafta durmayan bu yapım, uzun soluklu ve ucu açık bir tartışma sürecini seyirciye bırakmıştır.

İFSAK Tayf’tan;

Ulaş Konukçu

Kendimizi “İFSAK Tayf” olarak adlandırıyoruz.
“Tayf” ismi, grubumuzdaki çok sesli yapıyı ve aynı disipline bağlı bağımsız çalışma üretimini temsil eder.
Görsel sanatlara meraklı bir grubuz.
Amacımız; fotoğraf ve video temelli görsel sanat çalışmaları üretmek ve yerel görsel sanat kültürü inşasına katkı sağlamak.
Toplanma amacımız; üretim pratiklerimizi ve kuramsal yönümüzü geliştirmek için yaratıcı çözüm yolları keşfetmek.

Yorum Sayıları: 2

  1. Merhaba,
    Ben Kevin Carter’in yüzeysel olarak anlatıldığını düşünmüyorum. Filmi üç kere izledim. Sonra oturdum, Carter hakkında bir yazı yazdım.
    https://www.arthenos.com/bang-bang-club/

    Filmde beni rahatsız eden tek ve en önemli şey 1 saat 29 dakika 30 saniyesinde çatışma ortasında susadıklarında ortaya çıkan kırmızı kutular oldu. Buram buram reklam kokan sahneler bu filme uymamıştı. İşte o an yönetmen, yapımcı ve daha kim varsa okkalı bir küfür yedi.

    Dan Eldon’un benzer yaşamı genç yaşta son bulur.
    https://www.arthenos.com/dan-eldon/

    İki fotoğrafçı da hazin bir son yaşamışlardır.

    Emeğinize sağlık.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Filmlere Dair

Leviathan

Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev, büyük sükse yapan 2003 tarihli Dönüş filminden sonra, arada bir kaç film…

Kuru Otlar Üstüne

Koza(1995) adlı kısa filmiyle başlayan Cannes film festivali ödül serüveni Kasaba(1998) ile Berlin Film Festivali’nde gelen…

Kim bu kuşlar…

Yanımızdan yöremizden değil, iliklerimizden geçen bir seçim yaşadık. Çocuklara çocuk olmayı, sanatçılara sanatçı olmayı, öğrencilere öğrenci…

Okul Tıraşı

Yolu okuldan geçen iyi sanat ürünlerinin çoğu yakıcıdır nedense. Hele çocuk gözünden anlatılırsa. Çocukların dünyasına bakarken…